Basından Seçmeler |
Said Nursî’den bir ibareyi okursan
HAYATINDA bir kez olsun Said-i Nursi’den bir ibareyi kendini vererek okursan... Sen artık düşünceleri için hayatının sürgünlerde geçmesini göze almış bir adam olup çıkarsın...
Ahmet Hakan / Hürriyet, 6.10.2009 |
07.10.2009 |
Said Nursî’ye sol da sahip çıkabilir mi?
AHMET Kaya’ya Nâzım Hikmet’e muhafazakâr bir parti sahip çıkabiliyor da, sol veya DTP bir Necip Fazıl’a Said-i Nursi’ye sahip çıkabilir mi? Kongre salonunda bunun ipuçlarını görmedik. DTP, bu anlamda siyaset dili ve yaklaşımıyla statükocu sola daha yakın duruyor. Gerçi Ahmet Türk kongre konuşmasında “Eğer, demokratik sol bir akımı siyasetin merkezine taşıyamazsak, bu süreç bir restorasyonla- eskinin cilalanmasıyla sonuçlanabilir…” diyerek “demokratik bir sol”u tercih ettiğini söylüyor ama bu DTP’ye bugün hâkim olan “dışlayıcı” siyaset dili ve anlayışını değiştirmiyor.
Mahmut Övür Sabah, 6.10.2009 |
07.10.2009 |
O ahengi bulmak...
CUMHURBAŞKANI Gül, TBMM’nin açılışındaki konuşmasında, ülkemizde çağdaş demokrasinin başarısının “Millet adacıkları oluşumuna yol açmadan çokluk ve farklılıklar içinde birlik idealini gerçekleştirmek” olduğunu söyledi.Başbakan Erdoğan da çok farklı eğilimdeki simaları sayarak, bunların her birinin eksikliğinin, Türkiye için zaaf oluşturacağını ifade etti. Başbakan’ın saydığı isimler şöyle bir düşünce, inanç, kültür, zevk yelpazesini ortaya koymaktaydı: Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre, Mevlana, Sabahat Akkiraz, Tatyos Efendi, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Ahmet Hani, Said Nursi... Buna bakınca, bir bakıma Gül’ün teorik çerçevesinin Erdoğan tarafından somutlaştırıldığını düşünmek mümkün. Ben gerek Gül’ün gerek Erdoğan’ın böyle bir toplumsal ahengi samimiyetle arzuladığını, hükümet tarafından gerçekleştirilmek istenen “Demokratik Açılım”ın da böyle bir toplumsal empati ve uzlaşma iklimi oluşturmaya yönelik olduğunu düşünüyorum. Yapılan kamuoyu araştırmalarının, toplumda, inanç-düşünce-etnisite farklılıklarına karşı ciddi bir tepkisellik oluştuğunu ortaya koyduğu, devletin de farklı toplumsal oluşumlar karşısında hep teyakkuz halinde bulunduğu dikkate alınırsa, mevcut durumun ne kadar risk taşıdığı ve hedeflenen toplumsal ahengin ne kadar hayati değer taşıdığı tahmin edilebilir. Ancak... Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın işaret ettiği toplumsal vasat nasıl inşa edilecek, sorusu kolay cevaplanacak bir soru gibi gözükmüyor. Böyle bir hedef için... Devlet zihniyetinde -yazılı metinler dahil- köklü bir dönüşüm... Ve... Farklı toplum oluşumlarının zihin dokularının yeniden inşası gerekiyor. Bunun zorluğu ise, “Demokratik Açılım” etrafında oluşan müthiş gerilimle ortaya çıkıyor. Parlamento içinde müthiş bir farklılaşma var. Devlet içinde bizzat Başbakan’ın saydığı isimlerin düşünce-inanç-siyasi temsil çizgilerine karşı meşruiyet ambargosu var. Ve toplumda güven barikatları var. Şunu söyleyebilirim: Hükümete oy vermiş, hükümete güven duyan ve destekleyen toplum kesimlerinde bile, “Demokratik Açılım”ın kontrol edilebileceği, sonunda bölünme vs. gibi tehlikeli şeyler olmayacağı konusunda endişeler oluşmuş