Görüş |
Helâl gıdaya azamî dikkat
Üstad Hazretleri “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil” derken bir yol haritası çiziyor. Risâle-i Nurlar bu felâket asrının insanları için muhteşem bir kurtuluş reçetesi sunuyor. Risâle-i Nurların okunduğu bir evde doğup büyüdüm. Yurt dışında daha iyi anlıyorum bu eserlerin kıymetini. Hollanda’da mecburen okul kantininden bazı yiyecekler aldığımız oluyor. Okulun geneli Hıristiyan öğrencilerden oluştuğu için domuz eti içeren ürünler de satıtılıyor. Benim bir şansım, okul kantininde çalışan bayanlardan birisi Musevi. Benim Müslüman olduğumu bildiğinden kendi domuz eti yemediği için bana da domuz eti içermeyen ürünlerden veriyordu. Şu an başka bir şehirde aynı branştaki okula geçiş yaptım. Burada Türk öğrenciler çoğunlukta, ama maalesef yiyeceklerin muhtevasına dikkat etmiyorlar. Bazı ikramlarda bulunmak istiyorlar. Ben de ürünün içinde domuz eti veya yağının olup olmadığını en ince detayına kadar inceliyorum. Bu sefer bana; “Sen de çok titizsin, bu kadarı da fazla değil mi?” diye sitem ediyorlar. 2 yıl önce bir süper markette alış veriş yaparken aynı titizliği gösterdiğimi gören yaşlı bir Türk amca, kendisine de içerisinde domuz eti ve yağı olmayan ürünleri seçmem için yardımcı olmamı istemişti. Evet mesele bütün çıplaklığı ile ortada. Cennet ucuz değil. Malesef Batıdaki yeni kuşağın mutlaka Risâle-i Nurlarla tanışmaları gerekiyor. Değilse manevî kan kaybı çok olacak. Bu yaz Fethiye’de tanıdık bir öğretmene misafir olmuştuk. Onların bir tanıdığının anlattığı şu durum da hiç hoş değildi: “Ben dahil, yemek işi yapanların, otel çalıştıranların çoğu yaban domuzu veya domuz ürünlerini müşterilerimize veriyoruz. Çünkü domuz eti çok ucuz. Buralara tatile gelenler de zaten ucuz gıdayı tercih ediyor. Kimse sormuyor; bu etler domuz eti mi, dana veya koyun eti mi?” diye itirafta bulunmuştu. Müslümanların çok hassas olmaları gerekiyor. “Tek Türkiye” dizisinde de teröristler dağa çıkan genç insanlara, önce domuz eti yedirerek imanlarını çalmaya çalışıyorlar. İnsanımızın bu duruma gelmesinde her halde yediğine içtiğine dikkat etmemesinin rolü vardır. Cenâb-ı Hak bir şeyi yasaklamışsa onda çok büyük hikmetler olduğu hatırlanmalı.
HOLLANDA GÜNDEMİNDEN KESİTLER Hollanda’da araba hırsızlarının çaldıkları otomobilin içindeki 6 aylık bebeği sokaktaki çöp konteynırının yanına bıraktıktan sonra bebeğin ağlamasını duyan Utrecht’te süpermarket işleten Rabia Toprak isimli bir Türk hanım üşüyen bebeği evine götürüp sütle karnını doyurduktan sonra durumu polise bildirmiş. Polis aracılığı ile bebek Ukraynalı ailesine teslim edildi. Hollanda’nın Telegraaf Gazetesi ve televizyon kanalları Rabia Korkmaz ile yaptıkları röportajları bu ülkede yaşayan insanlara ulaştırdılar. Korkmaz: “Bizler bu ülkede yaşıyorsak cesaret gösterip katılımcı olduğumuzu göstermeliyiz” mesajını verdi.
