M. Latif SALİHOĞLU |
|
Ahiyan ve Bacıyan |
Ahiyan, kardeş anlamına gelen “ahi”nin çoğuludur. Bacıyan da “bacı”nın çoğulu olup bacılar demektir. Bu isimler altında teşkilatlanan insanlar, Selçuklu ve Osmanlı döneminde büyük itibar görmüşlerdir. Anadolu yerleşik halkının Müslümanlaşmasında ise, aynı kaynaktan beslenen bu iki teşkilatın rolü ve hizmeti pek büyük olmuştur. Ahilik teşkilatı, kardeşlik esasına dayanır. Bu teşkilatın kurucusu 1171-1262 yılları arasında yaşamış olan Ahi Evran’dır. Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş, önce Kayseri ve bilahare Kırşehir’e yerleşmiş bir büyük şahsiyettir. Ahi Evran’ın büyüklüğü, sadece onun temiz ahlâkından, dürüstlüğünden, şahsî faziletinden kaynaklanmıyor. Onun ayrıca insan yetiştirmesi ve insana yatırım yaparak insan merkezli bir hayat tarzını geliştirmesi vardır ki, onu asırlarca unutulmayacak bir mühim şahsiyet hâline getirmiştir. Ahi Evran’ın kendisi esnaf, sanatkâr ve gençlik arasında geliştirmiş olduğu Ahiyan’a (Ahilik ve Fütüvvet teşkilâtı) mukabil, onu hanımı olan Fatma Bacı da, Bacıyan teşkilatını sevk ve idare etmiştir. Gerek Ahiyan ve gerekse Bacıyan teşkilatına mensup kimselerin sadece bir tek vazifesi yoktur. Bu kimseler, öncelikle kendi nefsini terbiye etmesi, kendini yetiştirmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, diğer teşkilât mensuplarıyla iyi bir diyalog ve münasebet içinde bulunması icap ediyor. Bu merhalelerden geçtikten sonra da, geniş daireye açılmalarına, maddî veya mânevî yönden muhtaç durumdaki insanların yardımına koşmalarına sıra geliyor. Bacıyan (Bacıyan-ı Rum da deniliyor) halkasına dahil olan hanımlar, örnek İslâm ahlâkını ailelere yansıtmaya çalışırlarken, bir taraftan da Anadolu’nun yerleşik Rum, Ermeni, Süryani vesâir ailelerine nüfuz ederek onlara da İslâmiyetin temel prensiplerini anlatmaya çalışırlardı. Ahiyan (Ahiyan-ı Rum diye de isimlendiriliyor) ise, hem temel ahlâk derslerini alır, hem bunu çevreye ve iş hayatına yansıtmaya çalışırlar. Bunun yanı sıra, esnaf ve sanatkârlar olarak kendi aralarında lonca denilen teşkilâtlar kurarak, mesleklerinin sağlam dairede gelişmesini sağlamaya gayret ederler. Kardeşlik duygusunun temel baz olarak kabul edildiği Ahilik, ayrıca cömertlik, mertlik ve mürüvvet mânâlarını içinde barındırır. Onların bu mertlik ve cömertlik hâllerine şahit olan Berberi asıllı seyyah İbn Battuta, Seyahatnamesinde Anadolu’da yaşayan Ahilerden şu sözlerle bahseder: “Ahiler, Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her vilâyet, her kasaba, hatta her köyde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancılara karşı yakın alâka gösterirler. Yiyecek, içecek ve yatacak ihtiyaçlarını temin ederler. “Ahiler, ayrıca bulundukları yerlerdeki zorbaların hakkından gelir ve onları yola getirmesini de bilirler. Herhangi bir sebeple kendi ‘Fütüvvet/Gençlik teşkilatlarına iltihak eden kötüleri bertaraf etmeye çalışırlar. “İşte bu gibi hususlarda, Ahilerin dünyada eşi benzeri yoktur diyebilirim. “Ahilerin çoğu esnaf ve sanatkârdır. Sabah işlerine erken saatte giderer. İkindiden sonra ise kazandıklarını reislerine, ustalarına, yani o işyerindeki idarecilerine götürüp teslim ederler. “Ahiler, kazandıklarıyla ayrıca kendi aralarında topluca yemek yerler, şayet varsa misafirlerini de aynı cemaate dahil ederek, onlara karşı cömertliklerini sergilemekten geri durmazlar. Misafire karşı her türlü izzet ve ikramı eksiksiz yaparlar. “İşte ben dünyada bunlardan daha güzel, daha samimi ve daha hayırlı iş yapan kimse görmedim. Meselâ, Şiraz ve İsfahan taraflarında gördüğüm bazı kimselerin hâl ve hareketleri de bunlara benziyordu. Ancak, Ahilerin gelen giden yolculara, misafirlere gösterdikleri yakınlık ve sıcaklık, besledikleri şefkat ve iltifat, şimdiye kadar gördüklerimin fevkindedir.” İşte, İbn Battuta gibi dünyayı gezip dolaşmış meşhur bir seyyahın anlattıkları da gösteriyor ki, Ahiler, müstesna insanlardır. Esasında Anadolu insanının nice güzel haslet ve meziyetleri vardır ki, bütün bu hususiyetler Ahilik teşkilatı içinde asırlarca yaşatılmaya çalışılmış. Ne zaman ki, biz onları unutarak, ya da bir kenarda tutarak başka toplulukların hayat tarzlarını örnek almaya başladık, cemiyetteki bozulma da buna paralel şekilde kendini gösterdi. Fert ve cemiyet bazında insanlarımızın düzelmesi, yine kendi özümüze dönmeye ve o güzel ahlâkı yaşamaya, yaşatmaya bağlıdır. 20.10.2009 E-Posta: [email protected] |