Ali FERŞADOĞLU |
|
Demokratik açılım, AB, hak ve hürriyetler - 1 |
“Demokratik açılım”, vatandaşların bütün fertlerine kadar yaygınlaştırılmalı, eğitimle benimsetilmeli. Ardından düzgün bir anayasa gereklidir. Ki, “silâhlı veya silâhsız bürokrasi” darbe anayasasına dayanarak işi engellemesin. Evet, palyatif demokratik pansumanlarla mesele hallolmaz. Anayasa’yı halletmek için de AB gerekli. Çünkü, Türkiye’nin iç dinamikleri ve devletin kuruluş felsefesi, bunu aşacak durumda değildir. İktidar, meselenin bu boyutunu hâlâ aşabilmiş değil. *** 40 yıldan beri sürdürdüğümüz AB hülyasıyla demokrasi, insan hak ve hürriyetleri için mi avuç açıyoruz? Tarih boyunca pek çok devletler kurmuş Müslüman bir toplum; insanlığa hak ve adâlet dağıtmış, onlarca dinî, yüzlerce etnik kökenli toplumu, mezhebi bir arada tutmuş, inanç ve fikirlerinde, ticâretlerinde serbest bırakmış bir maziye sahip olarak; hak ve hürriyetler konusunda Avrupa’ya giderken bir komplekse kapılmalı mıyız? AB’den, demokrasi ve insan hakları isterken, hiç de kompleks yapmamıza gerek yok aslında. Neden? Çünkü, hak ve hürriyetlerin kaynağı, Kur’ân ve Sünnettir, yâni İslâmiyettir. Ne yazık ki, düşünce, inanç, konuşma gibi hak ve hürriyetler, Batı demokrasinin bir gereği gibi sunulur. Oysa meşveret, istişâre, yâni, çok seslilik, ihtisas sahiplerinin fikirlerine müracaat gibi insan hak ve hürriyetlerinin kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir. Haklara riâyet etmek, dindar olmanın bir gereği olduğu gibi, onlara riâyet etmek dinin emridir. 15 asırdan beri de Müslümanlar hayatlarının her safhasında uygulaya gelmişlerdir. İslâmiyette hak ve hürriyetler iki ana başlıkta düzenlenmiştir: Kul (insan) hakkı, Allah hakkı. Allah, kendine karşı olan hakkı dilerse affedeceğini ancak insan hakkı ihlâlini asla affetmeyeceğini buyurmaktadır. Hiç şüphesiz; gerek bu uygulamalar, gerekse yazılı kaynaklar, asırlardan beri beyinden beyine, uygulamadan uygulamaya, asırdan asra uğrayarak batıya da ilham kaynağı olmuşlardır. Hak ve hürriyetler, İslâmın, imânın temel esasıdır. İman ağacı, ancak hürriyet zemininde yeşerir; dal-budak salar, meyve verir... Dünyaya gönderilişimiz bir imtihan. İmtihanın da gerçekleşebilmesi için “hür irâde” lâzımdır. Dolayısıyla, yaradılış ve dünyaya gönderişimizin mayasında da, hürriyet ve serbestlik vardır. İnsan kimliğinin, şahsiyetinin en önemli vasıflarından birisi olan hürriyet, “Rabbinin lütuf ve ihsanı hiç kimseden men olunamaz”1 âyetiyle, “Atiyye-i Rahman”, yâni, Rahman olan Cenâb-ı Hakk’ın bir bağışıdır inanan, inanmayan istisnasız bütün insanlara... Doğuştan bahşedilen “hayat” hakkı gibi, sâir hak ve hürriyetler dokunulmazdır. Çünkü, İslâm, Müslümanlık, kula kul-köle değil, yalnız Allah’a “abd” olmayı, Onun karşısında kıyamda durmayı, yalnız O'nun huzûrunda rükûa varmayı, yalnız O'nun emriyle secdeye kapanmayı getirmektedir. Allah’a inanan, O'nun her yerde hazır ve nazır olduğuna, her şeyi gördüğüne, her şeyden haberdar olduğuna, Lâtîf, Allamü’l-Guyûb olduğuna inanan bir mü’min, imânı, anlayışı, bilgisi derecesinde haklara riâyet eder. Şu halde hürriyet, imânın bir özelliğidir. Öyle ise, gerçek hürriyet, yalnızca siyasî söylemler, şovlarla gerçekleştirilemez. İman, eğitim gibi boyutlarını nazara alan ve sivil örgütlerden fertlere kadar topyekûn bir seferberlik gerekli.
Dipnot:
1- Kur’ân, İsrâ, 20. 21.10.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |