Elif Eki |
|
Ahmed Hanî Hazretleri |
Risale-i Nur da bahsi geçen Tarihi akikatler - M. Latif Salihoğlu Risâle–i Nur'dan
"...(Said Nursî) Nadir konuşuyordu. Kürtlerin edib dâhîlerinden Molla Ahmed Hani Hazretlerinin gündüzleyin bile havf ile girilen kubbe-i saadetine (türbesine) kapanır (1889), bazan geceleyin de orada kalırdı. Bundan dolayı ahâli Bediüzzaman’a, 'Ahmed Hani Hazretlerinin feyzine mazhar olmuştur' diyordu." (Tarihçe–i Hayat, s. 32) * * * "Üstadımıza hürmet dahi mânevî bir hediye gibi olduğundan, şiddetle nâsın hürmetinden ve elini öpmesinden kaçıyordu. Tarihçe-i Hayatının ve İhtiyarlar Lem’asının şehadetiyle, gençliğinde emsallerinin fevkinde olarak, Siirt’in Tillo kasabasında inzivaya girmişti. Ağrı vilâyetinde (Doğubeyazıt'ta) Şeyh Ahmed Hânî Hazretlerinin türbesine kapandı...." (Emirdağ Lâhikası s. 442)
Mem û Zîn, bir aşk ve adâlet destânıdır
En çok meşhûr olmuş "Mem û Zîn" isimli eserini orada kaleme aldığı için, her ne kadar Cizreli olarak biliniyorsa da, Ahmed Hanî (Ahmedè Xanî) Hazretleri, aslen Hakkârilidir. Bu büyük âlim ve edib şahsiyet, 1651'de Çukurca ilçesinin Han köyünde doğdu. Tahminen altmış yıllık ömründe, lisân–ı Kürdî ile dinî, ilmî ve edebî sahada çığır açan eserlere imza attı. Vefat tarihi kesin olmamakla birlikte, onun 1700'lü yılların başlarında şu fânî hayata vedâ ettiği tahmin ediliyor. Mezarı, bugün bir ziyaretgâh olup Doğubeyazıt'a (Ağrı) 8 kilometre mesafedeki İshak Paşa Sarayı'nın üst kısmında yer alıyor. Ahmed Hanî Hazretleri'nin kaç sene ömür sürdüğü de önemli şüphesiz. Ancak, asıl mühim olan, yaşadığı bölgede hem hoca, hem şeyh, hem de "Hanî Baba" olarak bilinen bu âlim şahsiyetin ortaya koymuş olduğu harikulâde eserlerdir. Ki, biz de daha ziyade bunları nazara vermek arzusundayız. Şimdiye kadar yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı neticeye göre, Kürt edebiyat ve mâneviyat üstadlarından Ahmed Hanî Hazretlerinin eserleri şunlardır: 1) Mem û Zîn: Kürtçe aşk romanı. Ayrıca, Kürtlerin sosyo–kültürel hayatını tasvir eden bir eser. 2) Nûbara Bıçûkan: İlköğretim seviyesindeki çocuklar için alfabe, Arapça–Kürtçe sözlük, gramer ve temel lisan ve eğitim bilgilerini ihtiva eden eser. 3) Eqîdaya Îmanê: Temel iman esaslarını ders veren eser. 4) Eqîdeya Îslamê: İslâmın esaslarını anlatan eser. 5) Fî Beyân–ı Erkân–ı Îslâm: Ehl–i Sünnet itikadına göre temel İslâm bilimleri sahasında yazılmış bir eser. 6) Çârkûşe: Şiir kitabı. Şiirlerin her bir mısrası Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe olarak yazılmış. Bu mısralarda daha ziyade aşk, ayrılık, hasret, vefa ve visâl temaları işlenmiş. * * * Ahmed Hanî Hazretleri'nin dinî/imânî muhtevalı eserleri, Kürt medreselerinde uzun yıllar ders kitabı niteliğinde okutuldu. Ne var ki, bu okumalar zaman içinde büyük ihmale uğradı. Medreselerin kapatılmasından sonra (3 Mart 1924) sonra ise, dinî tedrisat tümüyle yasaklandı. Bu yasaktan, haliyle hazretin kitapları da nasibini aldı. Cumhuriyetin ilk devresinde, ülke genelinde dinî kitapların yazılması, basılması ve okunması yasaklandığı gibi, ayrıca dinî olsun olmasın Kürtçe yazılmış eserlerin tamamı yasaklandı. Hatta, pekçok yerde Kürtçe’nin konuşulmasına dahi