Görüş |
Küresel krize çare
Tarih boyunca pek çok insan iyiyi ve güzeli bulma adına yola çıkmış, ancak doğru yolda ilerlemediği için sonuçta hep hüsranla ve krizlerle karşılaşmıştır. İnsanlara doğru diye hep yanlış reçeteler verilmiştir. Bu reçetelerdeki ilâçları kullanan toplumlar ve fertleri huzuru ve mutluluğu gerçek mânâda yakalayamamışlardır. Bu ilâçları kullananlar bunalımlardan, krizlerden kurtulamamışlardır. Hayatın sadece maddî cephesini ele alan tek yanlı görüş tarzları toplumların ekonomik ve sosyal yapısında dengesizliklere, krizlere ve manevî sahada çöküntülere yol açmıştır. İnsanlığa ekonomik eşitliği, refahı, mutluluğu vaad eden sosyalizm 1989’da büyük krizine şahitlik ediyordu. Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, “Kral çıplak” dedi. Tekerlek artık dönmüyordu. Bir Perestroyka’ya, yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardı. Sovyetler, 70 yıldır sürdürdükleri iddiayı terk etmişlerdi. İnsanlık kaçınılmaz olarak komünist bir dünyaya gitmiyordu. Sistem tıkanmıştı. Sosyalizmin tıkanması, kapitalist dünyaya büyük moral verdi. Oradan bakıldığında, Batı’nın liberal-kapitalist değer yargıları bir zafer kazanmıştı. Tarihin sonunu komünizm değil, liberal-kapitalist değerler dünyası getirecekti, son insan da bu değerler dünyasının insanıydı. Şişirilen balon patladı. 2007’nin ortalarından başlamak üzere ve 2008’in sonuna doğru şiddetlenen ve 2009’da tesirlerini bütün dünyada arttırarak devam ettiren, kapitalist dünya, hem de sistemin en tepesindeki ülkeden başlamak üzere, müthiş yıkılışlara sahne oluyor. “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin” ilkesiyle büyüyen yapı, şimdi imdat çığlıkları attığında “Bırakınız ölsün” demiyor. “Ölsün” demiyor, çünkü orada başlayan çöküş, küresel bağlantılar sebebiyle uzaydaki kara delikler gibi bütün dünyayı içine doğru çekiyor. Suçlular ortada. Birisi iflas etti, diğerinin de insanlığın başına ne açtığını hep beraber seyrediyoruz. Genel bir değerlendirme ile bugünkü küresel ekonomik krizin temel nedenlerine inmek farklı ilmi disiplinleri ve ideolojileri ilgilendiren tartışmaları da beraberinde getirmektedir. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan dramatik değişikliklerin, insanın bitmek tükenmek bilmeyen hırsının ve sınır tanımaz hazcılığının bir neticesi olarak değerlendirmek mümkün müdür? Bu bağlamda, bir yandan Katolik dünyasının ruhanî lideri Papa’nın yaşanan ekonomik krizi “ilâhî bir ikaz” olarak yorumlaması ve her şeyi maddiyatta arayan bir anlayışın yanlışlığına dikkat çekmesi dikkate değer bir açılımdır. Diğer yandan, insanı ve oluşturduğu toplulukları değişime zorlayan felâketlerin uzun vadede insanlığın geleceği açısından müsbet gelişmeleri de beraberinde getirdiğini ifade eden Bediüzzaman, “Rüyada Bir Hitabe” isimli makalesinde I. Dünya Savaşı’nın nedenleri ve sonuçları hakkında yaptığı değerlendirmeyi ‘Felaketten dahi saadet çıkar’ tesbitine dayandırmaktadır. Ona göre, insanlığa tarihinin en büyük zulümlerini yaşatan Dünya Savaşları, insanların ebedi saadetinin zeminini hazırlayan değişikliklere de yol açmıştır. Bu açıdan, İslâm toplumlarının da temel sorunlarından biri olan dünyevileşme ile kriz arasında nasıl bir ilgi kurulabilir? Bediüzzaman’ın da işaret ettiği şekilde insanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep olan ahlâkî dejenerasyonun önünü açan bir medeniyet algısının bu tür krizdeki rolü nedir? Tüm dünyada bulaşıcı bir hastalık haline gelen israf alışkanlığının, zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî ihtiyaçlar haline dönüşmesine sebep olan görenek ve özentinin önüne geçilebilmesi nasıl sağlanacaktır? Sosyalizmden sonra kapitalizmin krizi ile mi karşı karşıyayız? Kriz sonrası insanlığı nasıl bir tablo beklemektedir? Beşerin bundan sonraki yaşayacağı dönemin özellikleri neler olacaktır? Yukarıdaki sorulara, bu yıl “Bediüzzaman Haftası” etkinlikleri kapsamında 21-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi’nde sunulan tebliğlerde cevaplar verilmeye çalışıldı. Kongre’nin konusu olarak belirlenen ‘Küresel Kriz ve Said Nursi’nin İktisat Görüşü’ başlığı altında uzmanlar, akademisyenler ve araştırmacılar tebliğler sunulmuştu. “Çevre ve iktisat” masasında ben de bir tebliğ sunmuştum. Küresel krizin tesirlerini acımasız şekilde göstermeye devam ettiği günümüzde, dünya ülkeleri ve uluslar arası kuruluşlar Krizi çözmek için çalışıyorlar toplantılar yapıyorlar. Bu toplantılardan en önemlilerinden birisi 6-7 Ekim 2009 tarihinde İstanbul’da gerçekleşecek. