Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Ermeni açılımı |
Başbakanın, açılım kapsamına dahil olduğunu söylediği konulardan biri olan “Ermeni açılımı” bahsinde kritik bir dönemeç geride bırakıldı: Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi için karşılıklı olarak atılacak adımları içeren protokoller imzalandı. Yılların biriktirdiği olumsuz faktörlerin bir araya gelmesiyle giderek yükselen duvarları aşarak çözüm için irade ve inisiyatif koyma aşamalarında hep olagelmiş olan “son dakika krizleri” bu olayda da kendisini gösterdi. Ermeni tarafının son anda sergilediği “boykot” tavrı, üç buçuk saatlik bir gecikmeye yol açtı, ama o da aşıldı. Bunda, bilhassa ABD Dışişleri Bakanının telefonla yürüttüğü, “Aylardan beri bu iş için uğraşılıyor, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, bütün bu çabalar boşa gitmemeli” telkinlerine dayalı mekik diplomasisinin etkili olduğu ifade ediliyor. Sürecin, Obama’nın Türkiye ziyaretinde verdiği mesajlarla ivme kazandığı hatırlanırsa, ortaya çıkan sonuçta ABD faktörünün ağırlığı daha iyi anlaşılır. Ama onun yanı sıra Rusya, İngiltere, Fransa ve AB’nin rolleri de gözardı edilmemeli. Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları protokollere imza atarken çekilen fotoğraflarda, bu ülkelerin dışişleri bakanlarının arka planda yan yana verdikleri görüntü bunu çok iyi anlatıyor. Gerek dünya genelinde, gerekse bölge özelinde sıkı bir güç ve nüfuz rekabeti içerisinde olan ABD ve Rusya’nın böyle kronik bir krizin çözümünde birleşmeleri ve ortaya çıkan son fotoğrafa AB’nin de dahil olması gösteriyor ki, sözü edilen çözüm, ilgili iki ülke olarak Türkiye ve Ermenistan’ı aşan uluslararası bir iradeyi yansıtıyor. Bazı yorumlara göre, buradaki asıl niyet, Ermenistan’ı, içinde bulunduğu tecrit ve sıkışmışlık halinden kurtarmak ve buna bağlı olarak, enerji nakil hatları için daha az maliyetli ve daha güvenli güzergâh alternatifleri ortaya çıkarmak. Bunda ABD’nin de, Rusya’nın da, AB’nin de, Türkiye ve Ermenistan’ın da ortak çıkarları var. AB’nin ve dolaylı olarak ABD’nin destek verdiği Nabucco ile Rusya’nın gündeme getirdiği Güney akımı projeleri üzerinden, alttan alta devam eden amansız rekabet, işin ayrı bir vechesi. Protokollerin doğrudan tarafı olan Türkiye ve Ermenistan’a gelince: İki komşu ülke olarak birbirlerinden kopuk olup sınırlarını kapalı tutmaları ve yakın tarihteki acı olaylardan çıkarılan karşılıklı husumetlerle sürekli bir gerilim içinde bulunmaları, normal bir durum değildi. Şimdi bu anormalliği kaldırmanın yolu açılmış oluyor. Süreç öngörülen şekilde işler, protokoller iki ülke parlamentolarında onaylanır, sınırlar açılır ve tarihteki olayları birlikte araştırıp müzakere etme yolu da açılırsa, olması gereken şahsiyetli ve izzetli bir dostluğun zemini de sağlanmış olur. Bunun için, her iki tarafta da, bu imzaların atılmasına dahi öfkeyle ateş püsküren kin ve intikam tutkunu fanatiklere kulak asmadan, sürecin, üzerinde mutabık kalınan parametreler çerçevesinde kararlılıkla ilerletilmesi icab ediyor. Bu noktada bizim cenahtaki en kritik konu, Karabağ’ın hâlâ Ermeni işgalinde tutuluyor olması. Bu işgal kalkmadan ve Azerbaycan’ın bu sebeple maruz kaldığı mağduriyet sona erdirilmeden sürecin başarıya ulaşması mümkün değil Türk hükümetinin Azerbaycan ve iç muhalefet kaynaklı tepkileri yatıştırmak için tekraren ifade ettiği “İşgal bitmeden sınırlar açılmaz” söylemleri, tek başına yeterli olur mu? Biraz zor. Peki, bu işgalin gerçekleşmesinde de, bunca yıldır devam etmesinde de Ermenistan’a en büyük desteği vermiş olan Rusya’nın tavrında, sürecin bundan sonraki seyrinin olumlu gelişmesi açısından kritik önemi haiz olan bu konunun çözümü açısından pozitif bir değişim olabilir mi? Bu tavrı, arzu ve temennîler değil, kayıp-kazanç dengeleri bakımından, işgalin devamı ile normalleşmenin getireceği sonuçlar arasındaki farklara ilişkin reelpolitik tahliller tayin edecek. Neticeyi de hep birlikte göreceğiz. 13.10.2009 E-Posta: [email protected] |