Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Dağdan iniş |
On sene önce Kenya’da CIA tarafından teslim edildiği Türk güvenlik ekibine uçaktaki ilk sözü “Hizmete hazırım” olan Apo, bilâhare, şimdi olduğu gibi bazı PKK militanlarını “barış elçisi” olarak göndertmişti. Ama sonrasında süreç farklı gelişti. Apo’nun “ele geçirilmesi” ile yakalanan “PKK’yı bitirme” fırsatı, Ankara tarafından değerlendirilemedi. Ve on yıl daha kan akmaya devam etti. Son günlerde medyaya yansıyan bazı kırık dökük bilgiler, Apo’nun İmralı’ya tıkılmasından sonra nasıl bir yol takip edileceği konusunda Ankara’nın elinde koordinatları çizilmiş net bir yol haritası ve strateji bulunmadığını gösteriyor. Eğer bu iddialar doğru ise, akmaya devam eden kanda bu şaşkınlığın da büyük hissesi var. Eskiden beri fısıltı gazetesiyle alttan alta seslendirilip, bilhassa Ergenekon sürecinde daha da yaygın şekilde dile getirilmeye başlanan ve çok daha düşündürücü ve vahim olan bir başka iddia ise, Apo kozuna rağmen PKK’nın bitirilmeyişinin altında derin kasıtlar bulunduğu yönünde. Bu meyanda, sıkı asker kontrolünde tutulan Apo’nun, İmralı’dan örgütü yönetmeye ve dışarıya mesajlar göndermeye devam edebilmesinin nasıl mümkün olduğu, hep kafaları kurcalayan bir soru işareti olarak bu şüpheleri güçlendirdi. PKK ve terör fitnesinin arkasındaki dış destek işin ayrı bir vechesi; ama bu fitnenin devamında etkili olan iç faktörler hâlâ aydınlatılmış değil. Keza silâh ve uyuşturucu ticareti ile terör eylemleri ve örgüt arasındaki bağlantıda “devlet içi çeteler”in rolü de. Bakalım, bu noktada, gizli ve karanlık ilişkilerin açığa çıkarılması açısından büyük ümitler bağlanan Ergenekon sürecinden, beklentileri karşılayacak sonuçlar çıkabilecek mi? 1999 fiyaskosundan on yıl sonra, yine Apo’nun talimatıyla Kandil’deki PKK militanlarından ve Mahmur kampı sakinlerinden bir grup, yine “barış elçisi” sıfatı verilerek Türkiye’ye gönderildi. Terör örgütünden verilen mesajlar, “Önderliğimiz istediği için bu arkadaşları gönderiyor ve tıkanan açılım sürecini böyle açıyoruz” şeklinde. Teslim olan grubun dokuz maddelik bir talepler listesi getirdiği de dikkate alındığında, örgütün “Gelişmelerin seyrinde belirleyici olan asıl faktör biziz, çözüm için bir şans ve fırsat daha veriyoruz” mesajı vermeye çalıştığı gayet aşikâr. Ama işin arkaplanındaki gerçek daha farklı. Özellikle, örgütü bugüne kadar kendi hesapları çerçevesinde Türkiye'yi zora sokmak için kullanagelmiş olan dış dinamiklerin, artık buna ihtiyaç duymadıkları yeni bir sürece girilmiş durumda. Bilhassa, Irak’tan çekilme hazırlıkları içindeki ABD’nin, arkasında Ankara-Bağdat-Erbil üçgeninde sürekli gerginlik kaynağı oluşturacak bir PKK problemi bırakmak istemediği söyleniyor. Konuyla bir şekilde irtibatlı olan diğer dış aktörlerin de aynı çizgide tavır alması neticesinde, örgütü tasfiye süreci hızlanmış gibi görünüyor. Bu sürecin bize yönelik arkaplanında, Türkiye’yi bu konuda rahatlatarak, Obama ABD’sinin küresel projeleriyle uyumlu “görevler”e yönlendirme hesaplarının varlığı da işin ayrı bir ciheti. Hafta sonu Münih’e giderken uçakta elimize geçen International Herald Tribune gazetesinde gördüğümüz Stephen Kinzer imzalı ve “Türkiye’ye yeni rol” başlıklı yazıdaki “ABD giremediği ve diyalog kuramadığı bazı ülkelere karşı Türkiye'yi devreye sokacak” mesajı bunun ifadesi gibi. Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun “Dış politika hedeflerimiz Obama’nın açıkladığı yeni ABD stratejileriyle örtüşüyor” şeklindeki beyanı da. Nitekim gelişmeler bu çizgide şekilleniyor. Böyle olunca, yeni bölgesel dizayn projelerinde PKK’ya da; hem ona hayat veren, hem de onu bahane ederek kendi varlığını sürdüren derin Ankara çetelerine de yer olmadığı ortaya çıkıyor. Dağdakilerin düz ovaya iniş sürecinin başlaması, bunun hayli önemli göstergelerinden biri. Ve görünen o ki, her aktörün kendisine biçilen rolü oynayacağı bu süreç gelişerek sürecek. Neticeleri inşaallah hayırlı olur. 21.10.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (18.10.2009) - Yolculuk hızlanıyor (15.10.2009) - Şüpheli ölümler (14.10.2009) - Afganistan ve İsrail (11.10.2009) - Mesajlar ve pasaport |