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 6-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapacağı yıllık toplantılarında krizde toparlanma sürecine yönelik stratejiler belirlenecek. 13 bin civarında kişinin katılması beklenilen toplantıya Türkiye, 1955 yılından sonra ikinci kez ev sahipliği yapacak. IMF Survey Dergisi’nde Türkiye’de yapılacak Yıllık IMF toplantısına ilişkin yapılan haberde şöyle denildi: “Kriz sonrası döneme geçişin anahtarı, uygulanan politikaların küresel düzeyde koordinasyonu dünya ekonomisinin çöküşün eşiğine gelmesinden bir yıl sonra, dünyanın dört bir yanından siyasi liderler ve finans sektörü çalışanları, ekim ayının başında İstanbul’da düzenlenecek olan IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları ile son bulacak olan bir dizi üst düzey toplantı kapsamında bir araya gelecek. Gündem maddeleri, krize verilen küresel tepkinin değerlendirilmesi ve bir sonraki adımın ne olması gerektiğinin tartışılması olacak. 24-25 Eylül’de 20 gelişmiş ve gelişmekte olan pazar ekonomisinin bir araya geldiği Pittsburgh zirvesinin ardından düzenlenecek olan Yıllık Toplantılar, 1930’larda yaşanan Büyük Buhrandan sonra dünya ekonomisinin karşı karşıya kaldığı en ağır kriz sonrasında uygulanacak stratejinin belirlenmesi açısından büyük önem taşıyor.” Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 6-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapacağı yıllık toplantılarında gündem maddeleri, krize verilen küresel tepkinin değerlendirilmesi ve bir sonraki adımın ne olması gerektiğinin tartışılması olacak şeklinde belirtilmektedir. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 6-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapacağı yıllık toplantılarındaki gündem maddeleri, 21-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda “IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi”nde sunulan tebliğlerde tartışılarak cevaplar verilmeye çalışılmıştı. Kongrede sunulan tebliğler; Köprü Dergisinin, Bahar 2009 ve Yaz 2009, (106 ve 107. sayılarında) “Küresel Kriz ve Said Nursi’nin İktisat Görüşü’ I/II” başlıkları altında yayınlanmıştır. Ayrıca Mart 2009’da Yeni Asya Neşriyat tarafından, “Küresel Krizden Küresel Huzura” (Mehmet Abidin Kartal imzalı) kitabı yayınlanmıştır. Küresel krize kalıcı çözüm yollarının dile getirildiği, IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi”nde sunulan tebliğlerin tanıtımının çok iyi yapılması gerekiyor. Gerekirse bu dergiler dünya dillerine çevrilerek, bu konudaki hizmet daha geniş çevrelere ulaştırılmalıdır. Çözüm dergi ve kitaplarda yazılmış. Sıra tebliğde, insanlara ve en önemlisi yetkili kuruluşlara ulaşabilmek… Bakarsınız bazı şeyler değişebilir… Son söz olarak şöyle diyebiliriz: Materyalist Batı medeniyetinin yaygınlaştırdığı hayat tarzından doğan bunalımları, krizleri aşmak için, israf ve tüketim çılgınlığına karşı iktisat ve kanaat, sefahat ve tembelliğe karşı iffet ve çalışma, emek, hizmet prensiplerini hakim kılmak; büyük sosyal huzursuzluklara ve krizlere yol açan gelir dengesizliklerinin izalesi için de, Kur’ân’daki zekât emriyle faiz yasağını dünya ölçeğinde uygulamak gerektiği gerçeğini fertler, toplumlar ve IMF artık anlamalıdır. Zekat, üniversitelerde ders olarak okutulmalıdır. Ekonomik ve sosyal adalet gerçek anlamda zekâtla gerçekleşir. Başka çözümü olan söylesin… |
MEHMET ABİDİN KARTAL 06.10.2009 |
Bu yangını söndürelim!
