Nurullah AKAY |
|
İnsan olmayı çözebilmek |
İnsan büyük bir yaratılış mucizesi. Her bir insan kendi başına ayrı bir âlem şeklinde yaratılmıştır. Görünüşte birbirine benzer yönleri olan insanoğlunun birbirinden ayrı özellikleri sayılamayacak kadar çoktur. Bütün insanların gözleri aynı gibi olmasına rağmen, hiçbir insanın gözü diğerinkinin tıpatıp aynısı gibi değildir. Bu durum eksiksiz yaratılan bütün uzuvlar için geçerlidir. Tek tek insan vücudu incelendiğinde akılları hayrette bırakan özelliklere sahip olduğu görülecektir. Elbette kusursuz bir fabrika gibi olan insan vücudu boşu boşuna yaratılmamıştır. Böyle bir yaratılış mucizesi ortaya konulmuşsa, mutlaka Yaratanın bunda bir muradı vardır. Yaratılıştaki harikaları hikmetsiz bilmek, başı boşluğu savunmak, insan gibi bir varlığa elbette yakışmayacaktır. Sadece insanların değil, var olan her varlığın yaratılışı harikalarla doludur. En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün varlıklar Allah’ın Kudretinin sonsuz gücünü göstermektedir. Akıl doğru bir şekilde kullanıldığı takdirde yaratılıştaki harika hallerden Allah’ın birliğine ve sınırsız kudretine ulaşmamak mümkün değildir. Ancak akıllı olmanın, insan olmanın gereklerini yerine getirmek için yeterli olmadığını, mükemmel bir şekilde yaratılan insanların bir kısmının yaratılışının özelliklerine göre hareket etmediğinden kolaylıkla anlayabiliyoruz. Güzel hasletlerle mücehhez bir şekilde yaratılan insanların, zaman zaman hayvanların bile yapmayacağını bildiğimiz hareket ve davranışlarda bulunması, bize insanoğlunun aynı zamanda çok problemli bir varlık olduğunu göstermektedir. Evet hem en mükemmel bir şekilde yaratılmış olmak, hem de varlıkların en problemlisi olmak, hatta en değersizi durumuna düşme tehlikesine sahip olmak arasında ilk bakışta bir çelişki görülmektedir şüphesiz. Ama üzerinde düşünüldüğü zaman, en mükemmel bir şekilde yaratılanın sorumluluklarını yerine getirmemesi hadisesinin, bu meselenin müsebbibi olduğunu göreceğiz. Demek ki en güzel ve en iyi yaratılmanın bir bedeli vardır. Bütün varlıklardan daha güzel yaratılan ve yaratılan her şey kendisine hizmetkâr kılınan insan, sadece yiyip içmek, eğlenmek ve hayvanca arzularını tatmin etmek için bu dünyaya gönderilmiş olamaz elbette... Kâinatın Yüce Rabbi, biz insanlara lisân-ı hikmetiyle “Ben siz insanları en güzel bir şekilde yarattım. Bütün varlıkları emrinize verdim, sizi yeryüzünün halifesi yaptım. Buna karşılık beni tanıyacak ve bana ibadet edeceksiniz. Benim istediğim şekilde bir dünya hayatını yaşayacaksınız. Bunun için size bir Kitap ve bir Peygamber gönderdim. Tâ ki bir insan olarak kendinize doğru olan yolu bulasınız diye...” demektedir. Hâlık-ı Kerim olan Rabbimiz, insanlığın en yüce ve güzel değerleriyle donattığı yüce bir Resûlünü bize göndermiş ve o mübarek eline de hakikatler manzumesi olan bir “Kitap” vermiştir. Bin dört yüz seneden fazladır o yüce kitap, o Kur’ân-ı Azîmüşşan, hiçbir inhirafa meydan vermeden okunmakta ve hakikatleri bütün insanlara duyurulmaktadır. İşte bu İlâhî mesajların değerini anlayanlar, serd edilen hakikatleri hayatlarına geçirenler insan olarak yaratılmanın hakkını vermeye çalışmaktadırlar. İnsanlık, Allah’a iman ederek, Yüce Resûlü’nün (asm) yolunu kendine yol edinenlerle büyük değer kazanmaktadır. Öte yandan değişik şekillerde nefis ve şeytanların tuzaklarına düşenler bulunmaktadır insanlık âleminde. Öyle ki, herkes kendini haklı görmekte, bir kısım insanlar, dünyanın şan ve şerefi için yaptıklarının bile kendilerine bir kurtuluş vesilesi olacağını sanmaktadırlar. Oysa ortada Kur’ân gibi bir mihenk taşı bulunmaktadır. Orta yerde en açık bir şekilde Kur’ân’ın hükümleri ve bu hükümlerin en iyi ve en mükemmel bir şekilde hayata geçirildiği Nebevî bir hayat tarzı, bir Asr-ı Saadet bulunmaktadır. Başka yollardan medet ummanın ne kadar faydasız bir yaklaşım olduğunu görenler kurtuluyor, nefis ve şeytanların hilelerinden kendilerini kurtaramayanlar ise pişmanlıklarla dolu bir sona doğru hızla gidiyorlar ne yazık ki... 13.10.2009 E-Posta: [email protected] |