Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli Cenneti özleyen hayırlara koşar. Cehennemden korkan gayr-i meşrû lezzetlerden kaçar. Ölümü bekleyene, lezzetler önemsiz gelir. Dünyaya soğuk bakana musîbetler hafif gelir. Câmiü's-Sağîr, No: 3567 |
15.10.2009 |
Ölüm, ahbaba kavuşmadır
Tam uyanmak için, Kur’ân’ın semâvî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camii’ndeki hafızları dinlemeye başladım. O vakit, o semâvî dersten “İman edenleri ve güzel işler yapanları müjdele... (ilâ âhir)” (Bakara Sûresi: 25) nev'înden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’ân’dan aldığım feyizle hariçten tesellî aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve meyusiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun ki, ayn-ı dert içinde dermanı buldum. Ayn-ı zulmet içinde nuru buldum. Ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum. En evvel, herkesi korkutan, en korkunç te-vehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risâlelerde bu hakikati kat'î bir sûrette ispat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risâlelerde izah ettiğimiz gibi, ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkezâ, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarikatçe rabıta-i mevtin bir sırrını anladım. Sonra, herkesi zevâliyle ağlatan ve herkesi kendine meftun ve müştak eden ve günah ve gafletle geçen ve geçmiş gençliğime baktım. O güzel, süslü çarşafı (elbisesi) içinde gayet çirkin, sarhoş, sersem bir yüz gördüm. Eğer mahiyetini bilmeseydim birkaç sene beni sarhoş edip güldürmesine bedel, yüz sene dünyada kalsam beni ağlattıracaktı. Nasıl ki öylelerden birisi ağlayarak demiş: “Keşke gençliğim birgün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazîn haller getirdiğini ona şekvâ edip söyleyecektim.” Evet, bu zat gibi gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düşünüp teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Halbuki gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhrevîyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebedîyesini ve hayat-ı uhrevîyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyevîyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve keder çeker. Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz ihtiyarlar Allah’a şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarından kurtulduk. Her şey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibadete ve hayra sarf edilmişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâki kalıp, hayat-ı ebedîyede bir gençlik kazanmasına vesile olur. Lem’alar, s. 232, (yeni tanzim, s. 519) LÜGATÇE: meyusiyet: Ümitsizlik, üzüntü. rica: Ümit. ayn-ı dert: Derdin ta kendisi. ayn-ı zulmet: Karanlığın ta kendisi. firak: Ayrılık. hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat. mukaddeme: Başlangıç. mebde’: Evvel, başlangıç. tebdîl-i mekân: Yer değiştirme. berzah: Kabir kafile-i ahbab: Dostlar kafilesi, topluluğu. mevt: Ölüm. rabıta-i mevt: Ölüm bağı, ölümünü düşünerek dünyanın fani olduğunu mülâhaza etmekle nefsin desiselerinden kurtulma. |
Bediuzzaman Said Nursi 15.10.2009 |
Dünyanın merdiveni!
İnişlerle çıkışlar zikzak çizer dururlar. Çıkması bir parça rahat; inmesi, öyle zor ki! Sağlık için de böyle, saltanatın sonu da… Her şey dümdüz gitmiyor. Bir yukarı, bir aşağı; sağa sola yalpa vurur insanlar. Dümdüz olmak, dimdik durmak öyle kolay şey değil. Bir gün, sordum dostuma: “Merdivensiz dünya yok mudur acep?” Tebessümle cevap verdi: “Var var” dedi “Orada!” Eliyle işaret etti, ahiretti her hâlde. Öyle ya. Orada ne iniş var, ne çıkış. Koşuşturma, dünyada. Ana avrat, çoluk çocuk; at düşün, araba düşün; bunca dünya yüküyle nereye sonu işin? Biter mi gönlün talebi? Şöyle bir “oh” diyecek menzili kim istemez? İşte, orası “orada”… Zahmetler meşakkatler, acılar ıztıraplar sergilenir burada; türlü türlü, çeşit çeşit, cins cins. Sevinç, neş’e, keyif sürmek burada pek uzun sürmez. “Üzüm”le “hüzün” değiş tokuş eder durur, durmadan. Üstadımız diyor ya: “Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur” diye. Dünya bu! Uzun süren tatmaklar, yukarı basamakta. Çıkmaya bakmak lâzım dünyadan, üst menzile, basamak basamak. Ağrılar, sancılar “vücudunu tavattun” etmeden; “lûle lûle” saçların siyahlığı gitmeden yani “yol göründü gaziler” denmeden çaresine bakmalı. Dünyanın merdiveninden başlamalı çıkmaya, bir an evvel; yolculuk hızlanmadan. Ömür geçmiş, tâkat bitmiş; anlamış ki, çare yok gitmemeye dünyadan. Böyle mi olmalı? Gençken, dinçken, zorlamadan, zorlanmadan, horlanmadan; dizlerinde derman varken koşmalı mı, Rabbine? Elbette, gençken. Işıl ışıl, pırıl pırıl gençlik varken elinde. Zaten ömür içinde işe yarar on sene, on beş sene… Geçip giden gençliğinde ahirete yönelenler, fânîleri tebdil eder bekâya. Risâle-i Nur’da: “… ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saâdette ebedî bir gençliktir” denilmektedir. Hazırlığı sona koymanın sonu hüsran olur, çok zaman. Çaresizlik “çare” değil. Çare varken çevrilmeli yüzümüz ahiret diyarına tebessümle, neş’eyle; “ah” “vah” etmeden, gençlik elden gitmeden. Basamağa başlamalı, tez elden. Alnında ter, gözünde fer, elinde hüner varken; lezzetlerin her türlüsü ardı sıra koşarken… Koşarken…
|
ALİ RIZA AYDIN 15.10.2009 |
İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyac
Bediüzzaman Said Nursî |
15.10.2009 |