M. Latif SALİHOĞLU |
|
Mahyalarda tersine açılım |
İstanbul'daki selâtin (Sultanların yaptırdığı) camilerinin minarelerine alışılmışın dışında birtakım mahyalar asılmış. "Gör de inanma" cinsinden mahyalar... Görüp inanmak zorunda kaldığında ise, o an kendini "Şeflik devri"nde hissedersin, ister istemez. Evet, bugünlerde beş büyük caminin tepesinde 27 Mayısçıların ağzına yakışır "Millî Birlik"ten, "Ne mutlu Türküm"den dem vuran mahyalar parıldıyor geceleri. Yazılan ifadeler, fokur fokur milliyetçilik kokusunu yayıyor etrafa. Üstelik selâtin camileri gibi o kudsî mâbetlerde tam da ırkçılık mânâsındaki Türkçülük fikri parlatılıyor. Böyle yapmakla da, esasında Kürtçülük gibi sair ırkçılık damarları çok fenâ halde tahrik edilmiş oluyor. "Millî birlik", işte böyle dinamitlenmiş oluyor. Dolayısıyla, bu—bilmeyerek de olsa—bir provokasyondur. Hem de, en tehlikeli cinsinden. Yani, Bursa stadyumundaki o fecî provokasyondan bile tehlikeli. Zira, burada en büyük birleştirici unsur olan din, İslâm, mâneviyat, mukaddesat söz konusudur. Siz empati yaptınız da mı, böyle bir girişimde bulundunuz? Meselâ, şunu hiç düşündünüz mü: Süleymaniye Camiinin minarelerine asılı duran "Ne mutlu Türküm diyene" mahyasını gören gayr–ı Türk bir din kardeşimizin buna tepkisi ne olur diye... Eğer düşünemediyseniz, eyvâh; şayet bunu düşünerek hareket ettiyseniz, eyvâh ki eyvâh! İşte o takdirde biz bu işe resmen provokasyon demek durumunda kalırız. Hatırlatmakta fayda var: Bir eski cumhurbaşkanımız "Dünyanın en büyük Kürt şehri İstanbul'dur" demişti. Bununla, Kürt nüfusun en yoğun olduğu şehrin İstanbul olduğunu kast etmişti. Hiç şüpheniz olmasın, her tarafta "açılım"ın konuşulduğu şu günlerde, camilerin tepesinde yazılı "Ne mutlu Türkün diyene" mahyasını gören sıradan bir Kürt genci şunu düşünecektir: "Ben Türklerin dindar olanına da artık güvenmiyorum ve onların 'din kardeşliği' noktasındaki samimiyetine de inanmıyorum. Baksana, kutsal mâbetlerde bile Türkçülük/milliyetçilik yapmaktan çekinmiyorlar." Maalesef, acı realite budur. Hayret! O ifadelerin dağlardaki görüntüsü bile son derece rahatsız edici iken, siz kalkıp aynı sıkıntıyı camilere taşıyorsunuz. Bu durumda, artık her türlü menfî harekete bulaşma istikametine doğru iteklenen o gençler, sahiden bu işi "Müslüman Türkler"in yaptığına kanaat getirdikleri için, onları teskin etmek, akl–ı selim ile hareket etmelerini sağlamak bir hayli müşkilleşiyor. Oysa, biz kat'i sûrette inanıyoruz ki, hakiki dindar Türkler böyle şeyler yapmazlar. Irkçılığa asla tenezzül etmezler. Hatta, en az Kürt ve Arap kardeşleri kadar bu "Türkçülük" illetinden rahatsız ve muztariptirler. Ancak, yine de sormadan edemiyoruz: Ne oluyoruz beyler! "Açılım" denen şey, burada tersine mi işliyor? Yoksa, bir hayal, bir serap mıdır açilım? Şu demokratlık taslamaları, kocaman bir yalandan mı ibaret yoksa? Dahası, bu, açılımı sabote, hatta provoke etmek değil de nedir? Bu, demokrasinin tekerine taş koymak değil de nedir? Ve, can alıcı son soru: Kim bu işin sorumlusu? Gelen haberlere bakılırsa, herkes topu bir başkasının üzerine atıyor: Müftülük, Vakıflar Müdürlüğüne, o da Valilik makamına, vesaire... İyi de, kim bu işin asıl sorumlusu? Bunu bilmek ve ona göre meselenin üzerine gitmek gerek. Aksi halde, bu tür sorumsuzlukların devamı gelecek ve bu tür provokasyonlar tekerrür edip gidecektir. Hülâsa: Nereden bakılırsa bakılsın, Türkçülük kokan şu son mahyalı provokasyon, şimdiye kadar sahneye konulanların en tehlikeli olanıdır. Temenni edelim ki, bu hata çabuk telâfi edilsin de, bir başka aksülâmele yol açmasın.
Tarihin yorumu 8 Ekim 1918
İttihatçı iktidarın sonu
Yaklaşık on senedir iktidarda olan İttihat–Terakki hükümeti, 8 Ekim 1918 tarihi itibariyle istifasını vererek iktidardan düştü. İttihatçı hükümetlerin son sadrâzamı Talat Paşaydı. İki yıldır bu makamda duruyordu. Birinci Dünya Harbinin mağlûbiyetle neticelenmesi, Talat Paşa ile birlikte İttihatçı iktidarın da sonunu getirdi. 1 Kasım'da (Mondros Mütarekesinden bir gün sonra) yapılan olağanüstü kongrede kendini fesheden İttihat–Terakki Fırkası, ismini Teceddüt Fırkası olarak değiştirerek siyasî hayata devam etmek istedi. Ancak, buna muvaffak olamadı. İttihatçıların lider kadrosu 2 Kasım günü yurdu terk etmek zorunda kaldılar. İttihatçıların siyasetteki lideri Talat Paşa, Posta Müdürlüğü, Meclis Başkanlığı, Dahiliye Vekilliği de yaptı. Sultan II. Abdülhamid'in halli (1909), Ermeni Tehciri (1915), Kürt aşiretlerinin tehciri (1916) ve masonların teşkilâtlan masına sağladığı kolaylık yönleriyle tarihteki yerini aldı. Talat Paşa, 15 Mart 1921'de Berlin'de bir Ermeni terörist tarafından vurularak öldürüldü. 1926'da ailesine ev tahsis edilerek, onlara şehit aylığı bağlandı. 1943'te ise, paşanın kemikleri Berlin'den İstanbul'a getirtilerek Şişli'de defnedildi. 08.10.2009 E-Posta: [email protected] |