Osman ZENGİN |
|
Yeşilçam’ı aydınlatan adam: Çakmaklı |
Türkiye’de gündemi yakalamanın, hadiseleri takip etmenin, biraz zor olduğunu söylerim hep. Bu koşuşturmada hadiseleri bazen zamanında yakalayamıyoruz. Geçtiğimiz mübarek Ramazan ayında vefat eden Yücel Çakmaklı da; bizim gündemimizde olan, ama biraz (Ramazan yazıları, v.s telâşıyla) geç kalarak da olsa yad edeceğimiz şahsiyetlerden biridir. Cumhuriyet neslini, dinden, din-i İslâmı hatırlatacak her şeyden uzak tutmak isteyen menhus zihniyet, milleti hep, lüzumsuz, nefsin hoşuna gidecek şeylere yönlendirmiştir. Çocukluğumda Ankara’da, 45-50 sene önce, büyük akrabalarımızın da teşvikiyle, yaz mevsiminde yazlık (açık hava), kış da da kapalı salon sinemalara giderdik. Genellikle de, mahallemize yakın olan açık hava sinemalarında hangi filmler oynuyor diye, gündüz beni gönderirlerdi, biraz da hafızamda tutabildiğim için olsa gerek. Etraftaki 4-5 sinemada hangi filmler var, başrollerde kimler oynuyor gelir söylerdim ve ona göre de akşam akrabalardan en az on kişi o sinemaya giderdi. Yerli filmlerin çoğu aşk-meşk üzerine kurulmuştu. İnsanlara iyiyi, güzeli veren filmler pek olmadığı gibi, bir de kötü düşüncelerin çağrıştırdığı mesajlar oluyordu. Daha ileriki senelerde Karaoğlan, Malkoçoğlu, v.s. gibi filmlerle devam eden Türk sineması, en sonunda 70'li yıllarda pespaye, müstehcen filmlere gelip dayanmıştı. Bu aslında bir yerde, Türk sinemasının bittiği noktaydı. İşte, Yeşilçamın bittiği bu noktada, daha doğrusu milletin rağmına senaryoların filmleştirilip, onların da tökezlediği yerde, yine o yıllarda, Yeşilçamı çakmağıyla aydınlatan bir adam çıktı o piyasaya, Yücel Çakmaklı idi o. Milletin değerlerine sahip olup, ona münasip tarzda filmlerin de yapılıp, milletin nazarlarına takdim etti. Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” romanını sinemaya adapte edip, “Birleşen yollar” adıyla film yaparak, hem de Yeşilçamın starlarına başrol oynatarak, adeta bir bomba tesiri yapmıştı. Yahudi ve diğer azınlıkların tasallutu altındaki o sektör, bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Film, rekor üstüne rekor kırıyordu. Tabiî, birkaç sene sonra yine rahmetli olan, Suriye asıllı Müslüman yönetmen Mustafa Akkad’ın dünyayı sarsan “The message (çağrı)“ filmi de, Türkiye’de gösterilmeye başlayınca, artık gözler hep bu tarafa bakmaya başlamıştı. Daha sonra Nurcuların yaşadıklarından bir kesitin, Hekimoğlu İsmail (Allah sıhhat ve selâmet versin) tarafından yazılan “Minyeli Abdullah” romanını da, yine rahmetli Yücel Çakmaklı, aynı adla filmleştirerek, çok şeylerin değişmesine ve düşünülmesine sebep olmuştu. 1979 sonları idi. AP’nin azınlık hükümeti zamanında; çilekeş, fedakâr, rahmetli Mustafa Özsoy Ağabey, Konya İl Halk Eğitim Müdürü olmuştu. Çok hukukumuz vardı rahmetliyle, baba tarafımdan da akrabamdı. Görüşmelerimiz eksik olmazdı. Kâh ben Konya’ya giderdim, kâh o Ankara’ya gelirdi. Müdür olduktan sonra bana telefon açtı; “Osman, bize ses cihazları lâzım nasıl yapalım?” dedi. Ben de, Erkal Zenger’in bu piyasada bayağı söz sahibi olduğunu, bütün siyasilerin, hatta Demirel’in de, ses düzenlerini onun yaptığını söyleyip, Ankara’ya gelmesini ve onun yanına gidebileceğimizi söyledim. Geldi ve beraber Zenger’in yanına gittik. Yanında türkücü Özay Gönlüm de vardı, birlikte yemek yiyorlardı. Biz gelince, bize de ısrarla yemek söyledi ve yemek esnasında dördümüz samimî bir şekilde konuşup, lâtifeleştik. Ve Özsoy Ağabeyin de işini hallettik. Rahmetli Özsoy Ağabey, çok yönlü enteresan bir insandı. Üstad Bediüzzaman Hazretlerini gören son şahidlerdendi. Bir ziyaretinde, ”öğretmen ve subaylara çok ehemmiyet verdiğini” söylemişti Üstad, ona. İşte bu ağabeyimizin bir de film çekme işi vardı. Büyük oğlu sevgili kardeşim Dursun’un (Abdülkadir) kameramanlığıyla biraz amatörce de olsa “Minyeli Abdullah’ın” ilk denemesinin bir kısmını o yapmıştı, bir bölüm de olsa yapmıştı. İşte, Yücel Çakmaklı ile görüşüp, bunlardan da bahsetmek için beraber, TRT Genel Müdürlüğüne gittik. Ama, maalesef görüşemedik, nasip olmadı. Gelmişken “Boş dönmeyelim” diye, o zamanki Dinî Yayınlar Genel Müdürü Asaf Demirbaş’la görüşmüş, sohbet etmiş ve ona bir-iki de küçük risâle hediye etmiştik. Esas niyetimiz tahakkuk etmemiş, Yücel Çakmaklı ile görüşememiştik, ama daha sonra onun profesyonel mânâda “Minyeli Abdullah”ı çekmesinden çok memnun olmuştuk. İşte, Yücel Çakmaklı’nın rahmetli oluşundan sonra aklıma bunlar geldi. Geç de olsa bunları yazarak onu şad etmiş olduk. Allah rahmet eylesin. 07.10.2009 E-Posta: [email protected] |