Ahmet ÖZDEMİR |
|
İMAN SIĞINAKLARIMIZ |
Dünya artık küçüldü; adeta bir köy hükmünü aldı. Günümüzde her an, her şeyi duymak; hatta görmek mümkün hâle geldi. Dünyanın en uzak zannettiğimiz bir köşesinde yaşanan bir olay artık yakınımızda ve yanı başımızda bulunuyor. Dünyada yaşanan olaylar bizi her an müsbet veya menfî olarak etkileyebilmektedir. Bazen bu olaylar bizim imanımızı tehlikeye sokabilmektedir. Atılan küfür okları, iman mahallî olan kalblerimizi yaralamakta; bazen de—Allah korusun—imanı söküp almaktadır. Bediüzzaman, 1952 yılında büyük bir tehlikeye dikkat çekiyor ve şöyle diyordu: “Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.” 1 Aslında Bediüzzaman geçen asrın başından beri bütün zamanını iman üzerinde toplamıştı. Onun dünyasında sadece iman kurtarmak dâvâsı vardı; başka bir şey yoktu. Çünkü İslâm toplumunun ana direği tevhid ve imandı. O, bunu şu sözleriyle ifade ediyordu: “Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.” 2 İslâm toplumu bugün müthiş bir yangınla karşı karşıyadır. Bu yangın maddî değil, mânevîdir. Said Nursî, alevleri göklere yükselen yangın karşısında çırpınmaktadır. Neseben dünyada bir evlâdı yoktur. Ama bugün milyonlarca Nur Talebesi unvanlı manevî evlâdı vardır. Bediüzzaman, cemiyetin dışında değil, tam ortasındadır. Yangının ıztırabını yakından duymakta ve feryat etmektedir. Çocuğunu yangından kurtarmak isteyen bir anne gibi çırpınmakta ve avazı çıktığı kadar şöyle bağırmaktadır: “İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..” O, büsbütün ümitsiz değildir; her an ümitlidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz yangının nasıl söndürüleceğini yazdığı risâlelerde göstermiştir. İsteyen onları okuyabilir. Aşağıda anlatacağımız konu da bunun delillerinden biridir. Barla, Tekirdağ derken sosyal tesislerimize bir yenisi daha eklendi: Ayaş/Ankara Sosyal Tesisleri. Geçtiğimiz Pazar günü kalabalık bir dâvetli grubunun katılımıyla hizmete açılan tesislerimizin birinci etabı İnşallah uzun zamandır hissedilen bir boşluğu dolduracaktır. Hayırlı olsun. Her kademesinde hizmeti geçenleri tebrik ediyorum. Sosyal Tesisler üç etaptan oluşacaktır. O gün heyecanlı bir gün yaşadık. Oradaki manzara görülmeye değerdi. Diğer kısımlarının da çok kısa zaman içinde tamamlanmasını diliyorum. Açılış vesilesi ile uzun zamandır görüşemediğimiz bazı dost ve arkadaşlarımızı görme fırsatımız oldu. Onlarla geçmişe dönük bazı hatıralarımızı yâd ederken gelecekle ilgili düşüncelerimizi de paylaştık. Yıllar önce hizmette baba-oğul veya anne-kız az bulunurken şimdilerde bu silsileye dede ve nineler de katıldı. Ya da şöyle diyelim: Geçmişte baba veya anne olarak yer alanlar şimdi bir kademe daha yükseldiler. Bazı dede ve nineler torunlarıyla bu mutlu günde aramızda yer aldılar. Çocuk sesleri ve görüntüleri ayrı bir renk kattı açılış programımıza. Tesislerin açılış programında bu manzarayı görmekten büyük mutluluk duyduk. Onlar kendilerine belki yer seçtiler. Kim bilir ne hayal kurdular, ileriye dönük olarak. Arkadan çığ gibi bir nesl-i cedid (yeni nesil) geliyor. Bu tesisler o yeni nesle kapılarını açmıştır. Yıllar önce bazen bir odaya mahkûm olurken, şimdi artık koca salonlara sığmaz olduk. Tesisler sadece çocuklar ve gençler için düşünülmemiş. Orada aileler de rahatlıkla okuma programları yapabilecek özelliklere sahiptir. Cemiyetin çekirdeği aile olduğuna göre mutlaka bu ortak programlara ihtiyaçları vardır. Aileler de kendi aralarında istedikleri zaman buralarda programlar düzenleyebileceklerdir. Sosyal tesisler küfre karşı birer sığınak ve küfür oklarına birer kalkan! Bunlar gelen nesle yetecek mi? Bence hayır! Peki, ne yapmak lâzım? Her yere yenilerini yapıp sayılarını çoğaltmak lâzım. Soysal tesisler sadaka-i cariye hükmüne de geçecektir. Buralara yapılan yardımlar Allah indinde mutlaka kat kat karşılığı, ücreti verilecektir. Unutmayalım ki, verdiklerimiz aslında bizim değildir; Allah’ın bize emaneten verdikleridir. Biz Allah yolunda harcadıkça, Allah da bize yardımlarını esirgemeyecektir. Üstad, kendisinin “kışta” geldiğini, bizim “cennetasa bir baharda” geleceğimizi söylüyordu. Aslında yıllar önce verilmiş bir müjdeydi. Ne kadar doğru söylemiş, değil mi?
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 959. 2- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 960. 21.10.2009 E-Posta: [email protected] |