Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Kişinin şerefi dindarlığıdır. Şahsiyeti aklıdır. Soyu sopu ise güzel ahlâkıdır.
Câmiü's-Sağîr, No: 2973 |
07.10.2009 |
Risâle-i Nur, bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek
Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, vurdu. Biz, uçurmak için işâret ettik, gitmedi. Mecbur oldum, Ceylan’a dedim: “Pencereyi aç; o ne diyecek?” Girdi, durdu, ta bu sabaha kadar... Sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm, baktım, “Kuddüs, Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: “Bu misafir niçin geldi?” Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir kayboldu. Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, Hafız Ali nin kardeşi yanımıza gelmiş.” Ben de dedim: “Hafız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.” Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi, dedi: Hafız Mustafa geldi; hem Risâle-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitaplarımı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve senin, hem kuddüs kuşunun tâbirini ispat etti—ki, tesadüf olmadığını ispat etti. Acaba, emsâlsiz bir tarzda hem serçe kuşu acip bir sûrette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve masum çocuğun rüyası tam tamına çıkması, Risâle-i Nur’un Hafız Mustafa gibi bir zâtın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevâfuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimâli var mı ki, bir beşaret-i gaybiye olmasın? Evet, bu mesele, küçük bir mesele değil; kâinat ve hayvanât ile alâkadardır. Ben Risâle-i Nur’un bir şâkirdi olmak itibarıyla, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kadar kazancım var kanaat ediyorum. Başka yüz binler Risâle-i Nur şakirtleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin. Evet, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammâlarını hâl ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Mi'rac ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risâle-i Nur eczâları, elbette küre-i arz ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.
Emirdağ Lâhikası, s. 43, (yeni tanzim, s. 94)
LÜGATÇE:
Kuddüs: Kusur, eksiklik ve noksanlıktan temiz olan, fazilet ve güzelliklerle övülen, noksanlığı gerektirecek şeylerden son derece münezzeh olan, izzet ve kibriya sahibi Allah. tevâfuk: Uygun gelme, uygunluk. beşaret-i gaybiye: Gaybdan gelen müjde. takviye-i iman: İman takviyesi, inancın kuvvetlenmesi. tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli sır, bilmece. muammâ: Karışık, mânâsı zor anlaşılır şey. muannid: İnatçı, ayak direyen. ilzam: Susturma. haşr-i cismanî: Ruhla berabar bedenlerin ve vücutların haşri. mütemerrid: Dikbaşlılık eden, inatçı. eczâ: Cüz’ler, parçalar. küre-i arz: Dünya. küre-i havâiye: Hava küre, atmosfer. hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’a ait olan hakikat. |
07.10.2009 |
Gönül
Gönül kelimesi, Türkçe’de kullanılan ancak tarifi zor bir kelimedir. Varlığı ancak duygularla hissedilir. Gözle görülen bir nesne olmadığı için ancak hislerle anlaşılır. Gönül, bazen gören gözdür. Gözle görülmeyeni bile görür. Karşıdakinin gizlemeye çalıştığını bile hisseder. Böylelerine gönül gözü açık denir. Yapmacık hareketleri, gösteriş için olanla samimî olanı ayırır bu göz. Gönül gözü açık olanlar perdenin arkasında olup biteni hissederler. Normalde sır olan birçok şey onlara açık ve ayandır. “Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” Nebevî ferman bunu ne kadar veciz bir şekilde ifade etmektedir. Gönül bazen