Faruk ÇAKIR |
|
Mühür kimdeyse... |
Ağır aksak da olsa Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki ilerlemesi devam ediyor. Fakat bu ilerlemenin son iki yıldır daha çok ‘yerinde sayma’ya benzediği de söylenebilir. Türkiye’yi idare edenlerin sözleriyle “AB yolunda ilerlemeye devam edeceğiz. Hedef tam üyelik” demesi doğru, ama bu sözlerin icraatla desteklenmesi de şart. Bilindiği üzere, Avrupa Birliği Komisyonu, yarın Türkiye ile ilgili olarak “İlerleme Raporu”nu açıklayacak. Türkiye’de son 1 yıldaki siyasî gelişmeleri ve reformları değerlendiren AB belgesinde, “yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve yeterliliği hakkındaki endişelerin sürdüğü” belirtilip şöyle deniliyormuş: “Üst düzey yargı ve ordu mensuplarıyla, yargıçlar ve savcılar derneği, önemli dâvâlarda yargının tarafsızlığını tehlikeye sokabilecek açıklamalarda bulunuyorlar.” “İlerleme Raporu”nda dikkat çekilen bir nokta daha var ki, gözardı edilmemesi gerekir: “TBMM’deki büyük çoğunluğu ve halktan aldığı güçlü yetkiye rağmen hükümet, genel olarak siyasî reformlarda sınırlı somut ilerleme sağladı.” Hükümetin, milletten aldığı ‘yetki’yi gerektiği gibi kullanmadığı noktasındaki eleştiriler bugüne ait değil. Aynı zamanda bu eleştirileri yapanlar sadece AB çevrelerinden ibaret değil. Hükümeti destekleyenler de, müsbet mânâda muhalefet edenler de bu yetkinin kullanılmadığı noktasında hemfikirler. Hatta ve hatta, iktidar partisine oy veren çoğunluk bile, bu noktada hükümeti eleştiriyor. Hatırlamak lâzım ki, ‘tek başına iş başına’ gelen hükumet, ilk iktidarı döneminde ‘tek başına anayasayı değiştirebilecek imkâna’ bile sahipti. O tarihlerde ‘siyasal çoğunluk, sayısal çoğunluk’ gibi bir tartışma başlatıldı ve hükümet bu ‘tuzak’lara takılıp kaldı. Her ne kadar ikinci dönemde milletvekili sayısı azalmış olsa da yine pek çok şeyi rahatlıkla yapma imkânları var. Üstelik dünya şartları da hükümetin elini kolunu bağlayan değil, ona destek olan bir havada. Bütün bu müsbet şartlara rağmen AB yolundaki ilerlemenin çoğ ağır seyretmesi, haklı olarak bu eleştirilerin yapılmasını netice veriyor. İktidar partisi gönül huzuruyla “Biz milletten aldığımız yetkiyi mümkün olan en iyi şekilde kullanıyoruz” diyebilir mi? Derse kimi iknâ edebilir? Meselâ yeni ve sivil bir anayasa konumuz vardı. Gün güne eklendi ve bir yılı aşkındır müşahhas bir adım atılamadı. Hatta taslak anayasalar hazırlandığı hâlde... İş geldi ‘kurumların mutabakatı’ ya da “CHP’nin keyfi”ne takılıp kaldı. İktidar partisine oy verenler, “Yapacağın işleri CHP’ye sor” mu demişti? Elbette ki hayır. Sadece bu örnek bile hükümetin halktan aldığı yetkiyi gönül huzuruyla kullanamadığını gösterir. Aynı şekilde başörtüsü yasağı karşısında takınılan tavır da yetkilerin başkalarına devrini akla etiriyor. Unutmamak gerekir ki, milletten alınan yetkinin hakkını veremeyen iktidarlar, nihayetinde sandıklarda bedel ödemek durumunda kalır. “Mühür” hükümette olduğuna göre, öncelikle milletin taleplerine kulak vermek durumundadırlar. AB raporunun iktidarı uyandırmasını arzu ederiz... 13.10.2009 E-Posta: [email protected] |