yasak getirildi. İşte, bu yasakçı ve jakoben zihniyettir ki, Türkleri olduğu gibi—daha ziyade olmak üzere—Kürtleri de ilimden, fikirden, lisandan, kültürden, medeniyetten mahrûm bıraktı. Bu da, haliyle cehaleti, vahşeti, keşmekeşi, terör ve anarşiyi netice verdi. * * * Ahmed Hanî Hazretleri'nin eserleri, geçen bunca zaman içinde şükür ki yine de unutulmadı. Yıllardır yaşanan acı ve ıztıraplar, onun kıymetini ve eserlerinin ehemmiyetini yeniden hatırlatıp gündeme taşınmasına vesile oldu. Ne var ki, "Hani Baba"nın iman rükûnleri ve İslâmın şartlarına dair eserleri halen de çok az bilinmesine mukabil, onun Mem û Zîn isimli aşk ve adâlet temâlı manzum eseri, nisbeten daha fazla şöhrete kavuşmuş durumda. Sebebi şu: Mem û Zîn, şiir diliyle anlatılmış destansı bir hikâyenin adını taşıyor. Aşkla olduğu kadar, sosyal hayatla da doğrudan bağlantısı olan bu eser, ayrıca değişik dillere de (Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça, Fransızca) tercüme edilerek yayınlandı. Ayrıca, bir aşk filmi tarzında beyaz perdeye de uyarlandı. Mem û Zîn, bu yönü itibariyle Kürtler arasında dilden dile dolaşarak destanlaşmış durumda. Yaşlı bazı kimseler, bu eserin hikâyesini heyecan içinde anlattığı gibi, bazıları eserin mısralarını dahi yer yer ezbere şekilde okur. Yaşanmış hikâyeye göre Mem, Memoalan isimli bir delikanlıdır. Zîn ise, genç Cizre emirinin kızkardeşidir. İki genç, birbirine ölesiye aşık olmuşlardır. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Romeo ile Julyet ayarında yakıcı bir aşk ve sevdâ pervanesine yakalanmışlardır. Bu iki aşığın arasına bir dizi "muzır mani" girmiştir. Muzırlığın başını çekenin ismi ise "Bekir"den bozma Beko'dur. Beko, Cizre emiririn yalakası ve dalkavuğudur. Hikâyede, bütün kötülüklerin, uğursuzlukların, fitne fesat hareketlerinin sembolü ve temsilcisidir Beko. Genç emir, gariptir ki daha çok Beko'yu dinler ve onun söylediklerinin tesiri altında hareket eder. Bu da, haliyle genç aşıkların kavuşmasını zorlaştırıyor, hatta imkânsız hale getiriyor. Bu hikâye çok uzundur. Özetlenerek dahi anlatılacak gibi değil. Ancak, biz nümune kabilinden olarak, hikâyenin şiir diliyle tasvir eden bazı tablolarını nazara vermekle iktifa edelim: Zîn'in abisi olan Cizre Beyinin ava çıktığı günlerden bir gün, Mem onu görmek için evlerinin bahçesine gelir. Mem'i gören Zin ise, heyecandan bayılarak yere düşer. Düştüğü için de, Mem onu göremez. Gördükleri ise, bahçedeki güller, çiçekler, reyhanlar olur. Genç âşık, onlara seslenerek hasretini dindirmeye çalışır. Kürtçe "Ey gul! Eger tu nazenînî" diye başlayan bu bölümdeki mısraların Türkçesini, Cizreli araştırmacı–yazar Abdullah Yaşin "Bütün Yönleriyle Cizre" isimli kitabında şu şekilde yayınlamış (1983 baskısı, sayfa 169): Ey gül! Gerçi sen de nazeninsin, Sen nerede, Zîn'in yüzünün rengi nerede? Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokun var, Reyhan da senin için kara yüzlü olmuş. Fakat siz yârimin zülfüne benzemezsiniz. İkiniz de arsız ve herzecisiniz. Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın, Kırmızı gül mumunun pervanesisin. Benim Zîn'im ise, senin kırmızı gülünden daha şendir. Benim bahtım da senin tâlihinden daha kara...
