Osman ZENGİN |
|
İbrahim Canan |
İlkbaharda bir Ankara seyahatim olmuştu. Yolda gelirken, Üstad Hazretlerinin son şahidlerinden, Ali İhsan Tola Ağabeyin vefat ettiğini haber almıştım. Bu hazan mevsimi sonbaharda, yine Ankara’ya gelmiştim. Sabah, TRT radyosu açıktı, hem oradaki haberlere kulak veriyor, hem de gazetemi okuyordum. Bir ara, haberin başını anlayamadım ama”...cep telefonunu almak için koşarken otobüsün altında kalan İbrahim Canan öldü” deyince, içimden “Yahu bizim İbrahim Canan Ağabey olmasın?” dedim. Ama onun cep telefonu kullanmadığını da tahmin ettiğimden, şüphede kaldım. Tabiî, bu arada Ankara’daki işlerimizin de peşinde koşuyorduk. Sonradan gelen telefonlarla gerçekten de bizim İbrahim Canan Ağabeyin vefat ettiğini öğrendik. Demek ki, cep telefonu kullanmaya başlamıştı. Hazan mevsiminde, yine Ankara’da iken bizi hüzne gark eden ve yine Üstad Hz. lerinin son şahidlerinden, Prof. Dr. İbrahim Canan Ağabey vefat etmişti. Yıllar önce, gençliğimizde tanıyorduk onu. Erzurum Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesinde doçentti o zaman. Daha sonraları Yeni Asya’daki yazılarından ve “İslâmda Çocuk Terbiyesi” adlı kitabından tanımıştık. Ermenek’li ve babamın da akrabası olan Ahmed Gümüş (o da son şahidlerden) ağabey, onun da Ermenek’li olduğunu söylemişti. Tabiî bizim Ermenek’lilere karşı teveccühümüz, baba memleketinin yanı sıra, daha ziyade rahmetli Zübeyir Gündüzalp Ağabeyden geliyordu. Ondan dolayı kendisiyle tanışmayı arzu etmiştim, fakat bir türlü kısmet olmadı. 1980 sonrası iftirak da, bunu uzatmıştı. Kendisi, Bediüzzaman’ ziyaret eden son şahidlerden biriydi. Hatta Üstadın son Ankara ziyaretinde kaldığı, Denizciler Caddesindeki Beyrut Otelin merdivenlerinde çekilmiş ve ‘Tarihçe-i Hayat’ta yayınlanan fotoğrafı da o çekmişti. (O resimde, hemen Üstadın arkasındaki pardösülü zatın da, 1965-66 yıllarında benim ortaokuldaki din dersi hocam, rahmetli Günay Tümer‘in olduğunu öğrenmiştim.) Bundan iki sene evvel İstanbul’daki Üstadı anma programlarından birine Bursa’lı arkadaşlarımızla birlikte gitmiştik. Program sonunda, bize, akşam verilecek yemeğe dâvetli olduğumuzu söylediler. Akşam dâvete icabet etmiştik. Benim bulunduğum masaya; Kırkıncı Hoca, bir-iki milletvekili, birkaç tanınmış iş adamı ile İbrahim Canan da tevafuk etmişti. İbrahim Ağabeyle yan yana düşmüştük, yemek boyunca sohbet ettik. Baba tarafımdan hemşehri olduğumuzu söyledim, memnun olmuştu. Babam ve rahmetli Mustafa Özsoy Ağabeyle akrabalıklarının olup olmadığını sordum, tahmin etmediğini söyledi. Çeşitli meselelerden epey konuştuk. Bir ara telefonlarımızı alma durumu oldu. O, bana cep telefonu kullanmadığını söyleyip evinin telefonunu vermişti. (Bundan dolayı, kaza haberini duyunca ona yaklaştıramadım, ama daha sonra demek ki cep telefonu kullanmaya başlamış. Hikmet-i ilâhî, işte…) Zaman, zaman telefon görüşmesi yapıyorduk. En son bir cenaze namazında görüşmüştük. Cenaze namazını kıldığımız o camiinden (M.Ü. İlahiyat Fakültesi Camii) onun da cenazesinin kalkacağı kısmetinde varmış. Ne diyelim, Cenâb-ı Hak rahmet eylesin. Bir çok kimsenin okuyup öğrenmesine sebep olduğu hadis-i şerifin menbaı Peygamberimizin (asm) şefaatine nail eylesin İnşaallah. Makamı cennet olsun. Amin. 16.10.2009 E-Posta: [email protected] |