07 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Bediüzzaman,BİRLİK için çalıştı

Bediüzzaman, ayrılıkçı çabaları desteklemediği gibi, bilâkis birlik ve beraberliğin sürdürülmesi için önemli katkılarda bulunmuştur.

ÇALIŞMANIN KONUSU VE AMACI

Ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda gün geçmiyor ki bir çatışma olmasın, bir ölüm haberi gelmesin. 1980’li yıllardan bu yana varlığını derinden hissettiren bu terör olgusu, alınan çeşitli tedbirlere ve verilen mücadeleye rağmen bir türlü ortadan kaldırılamadı. Bu olgu, bir yandan sürekli teyakkuzda durması gereken bir askerî varlığın külfetini insanların omuzlarına yüklerken, diğer yandan da toplumun sosyal ve ekonomik durumunu gün geçtikçe daha da kötüleştirdi. Bu durum da bölgenin diğer sorunlarının görünür hale gelmesine sebep oldu.

İhmal edilmemesi gereken bir nokta, Doğuda terör olaylarını besleyen sorunların sadece Doğu ve Güneydoğuya has sorunlar olmadığı gerçeğidir. Türkiye’nin genelinde var olan demokratikleşme sorunu, bölgede daha da yoğunlaşarak kanayan bir yara haline gelmiştir. Yani sorunun temelindeki sebeplerin pek çoğu bölgesel değil, millî niteliktedir. Sorunun bu özelliği, yapılacak reformların millî boyutlarının da bulunduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusundaki terör konusunu anlayabilmek için, görünen karışıklıkların ardındaki sorunları doğru bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Bu analizi yapabilmek için karşımıza çıkabilecek engeller vardır. Bu engelleri aşmadan sorunu çözme yoluna gitmek beyhude çabalardan öteye gidemeyecektir.

Bu engellerin en önemlilerinden birisi, ulus devlet paranoyalarının ortaya çıkardığı uygulamalardır. Hâlâ ulus devlet paranoyaları ile meşgul olarak, tek tip insan, tek ideoloji, tek yaşama biçimi gibi antidemokratik dayatmaları sürdürürsek bu konuda ilerleme kaydetmek mümkün değildir.

İkinci engel ise, devletin dine yaklaşımıdır. Sorunu çözebilmek için toplumun inançlarını bir veri olarak kabul edip, ona göre çözüm yolları aramak gerekir. Toplumun inançlarını yok sayarak sorunları çözmeye çalışmak, yine beyhude bir çaba olmanın ötesine gidemez.

Bu noktada, bu iki temel engelle hayatı boyunca mücadele eden Bediüzzaman Said Nursî’nin görüşleri özel bir önem arz etmektedir. Bediüzzaman (1878-1960) hayatının büyük kısmında yaşadığı toprakların sorunlarının nasıl çözülebileceği üzerinde durmuştur. Osmanlı döneminde padişahlara, cumhuriyet döneminde de cumhuriyet hükümetlerine, bölgenin sorunlarını yazarak nasıl çözüleceğine dair fikirler ileri sürmüştür. Özetle, bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı marifet, san'at ve ittihad silâhıyla mücadele edeceğiz diyerek, sorunların nasıl çözülmesi gerektiğine dair prensipler koymuştur.

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ

Bu çalışmanın amacı, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserleri olan Risâle-i Nur Külliyatı’nda, Doğu ve Güneydoğuda yaşanan sorunlar hakkındaki çözüm tekliflerini sunmaktır.

Amaca giderken, en başta müellifin konu hakkındaki analizleri dikkatle tesbit edilmiş ve bu prensiplerin bugünkü şartlar içerisinde nasıl pratiğe dönüştürüleceği üzerinde durulmuştur. Bu çaba sonucunda, müellifin görüşlerinin bugün nasıl uygulanacağına dair çeşitli yorumlara gidilmiştir.

Yorum yapılırken hiç kuşkusuz müellifin eserleri temel alınmıştır. Bu eserler dışındaki kaynaklar sadece müellifin görüşlerini güçlendirmek amacıyla kullanılmıştır.

