Abdil YILDIRIM |
|
ÖLÜMDEN DÖNMEK |
“Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misâli o musalla taşında”
C. Sıtkı Tarancı
Siz hiç ölümden döndünüz mü? Böyle bir soru karşısında herkes biraz ürperir. Kimisi “Allah korusun” derken, kimisi de başından geçen ağır bir hastalığı veya büyük bir kazayı hatırlayıp, “Evet ölümden döndüm, demek ki daha yiyecek ekmeğimiz, içecek suyumuz varmış” diyerek Allah’a şükreder. Şiddetli bir musîbetle sınandıktan sonra ölümden dönen bazı insanların, hayatlarında büyük değişiklikler meydana geldiği gözlenmektedir. Bazı acı olayların gafil başlara inen bir tokmak gibi onları ayılttığı ve ikaz ettiği görülmektedir. Ölümden dönmekle hayatın kıymetini daha iyi anlayanlar, hayatlarının kalan kısmının kendilerine çeki düzen vermek için bir fırsat olduğunu idrak ederler, daha düzgün yaşamaya, daha faydalı işler yapmaya çalışırlar. Ölümden dönmüş olmak için ağır bir hastalık geçirmeye veya büyük bir kaza atlatmaya gerek yoktur. Bazılarımız “Siz hiç ölümden döndünüz mü?” sorusuna “Çok şükür öyle bir olayla karşılaşmadım” diyebilir. Ama aslında her insan her gün ölümden dönmektedir. Zaten her an ölümle iç içe yaşamıyor muyuz? Sabah evimizden çıkarken, akşama sağ salim dönebileceğimize dair bir garantimiz olmadığı gibi, akşam yattığımızda ertesi günü sağ salim kalkacağımızın da garantisi yoktur. Uyku da bir nev'î ölüm değil midir? Akşamları yatağımıza uzandığımız zaman, hepimiz uyku denen ölümün kollarına kendimizi bırakıyoruz. Uyku moduna geçtiğimiz zaman, dünya ile ilişkimiz kesiliyor. Ruhumuz ceset dediğimiz elbisesini çıkarıp yatağın üzerine bırakıyor, başka âlemlerde, hayatın başka boyutlarında gezintiye çıkıyor. O sırada yatağımız bir mezar, çarşafımız bir kefen, yorganımız da üzerimizdeki topraktan farksız oluyor. Daha sonra da Allah’ın izniyle ruhumuz yuvasına dönerek ceset elbisesini giyiyor. Sabah olup da uyandığımız zaman ise, haşir sabahında kabrinden silkinip kalkan mahşer ehli gibi, yorganı üzerimizden sıyırıp kalkıyoruz. Yani her gün ölümden dönmüş oluyoruz. Her akşam ölüyor, her sabah diriliyoruz. Ama son uykumuzu ne zaman uyuyacağımızı da bilemiyoruz. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de uykunun da bir nev'î ölüm olduğunu bildiriyor. “Ama gerçek koruyucu Allah, insanların ruhlarını ölümleri sırasında, ölmeyenlerin ruhlarını ise uykuları sırasında alır. Hakkında ölüm hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu ise belirli bir süreye kadar salıverir. Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için alacak ibretler vardır.” (Zümer, 39/42) Demek ki ölümde de, uyku halinde de Allah insanların ruhlarını kabzediyor. Eceli gelenlerin ruhunu tutuyor, henüz eceli gelmemiş olanların ruhlarını ise salıveriyor, onlar tekrar cesetlerine dönüyorlar. Burada bizim almamız gereken ibret ise, ölümün bize ne kadar yakın olduğunu idrak edip, gafletten kendimizi kurtarmaktır. Mahşer günü Mahkeme-i Kübrâ’ya çağrıldığımız zaman, günahlarımızın verdiği sıkıntı ve pişmanlık içinde “Allahım bana bir fırsat daha ver, tekrar dirilt de dünyaya gönder, ben de sana hakkıyla kulluk edeyim” diye yalvardığımızda, Rabbimiz “Ben sana ömrün boyunca her gün bir fırsat verdim, her akşam öldürdüm, her sabah tekrar dirilttim, o zaman aklın nerdeydi?” derse, verecek bir cevabımız olmayacaktır. Şimdi kendimizi şöyle bir sorguya çekelim. Her sabah yatağımızdan kalkarken “Allahım sana şükürler olsun, bugün de yaşıyorum, bana bir fırsat daha verdin, ben de bunu en güzel şekilde değerlendirip sana olan kulluk görevimi daha iyi yapmaya gayet edeceğim” diyerek hayatımıza çeki düzen veriyor muyuz? Her sabahı yeni fırsat bilerek en güzel şekilde değerlendirmeye gayret ediyor muyuz? Yoksa ölümden döndüğümüzün farkında olmadan ölü gibi yaşamaya devam mı ediyoruz? Her akşam bir kıyamet, her sabah da bir haşir olduğuna göre hayatımız boyunca ölüp ölüp diriliyoruz demektir. Öyleyse, her gece “Bu son uykum olabilir” diyerek yatağımıza girmeliyiz. Sağ sâlim uyandığımız zaman da, “Çok şükür bugün de ölümden döndüm, günahlarımın affı için elime bir fırsat daha geçti” diye sevinmeli ve şükretmeliyiz. 25.10.2009 E-Posta: [email protected] |