Şükrü BULUT |
|
Soros Marksist mi? |
Bu ahirzamanın keşmekeşleri, inanmayanları da takiyyeye sevk etmiş. Yakın zamanlara kadar, semavî dinlere ve inançlara inanmadıklarını gazete ve radyo ile ilân edenlerin, bilhassa şu son çeyrek asırda bundan vazgeçmeleri, dünyanın işini iyice zora sokuyor. İşin tuhafı, Avrupa ve Amerika´da da idare ve iktidarlar, fikirlerin ve cereyanların kimyasını bozuyorlar. İktidardan uzak olduklarında, mataryalist felsefenin tüm slogan, sembol ve ritüellerini kullanan cereyan mensuplarının, iktidara yaklaştıklarında renk ve ifade değişimine gitmeleri, yakın tarihi dikkatlice takip edenlerin nazarından kaçmıyor. Bizde nifak meşhur olduğundan, Avrupa ile pek mukayeseye gelmez. Zira ahirzamanın birinci tahribatçı cereyanının en önemli vasfı “nifak”tır. Başta Osmanlı olmak üzere âlem-i İslâmı bu özelliğiyle kandıran bu hareketin tüm takipçileri, “nifakı” methedilmiş bir sıfat olarak yaşarlar. Meselâ 12 Eylül döneminde Kemalist bir komutan, devrin başbakanını nasıl kandırdığını gazetelerde anlatırken, başarısını hikâye eden askerin cezbesiyle anlatır. Veya İslâmiyete karşı olan “ilhadı” ülkemizin tüm kurum ve kuruluşlarına hakim kılmaya çalışan bir başkası, hocazadeliğiyle, safderun bazı cemaat mensuplarını yanına çekerek onları zamanımızı karartan tüm menfî kanun ve icraatlarına ortak eder. Bazen Avrupalı ve Amerikalı dinsiz cereyanların bizimkilerden örnek aldıklarını düşünmüyor değiliz. Şu son çeyrek asrı araştırırsanız, neoliberal veya neokonservatif tabirlerinin daha çok 1980´lerden sonra kullanıldıklarına şahit olursunuz. Belki de, doğu blokunun iflâsını ilân etmesi buna sebep olmuş olabilir. Hürriyet ve dinî değerleri öne çıkaran muhafazakârlık yükselen değerler olunca, dinsizlerimiz Freud ve Troçki´yi bu maskelerle batıda ortaya çıkarmışlar. Zahiren ne Troçki, ne Freud ve ne de bolşevizm görünmediği halde; icraatlarını incelediğimizde, mânâ ve mahiyet olarak Hıristiyanlığı tarumar eden “şimal cereyanının” tüm unsurlarıyla hayata yeniden hakim olmaya çalıştığına şahit oluyorsunuz. Troçkicilerin bir partiye, Freudçuların karşı partiye geçmeleri de nifakın insanlığa bir başka oyunu. Maalesef her yerde olduğu gibi burada da “cehalet belimizi büküyor.” Kolayımıza gelen ve tembelliğimizi okşayan “slogan ve formalar,” dessas dinsizlerin insaniyetin harim-i ismetine sokulmalarına sebep olmuş. Yani, Paul Wolfowitz diyor ki; muhafazakârlık ise, işte ismim ve işte formam ve partim. İşte bu takiyye ile Pentagon´a sızacak ve âlem-i İslâmda bir milyon küsur masumun kanını akıtırken, sökülmesi nice on yılları alacak fitneyi İslâm coğrafyasına ekecek… Marksizm, bolşevizm ve Troçkicilik kimliğiyle neoconlar Amerika’nın hariciye ve harbiye bakanlıklarına sızabilirler miydi? Soros ilk olarak “hayırsever bir zengin” olarak piyasaya çıktı. Sonra para sihirbazı ve ülkeleri dolandıran adam… Şimdi ise neoliberal adı altında organize olmuş eski bolşevizmi “sivil insiyatifler” aracılığıyla ve sefahetin cazibesiyle dünyanın tüm kıtalarına ulaştırmaya çalışan ve turuncudan kızıla rengi mütemâdiyen değişen bir cereyanı çağrıştırıyor ismi. Amerika´da herkes zarar ederken, yalnız o kârda… Deha sahibi, büyük zengin ve kapitalist… İşte burada duralım… Meşhur yazarlarımızdan Cengiz Çandar, IMF toplantıları vesilesiyle İstanbul´a gelen Soros´la dertleşmiş. Zaten liberal olarak aynı cenahta yer alıyorlar. İlginçtir ki, yazar Soros´un Marx´a çok yakın olduğunu itiraf ediyor. Hava şartları ve iklim müsaade ederse yarın belki de “Tam Marksist!” diyecekler. Nifak daima zaman ve şartları kollar. Freud´un, dinsizlik ve ahlâksızlık adına tüm oteriteleri inkâr eden ve cinselliği ilâhlaştıran insaniyet karşıtı düşüncelerini Açık Toplum Enstitüleriyle dünyaya neşreden bir adamın neoliberal ve Marksist veya Freudist olmasıyla değişen ne olabilir ki…
Cehaletimiz basiretimizi kapatınca, renklere ve sloganlara takıldık. İcraatların ve fikirlerin mahiyetlerine nüfuz edemedik. Soros´u hayırsever ve dünya çapındaki vakıflarıyla insanlığa para dağıtan adam olarak gösteren propagandalar; onun insaniyetin genlerini değiştirmeye yönelik çalışmalarını görmemizi engelledi. Kadını iffetinden soyutlamaya gayret eden kadın derneklerini, üniversitelerin bünyesine sızarak ülke insanının kodlarını çalan heyetleri, aileyi ortadan kaldırma çabalarını ve gücü yettiği yerde teşebbüs ettiği turuncu devrimlerini basiretimiz seçemedi… Aynı felâketin hâlen 12 Eylülcülerle bizde de devam ettiğine itiraz edenimiz herhalde yoktur. 12 Eylül dinî imaj ve motifleri kullanmasaydı, dindarlıklarıyla temayüz etmiş siyaset ve bürokrasi ehlini vitrine koymasaydı ve yanına çektiğii dinî cemaatleri dünya nimetlerine gark etmeseydi, tahribatında bu denli başarılı olur muydu? Bir fıkra: Deveye en hoşlanmadığı şeyi sormuşlar, deve de, “Merkebin arkasına bağlanmak” demiş. Gariptir ki, bu deve kendi isteğiyle bizim merkebin arkasına bağlanıyor… 23.10.2009 E-Posta: [email protected] |