TEORİK ÇERÇEVE

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşayan Kürtler, 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Doğu seferinden sonra, yoğunca Türklerle bir arada yaşamaya başlamışlardır. Hiç kuşkusuz bundan önce de iki topluluğun karşılaştığı dönemler olmuştur; ancak bu tarihten sonra, iki topluluk arasındaki siyasal ve sosyal etkileşim daha da artmıştır. Bu tarihten itibaren Sultan Selim’in yönetim anlayışı, bölgede yaşayan Kürt aşiretlerini memnun etmiş; sonraki yıllardaki Osmanlı’nın gaza anlayışından memnun olan Kürt aşiretleri, 19. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’ne sadakatte bir kusur etmemişlerdir. Hatta Türk-Kürt öylesine kaynaşmış iki topluluk haline gelmiştir ki, kültürleri, hayat biçimleri, gündelik hayatları büyük ölçüde benzerlikler taşımaya başlamıştır. Türk ve Kürt unsurlarını birbirine kaynaştıran, benzerliklerini arttıran temel zemin, her iki toplumun da Müslüman olmasıdır. İki toplum arasındaki bu din kardeşliği duygusu var oldukça, barış ve kardeşlik içinde yaşanmış, bu duygu kaybedilmeye başlayınca, çatışmalar baş göstermiştir.

Türkler ve Kürtler arasında var olan İslâm kardeşliği duygusunu yaralayan en önemli tarihî olay hiç kuşkusuz Fransız İhtilâli olmuştur. Bu olaydan sonra, Osmanlı topraklarındaki pek çok etnik grubun ayaklanmaya başlaması zaman içinde Müslüman grupların da bundan etkilenmesine sebep oldu. 19. yüzyıldan itibaren, Arapların, Arnavutların ve Kürtlerin içinde de kıpırdanmalar görülmeye başladı. Arap ve Arnavut Müslümanlar Osmanlının çöküş yıllarında ayrılığı tercih ederken, Kürtler ezeli kardeşleri Türklerle Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşında omuz omuza mücadele ettiler.

Bu sırada Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte düşmanlara karşı savaşarak, Türk ve Kürt unsurları arasındaki dayanışmanın önemli örneklerinden birini vermiştir. Birinci Dünya Savaşında talebeleriyle birlikte Rus-Ermeni ittifakına karşı savaşarak, bu uğurda bir süre Rusya’da esir hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Rusya’dan, Bolşevik ihtilâli hengâmesinde kaçarak İstanbul’a gelen Bediüzzaman, İstanbul işgal edilince de işgale karşı direnilmesi gerektiğini savunmuş ve millî mücadeleyi destekleyen beyanname yayınlayarak kurtuluş mücadelesi verilmesini istemiştir.

Bediüzzaman, savaştan sonraki anlaşmalarda ayrılıkçı çabaları desteklemediği gibi, bilâkis birlik ve beraberliğin sürdürülmesi için önemli katkılarda bulunmuştur. Sevr Antlaşması sırasında Doğuda kurulacak bir Kürt devleti projesine karşı çıkarak Osmanlıya tabi olunması gerektiğini savunmuştur. Yeni devlet kurulmaya başlayınca da Meclise giderek, ülkenin daha güzel günlere hazırlanması için çaba sarf etmiştir. Ancak, kurucu irade ile arasındaki derin fikir ayrılıklarını fark edince Ankara’yı terk etmiş, mücadelesine Anadolu’nun ücra köşelerinde, sürgün ve hapis hayatı içinde sürdürmek zorunda kalmıştır.

Bu dönemde, Cumhuriyetin kurucuları, bir ulus devlet inşa sürecine girişmişlerdi. Fransız İhtilâlinden mülhem bir milliyetçilik anlayışı ile toprağa bağlı bir milliyetçilik geliştirmişler ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan herkesin Türk olduğu ideolojisini, resmî ideoloji olarak empoze etmişlerdir. Bu Cumhuriyet projesi, devletin resmî aygıtları tarafından, bütün halka zorla kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Bu anlayışa göre halk, modernleştirilmesi gereken bir topluluktu, elitlerin hazırladığı projenin halk üzerinde uygulanması gerekiyordu. Proje hızla uygulanmaya başlandı. Artık projeye göre, Türkiye’de yaşayan herkes Türktü. Halk Evleri aracılığıyla topluma sunulan yaşama biçiminin, Köy Enstitüleri ile ideolojik temelleri atılmaya başlandı. İdeolojinin taşıyıcıları da öğretmenlerdi. Bu Cumhuriyet projesi uzun yıllar çeşitli baskı araçları vasıtasıyla uygulandı.