Dalkavuk Beko, Zîn'in aşkıyla tutuşup yanan Mem'i oyuna getirerek, onu bertaraf etmeyi kafasına koyar. Bir gün, Mem ile Mîr'i satrançta karşı karşıya getirir. Mem, ilk üç oyunda galip gelir. Telâşa kapılan Beko, Mem'in yüzünü Zîn'e çevirerek oyunun devamını sağlar. Zîn'i görünce duygulanan ve hayallere dalan Mem, Bey'e yenilir. Kızkardeşi Zîn'e aşık olduğunu öğrenen Mir/Bey ise, Mem'i zindana atar. Mem, zindanda bir sene kadar kalır. Burada Zîn'in hasretine daha fazla dayanamayarak Hakk'ın rahmetine kavuşur. Aynı duygular içinde yanıp tutuşan Zîn ise, bir gün Mem'in mezarının başına gider ve yanayakıla şu mısraları mırıldar: Ey canımın, bedenimin sahibi, Ben bahçeyim, sen de bahçıvan. Senin bahçen sahipsiz kaldı. Sen olmazsan, onlar neye yarar? Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir? Dilersen zülfümü tel tel çekeyim. Sonra yârim, sen beni belki farklı görürsün. İyisi mi, bunların hepsi yerinde kalsın da, Ben Hudâ'ya can emanetini teslim edeyim.
Ders ve ibret dolu bu dramatik hikâyenin sonu, işte bu son mısrada anlatıldığı gibi olur. Zîn, Mem'in mezarı başında ruhunu Rahman'a teslim ederek, göçüp gider bu dünyadan. Geride kalanlar ise, kıssada hisse kabilinden, önce aşka hürmet; bâ'dehu, zulme, dalkavukluğa, dedikoduya, iftiraya ve bilhassa fitne–fesat çıkaranlara lânet okumaya devam etti. |
Zamanın ehemmiyeti |
Hayata atılan bir kimsenin, hangi meslekten olursa olsun, başarılı olmasında onun "zaman" anlayışının büyük rolü vardır. Öyle ise, gençliğe yetişme safhasında öğretilmesi gereken zaruri bilgiler ve kazandırılması gereken vazgeçilmez alışkanlıklar arasında, "zaman"la ilgili olanları da öğretmeli ve kazandırmalıdır. Bu, fertler için olduğu gibi cemiyetler için de böyledir. "Zaman" meselesinde şuurlanmış, iş hayatını, sosyal münasebetlerini bu şuurun ışığında yürütüp tanzim etmiş cemiyetler, diğerlerine nazaran daha müreffeh, daha gelişmiştirler. Bir başka ifade ile teknikte ileri giden memleketlerde "zaman" meselesinde şuurlanma hâsıl olmuştur. Bu sahada araştırma yapan sosyologlar, ilerlemiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki en mühim farklardan birinin, "zaman" telâkkisi olduğunu müşahade etmişler, görmüşlerdir. İslâm'da Zaman Tanzimi, Prof. Dr. İbrahim Canan
|
MAĞLÛBUN MUZAFFER OLDUĞU YARIŞ! |
MÜNAKAŞA eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki yol arkadaşı; hedefi tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlûbun muzaffer olduğu tek yarış. Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin keşfiyle zenginleşmektedir: Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. Cemil Meriç |
NÜKTE |
MÜZE Müdürü Osman Hamdi Bey, çok çalışan insanlarımızın bazen de tembellik ettiklerini ima ederek, “oturan bir millet” olduğumuzu söylermiş. Bir gün dostlarına şöyle dert yanmış: “Biz oturmayı çok severiz. Konuşmalarımıza dikkat edin, ‘Peder bey ne yapıyor?’ ‘Ne yapsın evde oturuyor’ deriz. ‘Nerede oturuyorsun?’ diye sorusuna, ‘Kadıköy’de oturuyoruz’ deriz. ‘Nereye gidiyorsunuz?’ sorusuna, ‘Ahmet Beylere, oturmaya gidiyoruz’ deriz. ‘Bayramda ne yaptınız?’ sorusuna, ‘Ne yapacağız, evde oturduk’ deriz. Hoca çocuğa, ‘Yaramazlık etme; uslu otur!’ der...” |
KİTAPLAR... |
DÜNÜ yarına taşıyan da, insanı insana bağlayan da, insanı insandan ayıran da kitaplardır. Abdülhakim Arvasi |
KUSURUNU BİLMEK |
Başkalarında bizi rahatsız eden bir durum, kendimizi anlamak için de önemli bir yoldur. Carl Jung |
“KULLARIM BENİ SORARSA” |
“Kullarım senden Beni sorarlarsa, Ben çok yakınım. Bana duâ ettiğinde, duâ edenin duâsına cevap veririm. Onlar da Benim çağrıma uysunlar ve Bana iman etsinler ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara, s. 186) |
