M. Latif SALİHOĞLU |
|
Çift yönlü salgın |
Günümüzde tıbbî hastalıklarla ahlâkî hastalıkların paralel şekilde yaygınlaştığını görmekteyiz. Yaygınlık özelliği olan hastalıklar bulaşıcı olup, zamanımızda bunlara salgın deniliyor. Geçmişte ise bu tür mikrobik hastalıklara “sârî illet” deniliyordu. İşte bu sârî illetin bir tıbbî, bir de manevî olanı vardır. Ki, Üstad Bediüzzaman 1952’de kendisiyle yapılan bir mülâkatta “Dünya büyük bir buhran geçiriyor” diye başlayan sözlerine şu ifadelerle devam ediyordu: “Garp cemiyeti içinde doğan bir veba, bir taun hastalığı gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak?..” Evet, işte o sârî illet, bugün hem insanların beden sıhhatini, hem de ahlâkî değerlerini tehdit edecek şekilde yaygınlaşma istidadını göstermiş bulunuyor. AIDS, deli dana, kuş gribi, tavuk vebası derken, son birkaç yıldır bu kez domuz gribi dünyayı istilâya başladı. Grip mevsiminin başlangıcı olan şu günlerde ise, muhtelif dünya şehirlerinde olduğu gibi, Türkiye’nin başşehri Ankara’da da domuz gribi kendini gösterdi ve insanların uykusunu kaçıracak derecede tehlike sinyalleri vermeye başladı. Oysa, bu tür maddî hastalıklardan çok daha tehlikeli olan ruhî, kalbî, ahlâkî hastalıklar var. Bu tür hastalıkların mikrobunu taşıyan kimselerin dünyası karardığı gibi, ahireti de tehlikeye giriyor. Fakat, her nedense, domuz gribinden titreyen, ödü kopan bazı kimselerin bu tür mânevî hastalıklara karşı kılı dahi kıpırdamıyor. Evlâdının imanı tehlikeye girmiş, yahut ahlâkî değerleri tarumar olmuş, bu fecaat karşısında en ufak bir tepki dahi göstermiyor. Böyleleri, şu geçici, fani, temelsiz hayatın çürük direğine sarılmayı en büyük maharet addediyor. Bugün olduğu gibi, geçmişte de insanların çığırdan çıktığı, kudsî değerleri çiğneyerek kalın gaflet tabakası altında dünyaya meftun ve müptelâ olduğu, birtakım gayrı meşrû zevk ve hevesâtın peşine düşerek ahireti unuttuğu dönemler olmuştur. İslâmdan önceki o kavimlerin zamanında, dünyevî ceza olarak, onlara daha çok “helâk cezası” gelmiştir. Günümüzde yapılan bazı kazılarda yer altında bulunan bazı şehirlere rastlandığı gibi, denizin derinliklerinde yapılan araştırmalarda da benzer tablolara rastlanılmaktadır. İhtimal, yer ve deniz altlarında tesbit edilen bu yerleşim alanlarının mühim bir kısmı helâk neticesi gark olmuş, ya da yere batmış merkezlerdir. Bilindiği gibi ümmet-i Muhammed’e (asm) helâk cezası gelmiyor. Bütün bütün yoldan çıktığında başlarına en büyük helâk olan kıyamet kopacağından, ayrıca bir helâk cezasına maruz kalmıyor. Helâk yerine, İlâhî ikaz denilen uyarılar geliyor bu ahirzaman ümmetinin karşısına. Tâ ki akıllarını başlarına toplasınlar da, içine girdikleri manevî girdaplardan kurtulmaya çalışsınlar. İşte, günümüzde salgın hâlini alan domuz gribi tarzındaki hastalıklar, bu türden birer ikaz ve uyarı dalgasıdır. Gelen uyarı dikkate alınmadığı takdirde, arkasından yeni uyarılar ve bir müddet sonra çok daha dehşetli mikroplar, virüsler gelmeye başlar. Ne yazık ki, gaflet ve dalâlet perdeleri günümüzde o derece kalınlaşmış ve koyulaşmış ki, boylu boyunca sefahet ve lehviyata dalan insanları uyandırmak hayli müşkilleşmiş durumda. Bu gibiler, en şiddetli ikazlarla dahi uyanmıyorlar, akıllarını başlarına getirmiyorlar. Oysa, ortada bir va’d-i İlâhî vardır. Beşeriyet, ahirzamanda da bir huzur, barış ve refah devresini yaşayacaktır. Bunun için de, bir taraftan dünyaya iman ve İslâm nuru yayılacak, insanlar iman ve hidayet dairesine akın edip gelecektir. Ayrıca bir taraftan da, büsbütün çığırdan çıkmış insanların önünü ve hızını kesmek için mikroplu ve bulaşıcı hastalıklar zuhur edecektir. Aksi halde, azgınlaşmış kimseleri durdurmanın imkân ve ihtimali yoktur. Düşünün ki, helâk cezasını hak edecek insan ve hatta insan toplulukları var günümüzde. Bunları kim, nasıl durduracak? Hiçbir kayıt, hiçbir ahlâkî değer taşımayan ve tanımayan bu kimseler, ancak ve ancak ürkütücü bazı hastalıkların bariyer oluşturmasıyla bir derece teskin edilip durdurulabilirler. İşte, şimdiye kadar ortaya çıkan sârî illetler, muhtemelen çok daha dehşetli hastalıkların öncüsü ve habercisidirler. Bu illetler zincirinin, gitgide tâ Dabbetülarz halkasına kadar gidip dayanacağını söylemek kehanet olmasa gerektir. Dabbetülarz ise, iman sahiplerine değil, fısk ve sefahette boğulmuş olanlara musallat olacağına dair rivayetler var. 21.10.2009 E-Posta: [email protected] |