Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Şüpheli ölümler |
Yaz aylarında haftalarca tartışılan konulardan biri Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesiydi. Ama mayınlardan arındırılacak arazinin bilâhare hangi amaçlarla kimlere verileceği bahsi öne çıktığı için, işin özü arada kaynayıp gitti. Ve Meclisten geçen kanun, CHP tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü. Kanunun bazı kritik maddelerinde yürürlüğü durduran AYM’nin, ne zaman esasa geçip dâvâyı sonuçlandıracağı ise hâlâ belli değil. Bunun pratikte iki önemli neticesi var. Biri, Türkiye’nin imza attığı BM sözleşmesi gereğince, mayınları temizlemek için verdiği taahhüdü yerine getirme süresinin hızla daraldığı. İkincisi, gömülü mayınların yeni can kayıplarına sebep olma tehlikesinin hâlâ devam ettiği. Mayın bahsinde durum bu iken, Diyarbakır-Dicle’deki Ceylan faciası, sorunun mayınlarla sınırlı olmadığını, rastgele her yere dökülüp saçılan mühimmat, bomba ve mermilerin her an yeni canlar alabileceği gerçeğini önümüze koyuyor. Bilindiği gibi, bu acı olay gündeme geldiğinde, bir havan topu mermisinden söz edilmiş ve Genelkurmay’ın ilk tepkisi “Araştırdık, o saatte orada bir havan topu atışı olmamış” şeklinde oldu. Ama bu açıklama şüpheleri dağıtamadı ve 12 yaşındaki Ceylan’ın ölüm şekli ile savcının tam üç gün geçtikten sonra olay yerine gitmesinin doğurduğu kuşkular seslendirilmeye devam etti. Bunun üzerine Genelkurmay bir açıklama daha yaptı. Ama bu defa soruları cevaplamak yerine, konunun gündemde tutulmasını “TSK’nın yıpratılmasına yönelik asimetrik ve organize bir psikolojik harekât”la irtibatlandırmayı tercih etti. Ardından, İçişleri Bakanı devreye girdi ve bilirkişi tarafından yapılan incelemeler sonucunda, Ceylan’ın havan topu mermisiyle değil, evvelce araziye düşen ve patlamadan duran “Lancer tipi” daha küçük bir mermiyle öldüğünün anlaşıldığını açıkladı. Buna göre, küçük kız, elindeki tahra ile vurduktan sonra mermi patlamış... Bu açıklamadan, adeta “Ceylan kendi hatasının kurbanı oldu” gibi bir sonuç çıkmıyor mu? Öte yandan, farz edelim ki, olay raporda iddia edildiği tarzda gerçekleşmiş olsun; küçük bir çocuktan, büyükleri dahi aşan bir dikkati beklemek ne kadar doğru? Dahası, merminin otlar arasına gizlenmiş ve Ceylan’ın tahrayı farkına varmadan mermiye vurmuş olması da ihtimallerden biri. Aydınlatılmayı bekleyen bir diğer nokta, Ceylan’ın cesedindeki tahribat karın boşluğunda iken meselâ ellerinin nasıl olup da sağlam kaldığı. Ve bütün bunların ötesinde asıl sorgulanması gereken şey, çocukların gezindiği alanlarda patlayıcı maddelerin ne aradığı. Bu, ister mayın olsun, ister havan topu mermisi, isterse Lancer... Buna karşı deniyorsa ki: “Efendim, terörle savaş devam ederken bu tarz hadiseler olabilir.” İşte asıl mesele bu. Bunlar olmasın. Masumlar ölmesin. Çocuklar, serseri mayınların ve oraya buraya dağılmış patlayıcıların kurbanı olmasın. Onun için, terörü de, onu gerekçe göstererek yapılan operasyonları da sona erdirecek; dahası meskûn mahallerdeki masum insanları tehdit eden top ve mermi atışlarını disiplin altına alacak; oralarda sağa sola dağılıp patlamadan duran mermileri yeni canlar almadan imha edecek çok esaslı tedbir ve düzenlemelere ihtiyaç var. Ordu içerisinde vuku bulup “eğitim zayiatı” olarak açıklanan ve sayıları giderek artan kayıpları bitirecek; kaza diye açıklanmışken “ceza” sonucu olduğu ortaya çıkan ölümlerin tekerrürüne meydan vermeyecek tedbirler de buna dahil. Bunun için, bir canı bile herşeyden aziz ve değerli sayan; haksız yere veya ihmal ve sorumsuzluk sebebiyle bir canın yitirilmesini bütün insanlığın katline eş tutan bir duyarlılık gerekiyor. Çözümün şartı, meseleye böyle bakılması. Ve ölümler için seslendirilen şüpheleri “Yıpratılmak isteniyoruz” diye damgalayıp mahkûm eden önyargılı ve suçlayıcı tavrın terk edilip, asıl yıpranmayı bu yaklaşımın getirdiğinin görülmesi. 15.10.2009 E-Posta: [email protected] |