Nejat EREN |
|
Gündemdeki adam! Bediüzzaman Said Nursî |
A slında gündemden hiç düşmedi Bediüzzaman! Çünkü dâvâsı büyüktü. Maksadı ulvî idi. Hedefi büyüktü, devasaydı ve İlâhî idi. Yolu, düsturu, prensibi, metodu, tarzı; Rabbanî idi. Muhabbetti, sulhtu, sükûndu, müsbet hareketti, istikametti, meşrûiyetti, demokratlıktı, hürriyetti, adaletti. Maksadı netti, berraktı, semâvî idi. Yaratanını gerçek ve tam olarak tanımaktı. “İnsana” insanca muâmele etmekti. Karanlıkta kalan hiçbir hâli ve düşüncesi yoktu. “En büyük hile, hilesizliktir” onun hayat felsefesiydi, çizgisinde hiç kırılmayan bir pusula ve haritasıydı. Onun içindir ki “zındıka komiteleri” bütün tuzak ve oyunlarına rağmen ne sağlığında, ne de vefatından sonra bu çelik iradeyi aşamadılar. Çünkü: “Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velisi; Andıkça, bütün nur oluyor duygusu, hissi. Yükselmededir marifet iklimine her an, Bambaşka ufuklar açıyor rûhuna Kur’ân. Vazife başında ve cihad meydanında iken, şu mısralar lisan-ı hâlidir: Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi; Sinsi düşmanlara, hâşâ, satamam benliğimi. Benliğimden uzak olmaktır esaret, bence; Böyle bir zillete düşmek, ne hazîn işkence! Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım, Dest-i kudretle yapılmış kaledir îmanım. Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım; Görmek ister beni Cennette şehîd ecdâdım Rûhum oldukça müebbet, ebedîdir ömrüm; En büyük vuslata, Allah’a çıkan yoldur ölüm.” (Tarihçe-i Hayat, s. 18) Gelin birlikte “düşmanlığın” ve “dostluğun” çok net tarifini yapma mukayesesi olabilecek iki farklı zihniyeti ortaya koyan bir tesbit yapalım. Hayata, olaylara, millete, devlete ve insanlığa bakış açılarının çok net ifadelerine nazar edelim. Bir asrı aşan bir zaman diliminde vatan, millet ve insanlık için hayatını ve bütün mukaddesâtını ortaya koyan bir mübarek bedenden ve kabrinden bile “intikam” almayı mârifet sanan o zihniyetin dünya ve medenî milletler nezdindeki yeriyle o mübarek zatın dâvâ ve fikirlerinin, değil sadece Türkiye ve İslâm âlemine, bütün dünyaya ışık saçması ve kabul görmesi hadisesinin hakkını teslim edelim. İşte bu müthiş hakikatin sırrı, şu satırlar ve fikirlerde yatıyor. “Fâni dünyamızın ağlamasına mukabil, bâkî hayatımızı güldürerek bu musîbetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishaneyi terbiyehâne gösterip, vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmaya çalışmalıyız. Ve hapishane memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkiyâ ve serseri ve katil ve sefahetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershanede çalışan talebeler görsünler ve müftehirâne Allah’a şükretsinler.” (Asa-yı Musa, s. 16) Şu zamanda fazla bir değişikliğe uğramayan, değişikliğe uğramadığı için de vicdanlarda ve dünyada bizi sıkıntıya sokup çoğu zaman rezil eden o meş’um ruh hâli ve “derin zihniyete” karşı başta talebelerine ve insanlığa verdiği ders ve mesajın dünya durdukça yaşayacak orijinal ifadeleri hâlâ dalgalanarak devam ediyor ve asırlarca devam edecek İnşaallah! “Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’ân’dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlar yetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi a’mâl-i salihâ ile, hapishane müdür ve alâkadarları, câni ve katillerin başlarında zebâni gibi azap memurları değil, belki medrese-i Yusufiyede Cennete adam yetiştirmek ve onların terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer şefkatli rehber olmalarına çalışmalıyız.” (Asa-yı Mûsâ, s. 19) Vatan, millet, insanlık adına verilen bu mesajlar ve bir asra yaklaşan tertemiz, berrak bir ömür ve hayat... Milleti ve devleti bu kadar sıkıntıya sokup, badireye atan bu malûm zihniyetin, bu büyük dâvâ adamına karşı tarziye vermesi, özür dilemesi gerekir. Bunun da bir tek yolu, onun Kur’ân ve sünnete uygun olarak koyduğu prensiplere sahip çıkmak, uygulamak ve insanlık yarışında medenî milletlere rehberlik edip yardım etmekle mümkün. Çünkü “akıl, ilim ve fennin hükmettiği istikbalde Kur’ân’ın ulvî kanunlarına uymakla” insanlığın gerçek kurtuluşa erebileceğini söylüyor ve bunu da çok net olarak, arkada bıraktığı ilim hazinesi bir külliyat ve yetiştirdiği tertemiz bir nesille bütün dünyaya ispat ediyor. Her ne kademede olursa olsun, idareci konumunda olan sorumlu kişilerin, cesaretle bu dâvâ adamına ve altı kıt'ada dünyaya yayılıp yön veren, insanlığın kurtuluşu için canhırâşâne çaba gösteren muhteşem dâvâsına sahip çıkmasıyla bu karanlık, kaos, kargaşa, tahribat, puslu ve sisli hava ve ilişkilerden kurtulma yolları kısa ve çabuk bulunabilir. Değilse, öncekiler gibi mevcutların da bütün çaba ve gayretleri: “şer ve tahrip hesabına geçer.” Sözün özü, asrın büyük müçtehidi, imamı, her konuda fetvâ emini olan “Üstad Bediüzzaman Said Nursî” Hazretlerini çeşitli kategorilerde isim yapmış bir sürü insanın sonuncusu olarak, makamına da hiç uygun olmayan bir vasıfla zikrederek, ne karşı tarafta gedik açabilirsiniz, ne ona, ne onu sevenlere, ne de o kudsî ve ulvî dâvâsına hizmet etmiş olursunuz vesselâm. İşin sırrı, hakkın hatırını âlî tutmak ve hakkı teslim etmekte yatıyor. 16.10.2009 E-Posta: [email protected] |