Şükrü BULUT |
|
Selânikli M. Kemal, Bitlisli Said Nursî... |
Çok garip bir ülkede yaşıyoruz. Cumhuriyeti kuralı tam 86 sene olmuş. Demokrasiye ilk adımımızın üzerinden elli dokuz sene geçmiş. Hâlâ hürriyetsizliğin sancısıyla sembollerle anlaşmaya çalışıyoruz. Resmî ideolojinin mimarlarının isimlerini devlet olarak kamusal hayata besmele yaptığımız halde, birilerinin hoşuna gitmeyecek diye; millete, vatana ve halkımızın maddî-manevî kalkınmasına büyük katkıları olmuş insanların isimlerini resmî yerlerde ağzımıza almaktan imtina ediyoruz. Bu noktada bizim kadar garip bir devletle ne doğuda ve ne de batıda karşılaşmak elbette mümkün değil. Hâlâ resmî tarihin gözlerine bakarak konuşan aktüel şahısların arkasına sığınarak yürümeye çalışan kaç millet kaldı şu dünyada? Mazlûmların, sembollerin, sembol şahsiyetlerin ve imaların bu kadar zengin mânâları peşinden sürüklediği başka bir toplum da gösteremezsiniz. İşte Başbakanımız da, bir başka coğrafyadan aramıza teşrif etmişçesine parti kongresindeki konuşmasında sembol şahsiyetleri ard arda sıraladı. Sıralamanın sonunda “Bitlisli Said Nursî”yi zikredince, salon alkıştan yıkılmış. Bediüzzaman’a uzak duruş veya “uzaktan tanıma” izlenimi veren Başbakanın üslûbunu çok garipseyenler oldu salon dışındakilerden... Bizim neslimiz Said Nursî’yi çok iyi tanır. Hâlâ azıcık “siyasal İslâmla” irtibatınız da varsa, Nurcuları, Risâle-i Nur’u ve Nurcuların gazetesi Yeni Asya’yı tanımamak kabil değil. Kaldı ki, Tayyip Bey de “Millî Nizam”daki planı aynen iki binli yıllara taşıdı. Nurcular arasında temayüz etmiş, Nur medreselerinde Risâle-i Nur’u okumuş, yazmış en az altmış yetmiş kişiyi “yenilikçilerin” arasına katarak milletvekili yaptı. Onlardan bazılarını önemli bakanlıklara ve komisyon başkanlıklarına getirdi. Bu kadar mebusa rağmen Risâle-i Nur’u bilmemek ve Said Nursî’yi tanımamak mümkün mü? Onun Nurculuğu tanımasını sağlayacak daha kuvvetli diğer bir faktör var. “Nurcu” olarak tanımlanmak istemediği halde öyle anılan bir cemaat de, siyasî kaderini bir nev'î AKP’nin başarısına endekslemiş olarak Tayyip Bey’in devamlı yanı başında duruyor. Format olarak Nurculuğun prensiplerine bitamamiha uymasalar da, kaynak olarak Said Nursî’den de beslendiklerini bütün dünya biliyor. Mecliste, medyada ve iş konseylerinde etrafı “Said Nursî” uzmanlarınca sarılmış Tayyip Beyin Said Nursî’yi Sabahat Akkiraz ve Ahmet Kaya’dan sonra zikretmesinin mutlaka başka hikmetleri olmalıdır. 28 Şubat’ı müteakiben iktidara gelen AKP yönetiminden hâlâ ümitli olanlar, Tayyip Beyin konuşmasında Üstaddan bahsetmiş olmasına büyük önem atfedebilirler. 12 Eylül’den bu yana rejimin bize üflediği ve 28 Şubat’tan sonra da dindarların birbirlerine fısıldadığı merkezî hava ile oluşturduğumuz “korkular ve vehimler” coğrafyasında bu tavır doğru telâkki olunabilir. Fakat geriye dönüp siyaset tarihimizi incelediğimizde birçok demokrat politikacı ve devlet adamının çeşitli mahfillerde Bediüzzaman’ı ve eserlerini savunduklarına ve bir kısmının Risâle-i Nur’un yasak olmadığını kürsülerde ifade ederek, eserleri devlet kütüphanelerine