Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Tesanüd şart |
Dayanışma, yardımlaşma, birbirine güç, kuvvet verme anlamlarına gelen tesanüd, cemiyet ve cemaatler için bulunması şart olan hususlardandır. Yani cemiyet ve cemaatlerin çalışma ve faaliyetlerine verimlilik kazandıran, onları başarılara götüren en önemli unsur, o cemiyeti veya cemaati meydana getiren fertler arasındaki sıcak, samimi dayanışma, yardımlaşma yani tesanüddür. Arzu edilen kardeşliğin, yardımlaşmanın, dayanışmanın bulunmadığı cemaatlerin, toplumların uzun süreli ayak durmaları; ayakta dursalar dahi kendilerinden beklenilen faaliyetleri icra ederek başarı göstermeleri mümkün değildir. Samimi tesanüd olmayınca, onun yerini birbirini çekiştirme, çekememezlik, karşılıklı birbirine hased etme mânâsına gelen “tehasüd” alır ki, bu duruma düşen cemaatler artık cemaat olmak vasfını bir nevî yitirmiş demektir. Öyle ya, birbirini çekiştiren, birbiriyle anlamsız rekabetlere giren, birbirini çekemeyen insanların oluşturduğu bir cemaate, bir camiaya gerçek mânâda cemaat denilir mi? Tesanüdün hükümfermâ olduğu cemiyet veya cemaatlerde bir hareket, bir faaliyet olurken; tehasüdün pençesine hapsolan toplumlarda tam tersi bir durum, yani tembellik, rehavet, atâlet söz konusudur. Konu ile alâkalı, Hakikat Çekirdekleri’ndeki şu tespite kulak verelim isterseniz: “Tesanüd içindeki bir cemiyet, ataleti harekete tebdil eden bir vasıta olur. Tehasüd (hasedleşme) içindeki bir cemaat ise, hareketi atalete çevirmeye vasıtadır.” Görüldüğü gibi tesanüd, cemiyet ve cemaatler için adeta bir can suyu. Gayesi ve hedefi din-i mübîne hizmet olan cemaatler için tesanüdü sağlamak en önemli ve öncelikli bir yükümlülük. Her halükârda bu yükümlülüğü yerine getirmek de, cemaatin her bir ferdinin önemli ve vazgeçilmez bir vazifesi. Tesanüdü bozacak, onu haleldâr edecek her türlü söz ve hareketten şiddetle kaçınmak da, yine her bir cemaat ferdinin öncelikli işi olmalı. Bu meyanda Bediüzzaman’ın, Şuâlar eserinin 276. sayfasındaki; ahiret, ibadet ve sevap için birbirine bağlanan Risâle-i Nur talebelerinin, her türlü ağır şartlara rağmen, Kur’ân ve iman hizmetindeki mânevî mücadelelerinde, her biri yüz adam kadar önemli olan hakiki mücahid kardeşleriyle, kardeşliği kuvvetlendirmelerinin, birbirlerinin çalışmalarına kuvvet vermelerinin ve birbirlerine teselli vermelerinin, ancak aralarında gerçek bir tesanüdle olcağı yönündeki beyanları, bizim için dikkate değer ifadelerdir. Nurlarla din-i mübîne hizmetin, tesanüdü muhafaza etmekle eş değerde olduğunu fark eden Bediüzzaman, tesanüdün korunması için her fırsatta talebelerini ikaz etmiş, onlara tavsiyelerde bulunarak, bu yönde alınacak tedbirlerin müşahhas örneklerini göstermiştir. Meselâ, Şuâlar eserinin 277. sayfasında talebelerine gönderdiği bir mektubunda; “Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz (muhafaza) ve îtidal-i dem ve ihtiyattır” diyerek öncelikle tesanüdü muhafaza, sonrasında da tesanüdü tehlikeye sokacak olan enaniyet, benlik ve rekabetten şiddetle kaçınmanın gerekliliğini nazarlarımıza veriyor Üstad. Bunu teyiden Bediüzzaman yine bir mektubunda; “... ikiliğe meydan vermemek ve îtidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enâniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zaruridir” (Şuâlar, s. 279) diyor. Görüldüğü gibi burada da Üstadın uhuvvet ile tesânüdü birlikte zikretmesinden anlıyoruz ki, tesanüd ancak samimi bir kardeşlik ile tahakkuk edecektir. Ayrıca uhuvvet ve tesanüdün sağlanması ve güçlenerek devam etmesi için de, fertlerin tevazu ile, mahviyetle ve terk-i enaniyetle davranmalarının elzem olduğunu öğreniyoruz. 18.10.2009 E-Posta: [email protected] |