Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Afganistan ve İsrail |
Farklı cenahlarda eşzamanlı olarak yaşanan hızlı gelişmeler, takibi dahi giderek zorlaşan karmaşık bir seyir içinde cereyan ederken, detay gibi görünen veya öyle gösterilmek istenen bazı önemli noktalar arada kaynayıp gidiyor, bazı konular da takdim edildiği şeklin ötesinde değişik boyutlar ihtiva ediyor. Meselâ Türkiye, Afganistan’daki NATO güçlerinin komutasını bir defa daha üstlenmeye hazırlanırken, aynı zamanda oradaki muharip Mehmetçiklerin sayısını sessiz sedasız arttırıyor. Böylece, işgal güçleri açısından giderek derinleşen bir bataklık haline gelme yolundaki “Afgan cehennemi”ne biz de daha fazla itilmiş oluyoruz. Söylemleriyle dünyada yeni ümit ve beklentiler uyandıran, ama o yönde somut olarak henüz kayda değer birşey yapamadığı halde Nobel Barış Ödülüne lâyık görülen Obama’nın da en çetin ve zorlu imtihan alanlarından biri bu ülke. Ve şu ana kadar gerek Afganistan’da, gerekse orayla bağlantılı olarak Pakistan’da olup bitenler, Obama imajını fena halde sarsmış durumda. Öncelikli olarak Pakistan’ı ciddî şekilde zora sokan ve dış tazyiklerle Türkiye’yi de içine çeken Afgan batağında, neredeyse her gün birçok masum insan işgal bombalarının kurbanı olurken, ABD ordusunun “Bugün de yanlışlıkla sivilleri ve çocukları öldürdük, üzgünüz, özür dileriz” açıklamaları adeta adiyattan addedilir hale geldi. Ve bunların yaşandığı bir ülkeye daha fazla muharip asker göndermeye hazırlanan Türkiye’nin Başbakanı, önce BM’de, sonra IMF-Dünya Bankası toplantılarında ve son olarak Din Şûrâsında, Irak işgalinin insanî kayıp bilânçosuna dikkat çeken “duygu yüklü” konuşmalar yapıyor. Ama işgale en önemli lojistik desteğin Türkiye’deki üsler üzerinden sağlandığını söylemiyor. Ve işgal altındaki Irak’ta yaşanan dehşet verici olayların benzerlerinin yaşanmakta olduğu Afganistan’a, “El Kaide heyûlâsı” ve Taliban’la savaşmak üzere yeni Mehmetçikler göndermeye hazırlandıklarını ifade etmekten de kaçınıyor. Afganistan cenahında bunlar olurken, İsrail’le patlak veren “tatbikat krizi”nin arkaplanında da dikkatle irdelenmesi gereken bazı noktalar var. Bilindiği gibi, Başbakanın Davos’taki “one minute” çıkışıyla oluşan atmosferi en çok gölgeleyen husus, oradaki o söylemle çelişen fiilî durum ve uygulamaların devam ediyor olmasıydı. Bu bağlamda, “Gazzeli çocukları vuran İsrail pilotları Konya semalarında eğitiliyor” şeklindeki eleştirilere dayanak oluşturan ortak tatbikatların Davos’taki çıkışa rağmen sürmesi, çok ciddî bir inandırıcılık sorununu ortaya koyuyordu. Patlak verdiği söylenen son “kriz” bu sorunun AKP üzerindeki yıpratıcı etkisini ortadan kaldıracak veya en azından hafifletecek bir sunumla takdim ediliyor. Böylece, “Görüyorsunuz, artık bu ortak tatbikatları iptal ederek İsrail’e fiilen de tavır koyuyoruz” gibi bir mesaj verilmiş oluyor. Peki, işin aslı da öyle mi? Orada biraz duralım. Bir defa bizim Dışişleri Bakanlığı açıklamasında da ifade edildiği gibi, bir iptal değil, erteleme söz konusu. İkincisi, daha geçen ay İsrail sularında ABD’nin de katıldığı üçlü deniz tatbikatı yapıldı. Üçüncüsü, İsrail’le silâh alım ve modernizasyon ihaleleri dahil, işbirliği aynen sürüyor. Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde görüştüğü ilk heyet olan Yahudi lobisinin sözcüleri, “One minute krizini tarihe gömdük” açıklamaları yaptılar. Tatbikat krizi sonrasında da İsrail hükümeti, alttan alıp meseleyi büyütmeme ve stratejik ilişkileri devam ettirme yönünde mesajlar veriyor. İsrailli bir gazetecinin “İsrail için önemli olan söylemler değil, fiiliyat. Nitekim Davos krizinden bir hafta sonra Türkiye insansız uçak ihalesi pazarlığını gündeme getirdi” sözüyle dile getirdiği gerçek, hükmünü icra etmeyi sürdürüyor. Erdoğan Gazze’deki uygulamaları sebebiyle İsrail’e yüklenmeyi sürdürüp Mescid-i Aksa krizinde suskun kalırken, “tatbikat krizi” bu genel tabloyu çok fazla değiştirmiyor. Son durum bu. 14.10.2009 E-Posta: [email protected] |