Nurullah AKAY |
|
Dünyamdan yansımalar |
İçinde bulunduğum ruh hâletini satırlara dökmek için oturdum bilgisayarımın başına. Kafamda hep iyilikler ile kötülüklerin, güzellikler ile çirkinliklerin, doğruluklar ile eğriliklerin çatışması bulunmaktaydı. Dünyanın iyilikler, güzellikler ve doğruluklarla ne kadar mükemmelleştiğini; kötülükler, çirkinlikler ve eğriliklerin ise dünyayı nasıl çekilmez bir hâle getirdiğini düşünüyordum. Ama içimde olumlu rüzgârların oluşturduğu bir huzur ânı vardı ve bu, dünyama hep güzellikler katan havayı bâkileştirmek istedim. İstedim ki, şeytanlardan bana miras kalan bütün mal varlığımı yakayım, yok edeyim. İstedim ki hep iyilikleri dünyama davet edeyim. Geride bir gün bırakmış, yeni bir günün ilk saatlerini yaşıyordum. İnsanların çoğunun nevm âleminde olduğu bu dakikalarda kendimle, dünyamla ve biraz da dış dünyayla yüzleşmek istiyorum gibi bir hâlet-i ruhiyeye sahiptim. İçimde bana huzur veren duygular varken kendimi uykunun derin karanlıklarına teslim etmek istemedim. Sanki “Eşref Saati” mi yaşıyordum? Derler ya herkesin bir “Eşref Saati” vardır. Hazır içimde bir huzur serinliği varken, bu anı bana yaşatan Rabbime şükretmeyi elbette ihmal etmezdim. Şükür duygularıyla huzur esintileri dünyamda daha da artmaya başlamıştı. Bütün zerrelerimle şükür denizine dalmış gibiydim. Rabb-i Rahimimi düşününce ve kendimi O’nun âciz ve fakir bir kulu olarak görmeye başlayınca, faniliklerin bütün yüklerini sırtımdan atmıştım. Bir kuş gibi, şimdikilerin “özgür” dediği, kendimin ise bırakmayı istemediğim “hür” kelimesiyle ifade edilebilecek bir hâlet içinde kendimi hissediyordum. Sanki dünyanın bütün faniliklerini bir tarafa atmış Hâlık-ı Kerim olan Allah’ımla başbaşaydım. Bütün dünya benim olmuştu. Dünyadaki bütün varlıklarla dost olmuş, düşmanlık duygularını sadece şeytânî oyuncaklara ayırmıştım. Oyuncaklarla zaman geçirecek kadar çok vaktim yoktu benim. Hızla gerçekler âlemine doğru gitmekteydim. Yolumun sonunu adeta görür gibi oluyordum. O sonun bir yeni başlangıç olması bütün üzüntülerimi sevinçlere dönüştürüyordu. Evet Rabbimle yoluma devam ediyordum. Benden hiç ayrılmayan Sultanım vardı yanımda. Öyle bir Sultan ki, O yaratılan her şeyin sahibi. O her şeyi biliyor, her şeyi görüyor, her şeyi duyuyor. Bütün güzel isimler O’na aittir. O’nu bulan kendini ve her şeyi bulur. O’ndan gafil olan karanlıklara kendini mahkûm eder. Yalvarıyordum Malikime. Yalvarınca kendimi buluyor, huzurlara gark oluyordum. Kusurlarım, hatalarım çoktu. Kendimi affettirmek için daha da gayret etmeli, beni Rabbimin rızasından ayırmayacak, şeytanların fitnelerinden koruyacak bir rehber bulmalıydım. Düşündüm ki, elbette en doğrusu, Kâinat Sultanının Habibinin (asm) rıza yolunu takip etmek... Girdim o güzellikler ve iyilikler ülkesine. “Rabbim” dedim, “Sevgim sana ve Senin Habibine. Kabul et ey Rabb-i Rahimim...” Muhammed (asm) ismiyle kendi dünyamda ifade edilemez aydınlıklar meydana gelmeye başlamıştı. “Yol bu, varlık bu, insanlık bu” diyerek sevincimle dünyamdaki aydınlıkları arttırmaya çalıştım. Fenalıklar benden uzaklaşmaya başladı gibi oldu. Onların artık dünyama bulaşmamalarını temenni ettim. Bunun için de aczimi ve fakrımı Rabbime arz ederek, O’nun rahmet hazinesinden dilenmek istedim hayatım boyunca. Dualarım kabul olursa, ben artık gerçek bir insan olmuş olacağım Rabbimin izniyle ve merhametiyle. Gecem aydınlıklarla doluyordu, aydınlıkları düşündükçe. Adeta yeniden doğan bir canlı gibi hayat bulmaya başlıyordum. Bu benim yeni bir dirilişim gibiydi. Meğer yaşayan bir ölü olmak ne kadar da çekilmez bir hâletti... Düşüncelerle dirilmek, Rahmanî duygularla dünyamızı kokuşturan muzahrafattan kurtulmak Rabbimin büyük bir nimetiymiş meğer. İnsan ancak gaflet hallerinden kendini kurtarınca gerçekleri görüp, insan olmanın hazzını yaşayabiliyor. Çok şükür bunu anladım gibi bir hâleti Rabbim bana nasip etti... 20.10.2009 E-Posta: [email protected] |