yerleştirdiklerine şahit olacağız. Bu vadide “dindar bakan, başbakan ve cumhurbaşkanlarının” seleflerinin gerisinde kaldıkları rahatlıkla ifade edebilir. Son dönem sağcı dindar politikacıların Said Nursî’den niçin uzak olduklarını eski müsteşar ve bakan Hasan Celal Güzel hemşehrimize sormaları daha makul olabilir. Fakat hiçbir maslahat ve gerekçe Türk siyasetçi ve idarecilerinin, Avrupa ve Amerika mahfillerinde dahi sıklıkla konuşulan Said Nursî’ye mesafe koyma gayretine cevaz veremez. Batı dünyasında İslâmiyeti tanıyanların yüzde kırkı Said Nursî’yi okuyarak Müslümanlığı seçiyorlarmış. Hem siyaseten, hem üniversite çevresi olarak, oryantalizme ilgi duyarak ve vazifeli enstitüler nezdinde çalışanlar arasında Said Nursî’yi duymayan ve tanımayan olmadığına göre, bu ülkede önemli mevkilerde bulunanların Bediüzzaman’a kayıtsız kalmaları Türkiye’nin de faydasına değildir. Bu millet Said Nursî’ye olan hürmet ve sevgisini ispat edeli altmış-yetmiş sene oldu. “Bitlisli Said Nursî” ifadesi ise hoş yankılanmadı. İtiraz onun Bitlisli oluşunun ifade edilmesine değil. Ama Van başta olmak üzere onun menfa, sürgün ve zindan hayatı yaşadığı şehirlerin tamamının en az Bitlis kadar ona sahip çıktıkları gerçeği ortadayken ve Nursî, zaten “Nurslu” mânâsını taşıyorken, onu Bitlisli diye takdim etmek niye? Siyasette, mânâ âleminde veya san'atta meşhur olmuş kişilerin ünvanları çoğunlukla doğdukları yeri ifade eder. Serbendî, Tüsî, Geylanî, Mesrî, Bağdadî ve Şirazî gibi... Bediüzzaman Hazretlerinin imzası zaten nereden geldiğini gösteriyor. Isparta’nın “Barla bucağı”nı dünyanın en meşhur diyarına çeviren sır nedir? Burdur, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ, Afyon ve vefat ettiği Urfa gibi şehirlerin hepsi Said Nursî’ye “hemşehrilik beratı” veriyorlar. Bitlis ile ilgili bir eseri olmamasına karşın; Barla Lâhikası, Eskişehir Müdafaaları, Kastamonu Lâhikası, Afyon mektup ve müdafaaları, Denizli mektupları ve Meyve Risâlesi, Emirdağ Çiçeği ve Lâhikaları Said Nursî’nin yalnızca “Bitlisli” olmadığını, Isparta önemli bir merkez olmak üzere bütün Türkiye’yi kucakladığını ortaya koyuyor. Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının ve eserlerinin dünyaya yayılmış akislerini göremeyenlere tarih de ışık tutuyor. Önemli üç Osmanlı padişahı ile üst seviyede muhatap olmuş, Şeyhülislâmlara arkadaşlık etmiş ve vatanı uğruna doğu cephesinde Ruslara karşı giriştiği harplerde üç yüz talebesini kaybetmiş, Sibirya’daki esaret kampında Türk ve Alman subaylarına ders verdiğinden idamla burun buruna gelmiş, mütareke yıllarında İstanbul’u işgal eden İngiliz komutanı eserleriyle “köpekten aşağı mertebeye” düşürmüş, Kurtuluş Savaşındaki başarılarından dolayı M. Kemal’in reisi olduğu Meclisçe taltif edilmiş bir Bediüzzaman, “Bitlisli Said Nursî” nitelemesine sığmaz. AKP yönetimi Bediüzzaman’la M. Kemal arasındaki diyalogları, fikrî çatışmaları ve onun Kemalist rejime olan meşhur muhalefetini de bilir. Aynı kürsüde Tayyip Bey “Selânikli M. Kemal” deyivererek geçseydi bu defa o kesimlerden tepki görmeyecek miydi? 09.10.2009 E-Posta: [email protected] |