bir bahçedir. İçinde her türlü güzelliğin yeşerdiği bir bahçedir. Rengârenk güller, bu bahçede bulunur. Bunlar gönlü geniş insanlardır. Her türlü güzelliğe orda yer vardır. Gülün dikeni gibi aykırılıklar bile o bahçede varlığını sürdürür. Buna gönül zenginliği denir. Zengin gönül, hep verir. Vermek zenginliğin gereğidir. Vermeden zengin olunur mu? Olsa neye yarar? Gönlü zengin olan hep verendir. Vermeyen zenginlik anlaşılmaz. Gönlü kırılmış insanın hayattan zevk alması mümkün olmaz. Ağzının tadı kaçmış insan, ne yerse yesin zevk almadığı gibi, gönlü kırık insan da hayattan ve yaşamadan zevk almaz. Onun için hayatın tadı kaçmıştır. Gönül çok naziktir. Çok çabuk kırılır. Hele dostlardan gelecek bir olumsuzluk, beklenmeyen bir durum gönlün sırça köşkünü yıkıp darmadağın eder. Böyle birinin hayata tutunması zorlaşır. Yetim, gönlü kırık insandır. Onun gönlünü ancak gönülden gelen bir baş okşaması yapar. Gönlünü mamur eder. Gönülden gönüle yol açılır. Bu yol mutluluk vadilerine çıkar. Gönül Kâbe gibidir. Yanına gelen “alçağı” bile yükseltir. Alçakgönüllü yapar. Onu bir değer hâline dönüştürür. “Alçak” belki bir değer değildir. Ancak gönüle yakın olursa “alçakgönüllü” olur ve büyük bir değer haline döner. Merhamet ve sevginin sığındığı yerdir gönül. Emir ve fermanlar, yeni bir emirle ortadan yok olur. Ancak gönlün fermanını yok edecek bir ferman henüz bulunmamıştır. Şairin dediği gibi “gönül fermanına ferman kâr etmez.” O kendi fermanını yazar. Ancak Allah’ın fermanı gönülleri bağlar. “Dikkat edin! Gönüller ancak Allah’ı anmakla tatmin olur, huzur bulur.” 1 Allah’tan başkasına gerçek anlamda bağlanan gönül, sırça köşkünü yıkmış demektir. Diğerlerine ancak Allah adına bağlanabilir. Allah’a götüren vesileler olursa işe yarar. Gönül bazen yanık olur. Kerem gibi, mecnun gibi. Aradığını bulamayan, çölde susuz kalmış bağrı yanık gibi yanar. Rahmetin sağanağına yetişemeyen, rahmet çağlayanlarına ulaşamayan gönül yanık olur. “Taştı yine deli gönül / Sular gibi çağlar mısın?” Sırma saçlı bulutlar, saçın çözüp göz pınarlarını çağlayana çevirir ve gönül ateşini söndürmeye uğraşır. Bu konuda göz yaşı büyük bir iksirdir. Yanık gönüllerin ateşini ancak bu söndürür. Gönül yangını ateşe, Cehenneme benzer. Değdiği her cismi yakar. Onu ancak göz yaşı söndürebilir. Gönlü kırık Yakub’un (as) gönül gözünü açan, Yusuf’un (as) kokusu idi. Yusuf’un (as) alın terine bulanmış kokusu, Yakub’un (as) gözünü açar da gönüllere yerleşen iman ve marifetullah gözü ve gönlü açmaz mı? Dünyanın arkasındaki geleceği görmez mi? Ahiret iklimlerini açmaz mı?
Dipnot:
1- Ra’d Sûresi, 28.
|
ALİ SARIKAYA 07.10.2009 |
Seyret âlemleri, tefekkür eyle Döner çarkıfelek yıl olur gider Dağılıp toplanan bulut da öyle Düşer üç-beş damla göl olur gider
Akan ırmaklara, çaylara bakın Kaynağı kudretten, gözesi yakın İçin kana-kana, kirletme sakın Akar boz bulanık sel olur gider
Durmadan boşlukta dönüp dolaşan Hudutsuz semayı, ufuksuz aşan Hava da dizilmiş nurlu Kehkeşan Sonsuza uzanan dal olur gider
Bekle geleceği, geçmişi tanı Sefere çıkmadan dolaş her yanı Giden kafilenin menzili hanı Ezelden ebede yol alır gider
Düşünün değişken gece gündüzü Dağın zirvesini, çöldeki düzü Baharda bezenen renkli yeryüzü Seherde esinti yel olur gider
Dikkatle araştır, bu neyin nesi Hayrete düşürür gören herkesi Dallarda konuşan kuşların sesi Tellerde terennüm dil olur gider
Bahtiyar garibim gaflete dalma Yarış da öncü ol, arkada kalma Anlat dinlesinler, umutsuz olma Tanıtmazsan küser el olur gider |
Garıp Yusuf 07.10.2009 |