Bu politikaları benimsemeyen Bediüzzaman, sürgüne gönderildiği Anadolu’nun ücra bir köşesi olan Barla’da, gelişen olaylara karşı fikri mücadele vermek için eserler yazmaya başladı. Halkın büyük bir ekseriyeti de devletin otoriter yüzüne karşı herhangi bir şey yapamadı. Bu süreçte hem etnik milliyetçilik beslendi, hem de herhangi bir başkaldırı hareketine karşı devletin sert yüzü gösterildi. Toplumun genelinde ulus devlet projeleri uygulanırken, çıkan isyanlar da güç kullanılarak bastırıldı.

1980’lere gelindiği zaman, artık bazı eylemciler baskılar karşısında kendilerini demokratik yollardan ifade edemeyince, illegal yollardan ifade etme çabasına girdiler. Bu sonuca halkın maruz kaldığı antidemokratik uygulamalar, ekonomik sıkıntılar, eğitim politikalarındaki yanlışlıklar ve güvenlik anlayışındaki hatalar da eklenince, bölgedeki kargaşa içinden çıkılmaz bir hale geldi. Toplumdaki huzursuzluk sona ermediğinden çatışma süreci günden güne artarak devam etti.

I. TEMEL İLKELER: DEMOKRATİKLEŞME,

EMPATİ VE SAMİMİYET

Şiddetin panzehirinin şiddet olmadığı açıktır. Bu gerçek insan ilişkilerinde önemli bir kuraldır. Bu sebeple terör belâsına bulaşmış bölgenin sorunlarını çözmenin en doğru yolu, demokratik ilkeler çerçevesinde bir yaklaşım geliştirmektir. Bediüzzaman, Doğu topluluklarını kurtaracak en önemli anahtar kelime olarak hürriyeti göstermiştir. Hatta İslâm dünyasını içine düştüğü geri kalmışlık durumundan kurtaracak yegâne aracın da hürriyet olduğunu eserlerinin pek çok yerinde belirtmiştir.

Bundan dolayı, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu ile ilgili yapılacak bir açılımın, demokratikleşme zemininde ele alınması gerekmektedir. Ancak bu çaba sadece bölge için düşünülemez. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesinde samimiyetin ölçüsü, ülkede yaşayan herkes için hürriyet istemektir. Yani Hakkâri’de yaşayan da, Trabzon’da yaşayan da, İzmir’de yaşayan da Antalya’da yaşayan da hürriyetlerine sahip olmalıdır. Aksi takdirde sağlanacak demokratik iyileştirmeler bölgesel bir fonksiyona sahip olur ki, bu uygulama toplum tarafından samimiyetsiz girişimler olarak değerlendirilir. Demokratikleşme, ülkenin güvenliği için bir araç olarak ele alınmamalı; bilâkis toplumun yaşam standardını yükseltecek bir amaç olarak algılanmalıdır.

Ülke genelinde yaşanacak bir kucaklaşmanın ön şartlarından birisi de empatidir. Yöneticiler halkı, halk yöneticileri anlayabilmelidir. Özellikle halk yöneticilerden samimî bir yaklaşım beklemektedir.

Halkın bu endişelerinin giderilmesi için, devletin samimî olduğu mutlaka gösterilmelidir. Samimîyetin ölçüsü de, yukarıda ifade edildiği gibi, devletin ulus-devlet uygulamalarından ve dini dışlayan anlayışından vazgeçmesi olacaktır.

YARIN: DEVLET ETNİK KİMLİKLERE BİNA

EDİLEMEZ

07.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (26.09.2009) - Endonezya’yı tanımak zaman ister

  (25.09.2009) - İstiklâl Camiinde sabah namazı

  (24.09.2009) - En kalabalık İslâm ülkesi

  (08.09.2009) - Bu evlere güneş de girmiyor, doktor da

  (07.09.2009) - Lübnan'da Ramazan Coşkusu - 3 - AHMET TURAN SÖYLER

  (06.09.2009) - ŞATİLLA KAMPI, AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ - AHMET TURAN SÖYLER

  (05.09.2009) - Lübnan kendine geliyor

  (05.08.2009) - Tarihin derinliklerine girdik

  (04.08.2009) - ‘Elveda ey gelin libasını giymiş acûze-i şemta!’

  (03.08.2009) - Ayasofya Camiinde namaz kılacak yer yok

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.