EŞİNİZ SİZİ NASIL ANLATIYOR? |
Hz. Talha’nın (ra) hanımı, bir keresinde kocasını şöyle anlatmıştı: “Talha evine girince yüzü gülerek girer. Evinden çıkarken tebessüm ederek çıkar. Kendisinden bir şey istenilince verir, kendisine bir şey yapılınca teşekkür eder ve bir kusur görünce onu örtmeye çalışır. Evet, evet Talha üstün bir ahlâka sahiptir.” |
ŞAİRİN NASİHATI |
BÜYÜK şair, büyük edebiyatçı olmaktan daha önemli şu üç şey var: Birincisi, evlenip bir yuva kurmak; ikincisi, bir ev sahibi olmak; üçüncüsü, insanlara muhtaç olmayacak kadar parası bulunmak. Ben bunların üçünü de yapamadım. Akşam oldu mu dostlar dağılır, evlerine gider. Ben şu otel odasında yal-nızlığı bütün şiddetiyle duyarım. Ne şiir, ne de dostlarım beni bu korkunç yal-nızlıktan çekip alabilirler... Yahya Kemal |
BİR BAŞKA SÖZLÜK |
Diken: Gülün bekçisi. Şair: Söz kantarcısı. Şiir: Darası alınmış söz. Hırsızlık: Ekmek mi? Vay utanmaz herif. Milyon mu? Aşk olsun. Sıdk (sadakat, doğruluk): Ruhun gıdası. (Alî Bey, Lehçet’ül-Hakayık / Hakikatlerin Dili) |
DENGE |
DENGE
Kötümser yalnız tüneli görür. İyimser, tünelin sonundaki ışığı görür. Gerçekçi olan, hem tüneli, hem ışığı, hem de gelmekte olan treni görür. J. Harris
DEFİNE
Çocuklar masal söylerler, eğlenirler ya; masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır. Alay ederler, saçma şeyler söylerler, fakat sen, yıkık yerlerde define aramaya bak. Hz. Mevlânâ
MUHASEBE
Ey insan! İnsanların çokluğuna bakıp da aldanma. Çünkü sen, yalnız ölecek, kabre yalnız girecek, yalnız kabirden kalkacak ve kendi hesabını yalnız vereceksin. Hasan Basrî
İSTİĞNA
İnsanlardan hiçbir şey beklemeyen mutludur. Çünkü o, hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacaktır. Aleksander Pope
HAYAT Yüreğin neredeyse hayatın oradadır. Paula Ceolho
KENDİNİ BİL!
İnsan kendini bildi mi, her şeyi bildi demektir. Şemsi Tebrizî |
OKUMAK |
İLİM hazine; anahtarı ise okumaktır. Hadis-i Şerif meâli |
Çağdaş bir sivil örgütlenme modeli: Ahilik |
12-18 Ekim Ahilik ve Kültür Haftası olması münasebetiyle çağdaş bir sivil örgütlenme modeli olan “Ahilik” teşkilâtından bahsetmek istiyorum. Müslüman-Türk kültürüne baktığımızda geçmişimizle geleceğimiz arasında bir köprü görevini icra eden birçok müessesemiz vardır. Osmanlı – Türkiye’sini ondördüncü yüzyılda yükselten en önemli “Gönüllü Kültür Teşekkülü” “ahilik” teşkilâtıdır. Geçmişinden bu mirası devir alan Cumhuriyet-Türkiye'sini yüceltecek en önemli kuruluşlar da günümüzün “Gönüllü Kültür Teşekkülleri” ve “Sivil Toplum Örgütleri” veya “Demokratik Sivil Toplum Örgütleri” olacaktır. 12. ve 13. yüz yıllarda Anadolu’da kurumlaşmasını tamamlayan Ahilik, günümüz şartlarında bile örnek bir sivil örgütlenme modelidir. Dinî, askerî, siyasî, toplumsal ve kültürel fonksiyonları bulunan Ahilik, Osmanlı’nın kuruluş aşamasında da önemli rol oynamıştır. Ahîlik kurumunda, eğitiminin asıl amaçlarından biri “ferdi sosyalleştirerek şahsiyet haline getirmek ve üstün insan kılmak”tır. Bireyin sosyalleşmesi için gerekli kabul edilen ve “görgü kuralları” olarak ifade edilen bütün kurallar, Ahî zaviyelerinde, Ahî örgütü üyelerine kazandırılmaya çalışılmıştır. Bu kuralların bireye benimsetilmesi için Cumartesi akşamları zaviyelerde dersler verilmiş ve uygulanması mümkün olanlar uygulanmıştır. Fütüvvetin ancak bu kurallarla tamam olabileceği beyan edilmiş ve “nefis terbiyesi ders terbiyesinden hayırlıdır” hadis-i şerifi esas alınarak kurallar benimsetilmeye çalışılmıştır.