|
H. KÜBRA AKDEMİR 08.10.2009 |
Çok mu abartıyorum? Geçtiğimiz Haziran ayında AB Eğitim ve Gençlik Programları dâhilinde, “Avrupa – Akdeniz Bölgesi için Kültürlerarası Diyalog Merkezi” tarafından Bulgaristan’ın Pamporovo şehrinde düzenlenen “Avrupalı Gençler Gençliğin İçine Düştüğü Aşırı Şiddet Eğiliminin Engellenmesinde Çalışıyorlar” konulu uluslar arası bir projeye katıldım. Projede Filistin, İsrail, İtalya, Ermenistan, Azerbaycan, Polonya, Türkiye, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Rusya, Belçika, İngiltere, Makedonya, Mısır, Yunanistan gibi 15 değişik ülkeden toplam 30 katılımcı vardı. Seyahatimizin Kapıkule kısmında hava durumu bültenlerinde sık sık duymaya alıştığımız “Balkan’lardan gelen serin ve yağışlı hava kütlesi” ifadesini daha oracıkta tecrübe etme imkânı buldum. Zira hayatımda böylesine yoğun ve şiddetli bir yağış gördüğümü hatırlamıyorum. Muazzam güzel yaratılmış bir ülke Bulgaristan. Çok yeşil ve sulak bir memleket. Seyahatimiz ilk olarak Sofya’dan başladı. Sofya tarihî dokusu ile güzel bir şehir görüntüsünde. Birçok tarihî değeri olan ve hatıra taşıyan yapıları görmek mümkün. Bir tane de camii mevcut. 15. asırda yapılan Kadı Seyfullah Camii’nin mimarı Mimar Sinan. Cami Avrupa’nın yapılan ilk camileri arasında yer alıyor. Son günlerde Mimar Sinan tarafından tasarlanan ve Avrupa’nın en eski camilerinden biri olan bu caminin hemen yanında yapılan metro kazılarının cami duvarlarında çatlaklar meydana getirdiği biliniyor. Yani hâlâ en iyi devirlerini Osmanlı zamanında yaşayan bu insanlar bize tahammül edemiyorlar. Belki de kalan son eseri de böylece ortadan kaldırmak istiyorlar. Neyse yazının bu noktasında kadar her şey normal gibi gözüküyor. Peki bu başlık ne diyeceksiniz? Gelelim bu noktaya. Programdan sonra bir müddet daha Bulgaristan’da kalarak farklı yerlerini görmek istedik. Bunun için bizim Filibe, onların ise Plovdiv olarak adlandırdığı şehre gittik. Burası tam bir Osmanlı şehri görünümünde. Gerek evlerin mimarisi olsun, gerek bizim sur içi tabir ettiğimiz bölgedeki eserler olsun size böyle bir hava veriyor. Bu şehirde de iki tane cami bulunuyor. Biz şehri gezerken ben öğle namazımı geciktirdim ve gezimiz sırasında ziyaret ettiğimiz bu camilerden ilkinde ikindiye yakın bir zamanda kılabildim. Bu camiden ayrıldıktan sonra şehri gezmeye devam ettik ve bu sırada ikindi ezanı oldu. Tabiî ezanlar Türkiye’deki gibi çok yüksek bir sesle okunmuyor. Bu da ayrıca insanda burukluk meydana getiren bir tablo. Ben bu namazımı da geciktirmemek için hemen ikinci camide eda etmek istedim. Kıldıktan sonra beraber gezdiğimiz diğer Türk arkadaşım bana “Bence” dedi “Sen biraz abartıyorsun.” Başlangıçta ne demek istediğini anlayamadım. “Benim bir sürü dindar arkadaşım var, fakat hiçbiri senin gibi değil. Oruç bile seferi iken tutulmayabiliyor” diye bana ‘fetva’ verdi. Ben de cevaben “Evet orucun böyle bir durumu var. Ama namaz bambaşkadır. Her ne şartta olursa olsun kılınmalıdır. Hem niçin abartıyorum? Ben günde altı, yedi ya da sekiz vakit kılmıyorum. Beş vakit farz namaz var onları kılıyorum” dedim. İşte tam bu noktada Üstadımızın 21. Söz’ün girişinde belirttiği, hepinizin de bildiği “Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: Namaz iyidir, hoştur. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor. … O vakit anladım o zât o sözü bütün nüfûs-u emmârenin nâmına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir” ifadesi aklıma geldi. Ve bir kez daha müşahhas olarak Risâle-i Nur’ların önemini anlama imkânı buldum. Son bir not olarak; Kültürlerarası Köprü Derneği’nin bir çalışması olan “7 milyar Tabiat Risâlesi dağıtımı” kapsamında katılımcılara bu kitaptan da hediye ettim. Bunun ile ilgili izlenimlerimi de İnşallah başka bir yazıda sizlerle paylaşırım.
|
BURAK ZEKİ GÜNEŞ 08.10.2009 |