durumda. Anadolu’da nabız tuttuğunuzda AK Parti’nin oy kaybedebileceği tahminleri yapılıyor ki, bu da Başbakan her şeyi göze aldık dese bile, ahenk için çıkılan yolda, bir başka ahenksizlik ihtimalini gündeme getiriyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, iktidar partisi henüz, bu ülkenin yüksek yargısı tarafından kapatılmanın eşiğinden dönmüş bulunuyor ve üzerinde “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” yaftasını taşıyor. Yani iktidar partisi, bir yandan devletin resmi şablondan farklı yönelişlere kapalı meşruiyet kapılarını açmaya çalışıyor, bir yandan kendi meşruiyet problemi ile boğuşuyor. Türkiye’nin önündeki hayati soru şu: -Devlet zihniyetinde köklü dönüşüm nasıl olacak? -Farklı toplum oluşumlarının zihin dokuları birbirine tahammül ekseninde nasıl yeniden inşa edilecek? Bu iki hedefin gerçekleşmesinde devletin eğitim ve kültür politikaları etkili olacaksa, AK Parti iktidarının geçen 7 yıllık sürede böyle bir eğitim ve kültür politikası olmuş mudur? Başbakan’ın çizdiği çerçeve, bir tekil söylem olmaktan öteye geçip, bir devlet politikası ola bilecek midir? Devlet, böyle bir ahengi özümsemiş midir? Devlette var olan arayış mıdır yoksa ulaşılan en azından asgari müştereklerin paylaşımı mıdır? AK Parti kadroları, Başbakan’ın tahammül edilmesi zor performansı yanında, kendi paylarına düşen gayreti sergileyebilmekte midir? Ben bu soruların karşısına artılar koyamıyorum. O zaman da ne yazık ki kaygılar öne çıkıyor. “Cumhurbaşkanı güzel konuştu, Başbakan müthişti” demenin anlamı kalmıyor.
Ahmet Taşgetiren Bugün, 6.10.2009 |
07.10.2009 |
Soros ve Marx
CUMARTESİ gecesi birkaç kişi George Soros’la birlikteydik. Dünyanın en ünlü “spekülatörü”nün Türkiye’ye ilişkin bu kez iki merakı vardı: 1) Doğan Grubu’na verilen vergi cezasının anlamı ve gerekçesi; 2) “Kürt Açılımı”nın ne olduğu ve nereye varacağı... (...) Soros’la o gece Karl Marx’ı, tarihin en ünlü Yahudilerinden birini konuştuk. Bilmeyenin inanması zor ama Soros, Marx’ın bir-iki nokta hariç ekonomiye ilişkin görüşlerine yakın.
Cengiz Çandar Radikal, 6.10.2009 |
07.10.2009 |
Mozaik/leşmek/ten ne çıkar?
TEK sesli, tek boyutlu ulus projesinin çıkmaz sokak olduğu, bu projenin ne yeni bir ufuk ne de soluk üfleyecek birikimden mahrum olduğu, bu ülkeyi bir yere taşıyamayacağı, nefesini tıkadığını görmeyen yok. Sadece, bunu sesli olarak dillendirmeyenlerin varlığından söz edilebilir. Onların kaygısı da sınıfsal konum/statükolarını koruma endişesinden kaynaklanıyor. Bu tıkanmışlığın yüksek sesle ifade edilmesi, handiyse “devlet politikası” haline gelmesi kulağa hoş geliyor. Mesele de burada başlıyor zaten. Madem tek boyutlu bir kalıba indirgenemeyecek kadar zengin kültürel zenginliğe sahibiz o halde bunları sahiplenelim demek isteniyor. Bu zenginlik gündelik siyasetin dilinde birden ‘mozaikleşme’ye, güdükleşmeye başlıyor. Hafızanın tazelenmesi, zihnin uyuşukluğunu atması, ışığın karşısında kamaşan gözlerin açılması zaman alacak gibi görünüyor. Siyasi partiler mozaik liste yarışına girdiler. Önce AKP Türkiye mozaiğini açıkladı. Kimler yoktu ki bu mozaikte. