Şaban DÖĞEN |
|
Şişenin elmas olması |
İnsan hiçbir eşyasının elmas değerindeyken kırılacak değersiz şişe parçaları gibi kıymetsizleşmesini istemez. Ya mümkün olsa cam parçalarını elmasa dönüştürebileceğini öğrense bunun için canını vermez mi? Peki, ya kim organ, duygu ve yeteneklerinin, elmas gibi değerli olabilecekken birer cam parçası durumuna düşmesini ister? Nur’un İlk Kapısı’nda, sahip olduğumuz yetenek, organ ve duyguları eğer Allah yolunda kullanırsak “bakî birer elmas” değerine yükselirlerken, nefis hesabına kullandığımızda ise “fani birer şişe” durumuna düşeceklerine dikkat çekilir.1 Bu hakikat Sözler’de (6. Söz) gayet nefis bir şekilde karşılaştırmalı olarak akıl, göz ve dil örnekleriyle de anlatılır. Buna göre, eğer akıl Cenâb-ı Hak hesabına değil de nefis hesabına kullanılırsa insanı rahatsız, huzursuz ve taciz eden zararlı, uğursuz bir âlet durumuna düşer. Geçmişte başına gelen hüzne gömen acıları, gelecekte gelebilecek korkutucu olayları başına yükletir, hayatı yaşanmaz hâle getirir. İşte günahkâr adam aklın taciz ve sıkıntısından kurtulmak için çoğu kere sarhoşluğa ve eğlenceye kaçar. Eğer akıl, aklı veren gerçek sahibi Allah hesabına kullanılırsa kâinattaki “rahmet hazinelerini ve hikmet defineleri”ni açar ve insanı ebedî mutluluğa götüren bir mürşid durumuna yükselir. “Rahmet hazineleri ve hikmet defineleri” denilince ne anlamalıyız? Bilindiği gibi rahmet zerreden kürelere kadar bütün kâinatı kuşatmış bir hakikat. İçtiğimiz soğuk sudan soluduğumuz temiz havaya, yediğimiz ekmekten çeşit çeşit nefis meyvelere, elimiz ayağımızdan aklımız fikrimize kadar sayısız nimet birer rahmet eseri. Hikmet defineleri de maddeten ve manen istifademize sunulan, içerisinde nice faydalar bulunan enva-ı çeşit nimetler, rızıklar. Meselâ akıl, ruh, kalp, göz, dil, toprak, hava, su, güneş gibi nimetlerin herbiri birer hikmet definesidir. Tefekkürle bu rahmet hazinesi ve hikmet definesi nimetlere baktığımızda bize bunca nimeti ihsan eden Rabbimize şükran duyguları içerisinde dolar, sevinç ve mutluluktan yerimizde duramaz hâle geliriz. Bu tefekkür, bu şükür ise bizi ebedî saadete götürür. Meselâ gözü ele alalım. Ruh bu âlemi göz penceresiyle seyreder. Eğer göz Cenâb-ı Hak hesabına değil de nefis hesabına çalıştırılırsa geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve nefsin arzu ve heveslerinin kavvadı durumunda bir hizmetkâr olur. Eğer o gözü- gözü veren San'atkârı hesabına ve izni dairesinde kullanırsak “o zaman şu göz, şu kitab-ı kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mû'cizat-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.” Evet, Allah hesabına ve izni dairesinde kullanılan gözün önüne şu kitab-ı kâinat, yani kâinat kitabı bir kitabın yaprakları gibi açılır, herşeyi mütalâa eder, inceler, verilmek istenen mesajları alır, mânâlarındaki derinlik karşısında heyecan ve hayret duyguları içine girer. Yine göz âlemdeki “mû'cizat-ı san’at-ı Rabbâniye,” herbiri birer san'at mu'cizesi olan varlıkların, meselâ bir çiçeğin, bir tavus kuşunun, bir insanın Cenâb-ı Hakkın birer san'at mu'cizesi, harikası olduklarını merak ve iştiyakla seyreder. Yine güz yeryüzü bahçesindeki rahmet çiçeklerine konan ve herbirinden tefekkür üsareleri alıp marifet balı yapan mübarek bir arı olur. Kısaca bütün organ, duygu ve yetenekleri aynı şekilde kullandığımızda herbirinin birer cam parçası iken birer elmas kadar kıymetlendiğini görürüz.
Dipnot:
1- Nurun İlk Kapısı, s. 12. 07.10.2009 E-Posta: [email protected] |