13 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Hasan GÜNEŞ

Münâzarât ve Ashab-ı Kehf


A+ | A-

kehf suresi bir çok yönüyle dikkat çekicidir. Geçenlerde Kâbe imamlarının güzel sesinden dinlerken “fedarabnâ” ifadesi dikkatimi çekti. Kelime olarak “vurduk” şeklinde ifade edilebilen bir tâbir yada deyim. Bilindiği gibi sûrenin başında, Allah’a imanda taviz vermeyi reddettikleri için kavminin ve yöneticilerin baskısına maruz kalarak, mağaraya sığınan ve üç yüz küsur sene uyuyan gençlerden bahsediliyor. Âyetin meâlini iktibas edelim: “Bunun üzerine yıllarca mağarada kulakları üzerine vurduk.” Aynı gün Münâzarât’ı okurken benzer ifadelerle karşılaştığımda bir tevâfuk diye düşündüm.

Şüphesiz her dilde olduğu gibi Arapça’da da deyimler ve farklı ifade tarzları var ve tercüme ve meâllerde açıklamakta bir çok zorlukla karşılaşılıyor. ‘Vurmak’ burada müfessirlere göre; kulaklarını perdeledik, kapattık veya uyuttuk mânâlarına geliyor. Malûm kulaklar önemli. Göz sadece baktığı yeri görebilirken ve uykuda da kapanırken, kulak uykuda da açıktır dört bir yanı dinler, sadece istirahat için bir alt seviyeye indirilmiştir. Bu sebepledir ki, sesle uyanılır. Hatta kabirde bile, İsrafil’in sesiyle uyanılacak.

Kulakları kapamanın yanında Bakara Sûresi’nden hatırlanacağı üzere bir de mühürlemek var. Cenâb-ı Hak, küfürde inad edenlerin kalblerini, işitme ve görmelerini mühürlemiştir. Malûm; vurmak ve mühürlemek arasında muazzam fark var. Birisi fizikî yada maddî olarak kapanıyor, diğeri ise manevî olarak kapanıyor. Ashab-ı Kehf, dirildiği yada uyandığı vakit duyabiliyor, muannid kâfirler ise öldüğü zaman yada firavun gibi ölüm ânında işitmeye başlıyorlar, yani uyanıyorlar fakat nafile. Evet ölüler ve diriler görünenden çok farklı. Bir tarafta, ölse de kalsa da, kalbleri her zaman uyanık olanlar, diğer tarafta ise kalbleri daha dünyada iken ölmüş ve mühürlenmeye müstahak olmuş güya yaşayanlar, canlı cenazeler…

Münâzarât’a gelecek olursak, “Kur’ân denilen musika-i İlâhiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misâl olan ulema ve meşâyih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak…” cümlesinde âyete atıf var ve teşbihlerle ince ve derin mânâlar nakış nakış dokunuyor.

Ashab-ı Kehf mağaraya sığınarak ve kulaklarına vurularak muhafaza ediliyor. Bu zamanda Kur’ân denilen musika-i İlâhiye yada hak ve hakikat, ulema ve meşayih ve hutebanın yada bu zamanda o vazifeyi deruhte eden hizmet erbabının mağara misâl akıl, kalb ve ağızlarını mekân tutarak ve vurmasıyla yani aks-ı sada gibi çarpması ve yankılanmasıyla muhafaza olunuyor ve vazifesine devam ediyor.

Ashab-ı Kehf’i yok etmek isteyenler, muvaffak olamayınca mağaranın önüne duvar örmüşler. Gerçekte duvar, duvar örenleri kapatmıştır. Çünkü iman nurundan kendileri mahrum olmuşlar, küfür ve inkâr karanlıklarında kalmışlardır. Cenâb-ı Hak, Ashab-ı Kehf’in kulaklarını kapatarak onların istirahatını sağlamış; muhaliflerinin ise, husumetleri ve ördükleri duvara karşılık olarak kalblerini mühürlemiş, azab içinde bırakmıştır.

Zamanımızda ise İslâmiyet’i yok etmek ve kalblerdeki imanı da silmek isteyenler muvaffak olamayınca kalblere mahkûm etmek istemişler. Çeşitli kademelerde duvarlar örmüşler. Fakat gerçekte Ashab-ı Kehf’te olduğu gibi kendilerini mahkûm etmişler. Yine Münâzarât’ta denildiği gibi; “Gözünü kapayan, yalnızca kendine gece yapar”.

Malum, üç yüz sene içinde, Ashab-ı Kehf’i de şaşırtacak hadiseler cereyan etmiş. Gaflet ve husûmet içindeki nesiller gitmiş, kalbleri iman nuruyla aydınlanmış nesiller meydana gelmiş. Sevgi seli duvarları yıkmış ve bir zamanlar mağaraya mahkûm edilenler, aziz ilân edilmiş ve hürmet görmüştür.

Şimdi tekrar Münâzarât’a dönelim: “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesâireler!.. Sizlere hitab ediyorum.”

Ashab-ı Kehf’te olduğu gibi, efkârın değişmesi, engellerin kalkması, duvarların yıkılması ve hakikat nurlarının her yere ulaşması için üç asır geçmesine gerek kalmadı. Zaten Bediüzzaman Hazretleri büyük ihtimal, “üç yüz sene” derken, bir atıf ve bir teşbih yapıyordu. Nitekim Emirdağ Lâhikasında: “yüz sene sonra Nurların ektiği tohumların sünbüllenmesi…” ifadesi dikkat çekicidir.

Kehf-misâl tâbiri de, mânevî hizmetler ve tebliğ için önemlidir. Kubbe-i âsumanda yani gökyüzünde şiddetli ses getiren Kur’ân hakikatleri, Hz. Davud’un zikrinde olduğu gibi dağların ve mağaraların, sesleri yansıtma yani aynen tekrar etmesi misâli, muhtaçlara aynen ulaştırma vazifesi yapılmalıdır. Nurlara ayna olunmalı ve “sadakte” denilmelidir.

13.10.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (05.10.2009) - Nurlu fetih nesli

  (14.09.2009) - Yaz üçgeni

  (31.08.2009) - Ramazan ve rahmet sofrası

  (17.08.2009) - Şark açılımı ve Medresetü’z-Zehra

  (10.08.2009) - Ruhun tatili

  (08.07.2009) - Beyazlaşma ve Batılılaşma

  (28.06.2009) - Sarayın efendisi

  (21.06.2009) - ŞİDDET VE EĞİTİM

  (15.06.2009) - Yetmiş bin perde

  (31.05.2009) - İNSANLIĞI DİRİLTMEK

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.