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Pir Sultan Abdal, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre, Mevlana, Mehmet Akif… Bir zamanlar tabu sayılan Said-i Nursi’den Nazım Hikmet’e uzanan liste ile belki bir ilke imza attı. Dünkü gazetelerde karşı mozaik listeler yayınlanmaya başladı. Sözgelimi CHP’den Kılıçdaroğlu kendi listesini hazırlamakta gecikmedi. Yaşar Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Aziz Nesin, Ziya Gökalp, Yılmaz Güney, Mimar Sinan, Kul Himmet, Cemil Meriç, İdris-i Bitlisi, Mustafa Suphi, Agop Dilaçar …liste birkaç eksiği ile böyle. Bu iki listeyi karşılaştırmadan önce bütün olarak ele aldığımızda, bizi biz yapan birleştirici unsura mı işaret ediyor yoksa daha mozaikleşme temayülü ne mi işaret ediyor? Eleştirmiş olmak için eleştirmek yerine Türk siyasetinde söz sahibi olanların zihin haritalarının yakıcı gerçekliği ile yüzleşmek durumundayız. Bu listelerin ortaya çıkardığı yakıcı durum siyasette söz sahibi olan, topluma nizam verme iddiasındaki kadroların sergilediği bir tür idrak durumudur. Yani, bir toplumun ortak kültürünü oluşturan kurucu isimlerin mozaikleştirilme tehlikesi söz konusu. Daha açık bir dille söyleyecek olursak Mimar Sinan’ın renklerden bir renk sayıldığı bir tarih ve kültür şuurundan söz ediyoruz. Benzer bir durum Mehmet Akif isminde bile buluşamamış bir hafızasızlık durumu söz konusu… Ne de olsa milli şairini sürgüne göndermiş bir zihniyetin kalıplarıyla düşünüyoruz hâlâ. Hiçbir batılı toplumda kendi medeniyetin kurucu babaları renklerden bir renk olarak sunulmaz tartışma konusu yapılmaz. Shakspeare İngilizler için renklerden bir renk değil İngiliz kimliğini oluşturan kurucu isimlerden biridir. Yakın dönemler için büyük uzlaşmaların olmaması anlaşılabilir durum olsa da bin yıllık bir tarihin birikimini açığa çıkaracak ortak isim bulunamıyorsa burada ciddi bir sorun var demektir. Hem de derin bir kimlik ve dahası ‘kendini idrak’ sorunu var demektir. Çizilen resim sanki tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluk görüntüsü veriyor. Toparlayıcı olmak adına bu toplumu ‘var ve mümkün kılan’ isimlerin marjinalleştirilmesi, kültürel mozaikleşme tehlikesinin ortaya çıkabileceği muhtemelen hiç düşünülmedi bile. Mimar Sinan, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli bu kültürün kurucu isimleri olmaktan çok mozaik parçalarından bir parça olarak sunulabilir mi? Kimsenin bu niyetle yaptığını sanmıyorum. Ne var ki adeta bir “bilinç kamaşması” yaşanıyor. Tek tip ulus projesi hafızaları o kadar imha etmiş ki adeta idrak haritalarımız kaybetme durumuna geldik. Birleştirici olmak adına onbeş ortak isim sayamayan bir hafıza kaybından söz ediyoruz. Tüm farklılıkları zenginliğe çevirmek ortak hafızaya sahip olmayı gerektirir. Bu toprakların yoğurduğu bir medeniyetin çocukları olarak üzerinde ittifak edilmiş birkaç isim sayamayan bir siyaset kültürü bu ülkenin ufkunu açmaz ancak karartır. Bu kısır döngü; Türk ve Kürt milliyetçilikleri ve tek tipleştirici ulusalcılıkların kurutucu ikliminden beslendi. Bu ülkeye yeni bir başlangıç yapmak isteniyorsa üzerimize giydirilen deli gömleklerini çıkartıp, ithal paradigmaları terk etmekle işe başlamalı.
Akif Emre / Yeni Şafak, 6.10.2009 |
07.10.2009 |