MEMLEKETİMİZİN çözülmesi lâzım olan pek çok meselesinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunların en ehemmiyetlisinin iman zayıflığı olduğu şüphesizdir. İman ne kadar kuvvetli olursa, insana zarar veren sebebler azalır. 1980 ihtilâline kadar toplum birçok hassasiyetlere sahipti. Ortak meselelerde birleşmek daha kolay oluyordu. Din, iman, vatan, millet gibi ortak kavramlar daha önde idi. 1980 öncesi kasıtlı çıkarılan anarşi ortamı, ihtilalden sonra moda, lüks tüketim, dünyevîleşme, menfaat-i şahsî, cemaatleri bölüp parçalama ile pekiştirildi. Televizyonlar ve diğer medya kuruluşları ile aile bombalandı, içki sıradanlaştırıldı. İçki tüketimi kat kat arttı. Bu girişten sonra konuya geçelim: Ben yaklaşık 45 yıldır İzmir’de oturuyorum. Çeşitli semtlerden sonra yaklaşık 5 yıldır Eşrefpaşa’da oturuyorum. Semtimiz İzmir’in bir çok kentine göre muhafazakâr bir semttir. Evimiz Eşrefpaşa ana caddesi üzerinde bulunuyor. Cadde üzerinde birçok süpermarket, büfe ve kuruyemiş dükkânları bulunmaktadır. Maalesef bu yerlerde en çok içki satılmaktadır. Zaman zaman büfelerin önünde bira yığınları görüyorum. Bazen konuştuğun iş yeri sahipleri “Hocam bunları satmazsak yaşayamayız” diyorlar. Bu olaylar böyle sürerken bizim evin karşısında büyük bir dükkân boşaldı. Bir kaç gün sonra “ALL COOL” levhası asılarak bir hazırlık yapıldı. Biz nasıl bir yer açılacağını merak ederken büyük oğlum “Baba oraya alkol dükkânı açılacak”dedi. Bir kaç gün sonra bir de baktım; hakikaten içinde yerli-yabancı her türlü alkolün bulunduğu bir satış yeri. Güzel bir vitrin ve ışıklandırma ile insanları içki almaya davet ediyor. İçki satışlarının bu kadar özendirilmesi, yetkilileri hiç rahatsız etmiyor mu? Bu yer camiiye 20, ilköğretim okuluna 50 metre uzaklıkta. Bu yerlerin okul ve camiilere bu kadar yakın açılması kanuni noktadan bu kadar kolay mı? Sigaraya yapılan zamlar insanları sigarayı bırakmasına bir neden oluyor, aynı şey neden alkollü ürünlerede uygulanmıyor? Dinimize göre sigara içmek mekruh (haram olmayan ama dinen sakıncalı) ama içki içmek haram olduğu halde niye göz ardı ediliyor? Kalıcı çözümün içki satan ve içenlerin imanlarını kuvvetlendirmek olduğuna inanan Yeni Asya okuyucularına ‘gayret’ diyoruz. Kesin çözüm Risale-i Nur Külliyatında. Yetkililerden rica ediyoruz ki; alınacak tedbirler varsa hemen alsınlar. Vatandaş olarak bizden istedikleri varsa bize düşeni biz de yapalım. Gayret bizden, yardım Allah’tan... H. Muharrem Okur İzmir |
06.10.2009 |