Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Kritik süreç |
Kandil ve Mahmur’dan gelip teslim olan ilk grubun kazasız belâsız işlem ve ifadeleri tamamlanıp serbest bırakılması olumlu bir başlangıç. Bakalım, arkası gelecek mi? Gruptaki “dağdan inenler” kısmının sabıkası olmayan ve hakkında “aranıyor” kaydı bulunmayan isimlerden seçilmesi, bu startı kolaylaştırdı. Aynı kişilerin “Kandil atmosferi”ni yansıtan “Buraya önderimizin talimatı üzerine geldik” ve “Sayın Öcalan” gibi, onları yasal açıdan sıkıntıya sokabilecek ifadelerde ısrar etmekten vazgeçmelerinde DTP lideri Türk’ün ikna çabalarının etkili olduğu yönündeki haberler ise, problemin çözümünde bu partinin oynayabileceği pozitif rolün hayli dikkat çekici bir örneğini oluşturdu. Söz konusu pozitif role, bu kişilerin “dağ psikolojisi”nden çıkıp “düz ova iklimi”ne adapte olmaları sürecinde de ihtiyaç olacağı gözüküyor. Umalım ki, DTP bu zorlu süreçte gündeme gelebilecek çetin imtihanlarda da başarılı olsun. Ancak dağdakilerin normalleştirilmesi ve rehabilitasyonu işinin DTP’yi aşan çok daha derin ve kapsamlı boyutları olduğu da unutulmamalı. Yani, birtakım insanları dağa çıkmaya iten sebep ve faktörlerin tümünü ortadan kaldırıp veya azaltıp, herkese yaşadığı yerde insanca bir hayat sürme imkânı verecek ortamın sağlanmasına, sarsılan güven duygusunun onarılmasına, devlet ve toplumla barışıp kaynaşmalarını temin edecek iklimin oluşturulmasına büyük ihtiyaç var. Bu da herkesin pozitif katkısını gerektiriyor. Bu noktada, hâlâ içi yanan şehit ailelerinin ve yakınlarının da, bu kanlı fitneye evlâtlarını kurban vermekten kaynaklanan infial ve tepkilerine saygı gösterirken, bu psikolojinin, çözüm sürecini sabote edecek birtakım provokasyonlar için alet edilmesine de izin verilmemesi icab ediyor. Aslında gerek şehitlerin, gerekse çatışmalarda evlâdını kaybetmiş örgüt mensuplarının annelerindeki ortak hissiyat, “Bizim yüreğimiz yanıyor, başka anaların yüreği yanmasın” sözünde dile geliyor. Kanı durduracak bir çözümün en büyük desteği de, şefkat kahramanı anaların bu duâsı. Ama onlar adına konuşma iddiasıyla birileri ortaya çıkıp kan ve intikam eksenli duygu sömürüleriyle süreci sabote etmeye kalkışabilirler. Toplumun vicdan ve sağduyusu onlara itibar etmez, ama ortalığı bulandırıp provokasyonlara zemin hazırlamaları ihtimali gözardı edilmemeli. Bu süreçte en kritik noktalardan biri, ister çatışma, ister mayın tuzağı, isterse başka şekilde olsun, yeni ölümlerin olmaması, yeni şehit haberlerinin gelmemesi, yeni acıların yaşanmaması. Açılım gündeme geldikten sonraki “şehit dalgası”yla ilgili olarak Başbakan, “Askerimize sıkılan kurşunlar, bizi çözüm ve açılım kararlılığımızdan döndüremeyecek” mesajları vermişti. Ama Allah göstermesin, böylesi acı kayıplar devam ederse, açılım sürecini korumak ve sürdürmek çok zorlaşır. Onun için, bilhassa güvenlik güçlerinin çok daha dikkatli olması ve özellikle de, son dönemde sevk ve idare kusurları, tedbir noksanlığı, ihmal gibi şüphelerle bağlantılı yoğun tartışmalara konu olan şehadet olaylarına kesinlikle meydan verilmemesi icab ediyor. Mensuplarının dağdan inip teslim olmaya başladığı bir süreçte, PKK’lı grupların askerle yeni çatışmalara girmesi, her halde olacak şey değil. Dolayısıyla, bundan sonra o cenahtaki “eylemsizlik” tavrının pekişerek sürmesi gerekir. Buna rağmen yeni çatışma, ölüm ve şehit haberleri gelirse, arkasında “başka şeyler” aranır. Temennîmiz, artık bu kanlı fâsit dairenin, bir daha geri dönmeyecek şekilde bitmesi; terör örgütünün dağılması; ıslâhı mümkün olanların yeniden topluma kazandırılması; diğerlerinin ya en uygun tarzda cezalandırılması, ya da artık kimseye bir zarar veremeyecek şekilde, şerlerinden emin olunmuş vaziyette tecrit edilmeleri. Ve bu belâdan kurtulup barış ve huzura kavuşacak Türkiye’nin, her alanda ileri hamleler yaparak, tarihî misyonunu ifa etmeye koyulması. 23.10.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (22.10.2009) - Başlangıç ve sonrası (18.10.2009) - Yolculuk hızlanıyor (15.10.2009) - Şüpheli ölümler |