TEMEL İLKELER Bireyi, fetâlıktan şeyhliğe ve yamaklıktan ustalığa giden yolda olgunlaştırmaya çalışan Ahi kurumunun meslekî ahlâk ve görgü kurallarının temel ilkeleri şunlardır: -İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak, -İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak, -Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak, -Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak, -Şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak, -Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak, -Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak, -Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak, -Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek, -Hataları yüze vurmamak, -Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimî, güleryüzle ve güvenilir olmak, -Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek, -Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek, -Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak, -Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek, -İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmak, -Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek, -Yaradan’dan dolayı yaratılanları hoş görmek, -Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak, -İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak, -Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak, -Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak, -Allah için sevmek, Allah için nefret etmek, -Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak, -Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek, -Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak, -Kötü söz ve hareketlerden sakınmak, -İçi dışı, özü sözü bir olmak, -Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek, -Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek, -Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak, -Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak, -Düşmana düşmanın silâhıyla karşılık vermek, -İnanç ve ibadetlerinde samimî olmak, -Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek, -Yapılan iyilik ve hayırda hakkın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek, -Âlimlerle dost olup dostlara danışmak, -Her zaman her yerde yalnız Allah’a güvenmek -Örf, adet ve törelere uymak, -Sır tutmak, sırları açığa vurmamak, -Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak, -Feragat ve fedakârlığı daima kendi nefsinden yapmak.
|
Müslümanların, dünya medeniyetine katkıları bu müzede! |
Türkiye’de alanında tek olan ve içinde 500’e yakın, Müslüman bilginlerin kurdukları kimyasal düzenekler ile rasathane, hastane, üniversite gibi kurumsal eser barındıran İstanbul İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. İlk olarak 25 yıl önce Almanya’da kurulan müzenin, 24 Mayıs 2008 tarihinden bu yana Gülhane Parkı’ndaki eski adıyla tarihî Has Ahırlar Binası’nın restore edilip hazırlanmasıyla kültür şehri İstanbul’da da bir benzeri açıldı. Müzenin açılışı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve birçok bürokratın yanı sıra müzenin kurulmasında öncülük eden Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından gerçekleştirilmişti. İstanbul İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Müdürü Ömer Severoğlu, 18. yy sonu 20. yy başına kadar Avrupa’daki oryantalist bilim adamlarının İslâm bilginleri üzerinde uzunca yıllar çalışmalar yapmış olduklarını hatırlatarak, “Avrupa’da Rönesans hareketlerinin başlamasına, İslâm bilim adamlarının tıp, coğrafya, denizcilik ve astronomi gibi alanlarda yapmış oldukları çalışmaların büyük katkısı olmuştur” diye konuştu. Ömer Severoğlu, İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin, Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 1950’li yıllardan başlayarak dünyanın muhtelif müze ve kütüphanelerinden toparlamış olduğu belge ve bulgulardan hareketle icat edilmiş ve o yıllarda kullanılmış araç ve gereçlerin bire bir ölçüleri yaptırılarak açıldığını söyledi.
İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde, 500’e yakın orijinallerinin bire bir örnekleri olan eserler arasında İslâm mimarisinin “şaheserleri” denilen İsfahan Medresesi, Selimiye Camii gibi yapıların bulunmakta olduğunu vurgulayan Severoğlu, “Ayrıca müzede 9.-16. yy’a ait ilk rasathane, ilkel tank, baskı minyatürü, buhar ve devridaim makinesi gibi görsellerin yanında birçok el yazması kitap sergilenmektedir. Astronomi, tıp, coğrafya, savaş âletleri, kimya, madenler ve optik gibi salonlara ayrılan müzede henüz tamamlanmamış olsa da botanik ve zooloji bölümü de bulunmaktadır” diye ekledi. İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihî Müzesi’nin diğer arkeolojik ve saltanat müzelerinden farklı olduğunu belirten Severoğlu, “Topkapı Sarayında Osmanlı hanedanının bütün yaşantısının kronolojik olarak kesitini görebilirsiniz. Oraya ziyaretçi farklı bir anlayışla gitmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler ise İslâm kültürünün beşere, dünyaya ne gibi katkılar yaptığının örneklerini görmek için gelmektedirler” dedi. Müzenin aylık 10 binin üzerinde ziyaretçi ağırladığına dikkati çeken Ömer Severoğlu, “Biz bunu yeterli görmüyoruz. Tanıtımda noksanlıklar olduğu için ziyaretçi sayısı az. Ancak her geçen gün televizyon, bilboart reklâmları ve yönlendirme levhalarıyla tanıtım sağlanarak ziyaretçi sayısını arttırmayı hedefliyoruz” şeklinde konuştu. Eserlerin, İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Arapça tercümelerinin yanında bir de salonlarda bulunan toplam 32 plazma ekran sayesinde görsel olarak tanıtımı da mevcut. Bütün bunlarla amaçlarının; gençliğe, İslâm kültür ve medeniyetinin zirvede olduğu dönemi belgelerle anlatabilmek ve şimdiki teknoloji ve bilime ulaşmamızda bu bilim ve bilgilerinin yadsınamayacağını ortaya koymak olduğunu söyleyen Ömer Severoğlu, “Türk öğrenciler ve yabancı İslâm ülkelerinden gelen ziyaretçiler arasında müzeyi gezmeden önce ‘Kendimi çok küçük görürken burayı gezdikten sonra kendimi çok güçlü, bilgili ve büyük olarak görüyorum’ diyenler oluyor” dedi. Müze 09.00-16.30 saatleri arasında Salı günü hariç her gün ziyarete açık.
Prof. Dr. Fuat Sezgin: 24 Ekim 1924’te Bitlis’te doğdu. 1943-1951 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde İslâmî Bilimler ve Orientalistik alanında öncü bir yere sahip olan Alman oryantalist Hellmut Ritter’in (1892-1971) yanında öğrenim gördü. 1954 yılında İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde doçent oldu. 27 Mayıs 1960 askerî darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve 147’likler diye bilinen akademisyenler arasındaydı. 1961 yılında Almanya’ya giden Fuat Sezgin, Frankfurt Üniversitesi’nde önce misafir doçent olarak dersler verdi. 1965 yılında Frankfurt Üniversitesi’nde profesör oldu. İslâm bilim adamlarının yaptığı teknoloji hususunda yaptığı şeylerin incelemeler esnasında Avrupalı bilim adamları tarafından isim ve hazırlamış oldukları el yazmalarının kendi adlarına lanse edilmediklerini görmüş. Bunların bilim dünyasında yer alabilmesi için 40 yıllık bir çalışmanın içinde olmuş. Birçok yayın ve ödülü bulunan Prof. Sezgin ayrıca, Suudi Arabistan Kral Faysal Vakfı’nın İslâmî bilimler ödülünü 1978 yılında ilk alan kişidir. Sezgin, 1982 yılında J. W. Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983’de buranın müzesini kurdu, buranın halen direktörlüğünü yürütmektedir. Enstitüye bağlı olarak kurduğu müzede Sezgin, İslâm kültür çevresinde Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı numunelerini sergilemektedir. Prof. Dr. Fuat Sezgin son olarak, Arap-İslâm Bilimleri Enstitüsü için hazırladığı bilimsel araç ve gereçlerin benzerlerini yaptırarak, 24 Mayıs 2008 tarihinde, İstanbul İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi’nin açılmasına önayak olmuştur. |
GÜLSEVİL KAHRİMAN 16.10.2009 |