09 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Çocuğun babası üzerindeki hakkı güzel isim koyması, evlenecek yaşa geldiğinde evlendirmesi ve ona Kur'ân'ı öğretmesidir.

Câmiü's-Sağîr, No: 1978

09.10.2009


İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak

Ye’sin burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.

Bu dâvâma çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:

İşte, İslâmiyetin hakâiki hem mânen, hem maddeten terakkî etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan mânen terakki ise: Biliniz, hakikî vukuâtı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. İşte, tarih bize gösteriyor. Hattâ, Rus’u mağlûp eden Japon Başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakkî ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve hercümerc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir. Yani, salâbet ve taassuplarının zaafiyeti nisbetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.

Hem Asr-ı Saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakinî ile ve İslâmiyete tercih etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avâmın delilsiz, taklidî bir sûrette başka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki, bütün dinlerin etbâları ise—hatta en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların—muhakeme-i akliye ile İslâmiyete dahil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat’î bürhan ile İslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar.HÂŞİYE

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.

HAŞİYE: İşte, bu mezkûr dâvâya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu dâvâya kırk beş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’ân’ı mekteplerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı set olmak için kabul etmeleri; ve İngilizin mühim hatiplerinin bir kısmı Kur’ân’ı İngilize kabul ettirmeye taraftar çıkmaları; ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalâha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan bu müddeayı ispat ediyor, kuvvetli bir şahit olur.

Hutbe-i Şamiye, s. 28-30

LÜGATÇE:

ye’s: Ümitsizlik.

hakaik-i Kur’âniye ve imaniye: İman ve Kur’ân hakikatleri

müşevveş: Karışık.

bürhan: Delil.

mukaddemat: Başlangıçlar, hazırlıklar.

temeddün: Medenîleşme, gelişme, ilerleme.

tevahhuş: Vahşileşme, medeniyetten uzaklaşma.

tedennî: Gerileme, alçalma.

muhakeme-i akliye: Akılla iyice düşünme, hüküm verme.

delil-i yakinî: Çok kuvvetli delil.

etbâ: Tâbi olanlar, uyanlar.

ef’âl: Fiiller, davranışlar.

09.10.2009


Said Nursî’li bir Türkiye

Doğup büyüdüğü ülkesini bütünüyle kucakladı. Ona “mübarek vatan” dedi ve çok sevdi. Sevdiği ülkesi ve milleti için İ’lâ-yı Kelimetullah uğrunda harplere girdi, düşmanla cephede çarpıştı. Düşmana esir düştü. Yıllarca esaret hayatı yaşadı…

Yılmadı, milletin iman selâmeti için ciltlerle eser telif etti. Ahlâklı ve faziletli insanların yetişmesine vesile oldu. Ülke insanının birlik ve beraberliği için çalıştı. “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur’ân’dır” şeklindeki harika sosyolojik tesbitiyle kucaklayıcı bir tavır sergiledi. Milletin gerçek saadeti uğrunda maruz kaldığı bir çok çile ve cefaya rağmen yılmadı, doğru bildiği her hakikati yerinde haykırdı.

Bütün bu hususiyetlerinden dolayı onu sevenler oldu. Haklı olarak sevgi seline mazhar oldu, kalp ve gönüllerde bir sevdalaştı. Öte yandan ona kızanlar da oldu; ondan korkanlar da...

Kur’ân’dan tereşşuh eden mükemmel eserleriyle kalp ve gönüllerde makes bulsa da, karanlığa sevdalı zihniyetin akla hayâle gelmeyen sıkıntılarına maruz kaldı. Hayırlı işlerin muzır manileri nevinden öne çıkan menfî zihniyetin bütün olumsuz tavırlarına rağmen, hak ve hakikat adına konuşan fikirleriyle Said Nursî, bir Türkiyeli olarak vazgeçilmez önemli şahsiyetler içinde baş tâcı edilecek mevkiye yükseldi.

Eserleriyle milyonların gönlüne taht kuran Said Nursî, Türkiye’nin mânevî mimarlarından yâd edildi. Onsuz mânevî değerlerin eksikliğinden söz edildi.

Yükselen ‘doğru İslâm’ın adı olan eserleriyle Said Nursî’li bir Türkiye’nin çok şeyler kazanacağına şüphe edilmez inanç da böylece pekişmiş oldu.

Duymayanlara duyrulur...

Gazeteler Onu Yazar,

Televİzyonlar Onu Söyler…

1935 yılının acı bir günü Bediüzzaman Hazretleri, 120 talebesiyle birlikte vagonlarla Isparta’dan Eskişehir hapsine naklediliyor…

Anlatılanlara göre “Hepsini imhâ edin” direktifiyle elleri kelepçelenmiş maznunların tek suçu(!) kitap okumak, yazmak ve yaymakmış… Ne acı!.. değil mi?

Nihayetinde, Eskişehir hapsinde bir yıl çile ve cefa çektiriliyor. Ve sonunda beraat. İslâm ve iman düşmanları bununla da yetinmeyerek aziz Üstadı Kastamonu’ya sürgün ederek, menhus niyetlerinin tahakkukuna çalışıyorlar. Kastamonu’da bir polis karakolu önünde mecburî ikamete tabi tutuyorlar. Ve sürekli göz hapsinde bulunduruyorlar.

Tarihte eşine rastlanmayan şekilde Üstad’a verilen eza ve cefalar bitmiyor, Kastamonu’dan alınarak bu defa da Afyon zindanlarına sevk ediliyor. Şu zihniyete bakın!.. Böylesine bir zihniyetin eşi ve benzeri, olsa olsa, insan eti yiyen yamyamlarda olur...

Seksen yılı aşkın mübarek bir ömre verilen eza ve cefanın tarifini siz nasıl yaparsanız bilmem ama, ben tek kelimeyle korkak düşmanın en çirkin ve zulümkâr yüzü olarak değerlendiriyorum.

Gelin görün ki, dünya ve hususen ülkemiz, bugün onun eserleriyle cennetâsâ bir baharı yaşıyor.

Artık, televizyonlar onu söylüyor, gazeteler onu yazıyor…

Bütün bunlar, haksızlığı hak iddiâ eden utanmazların yüzüne şamar olmuş şaklıyor.

Bediüzzaman haklı çıkmış, kudsî dâvâsının haklı olduğunu da zaman göstermiş oldu… Öyle ya, zaman en iyi müfessirdi, kaydını izhar etse itiraz olunmazdı...

Bugün artık ‘doğru İslâm’ı Bediüzzaman Hazretlerinin o muhteşem eserleriyle soluyan günümüz insanı, “Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri hak ve hakikattir” gerçeğini görme eşiğine gelmiş bulunmaktadır.

Devlet artık bu gerçeği görmelidir diye düşünüyoruz.

[email protected]

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

09.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.