Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Başlangıç ve sonrası |
Dağdaki militanlardan ve Mahmur sakinlerinden bir grubun, PKK ve DTP tarafından “barış elçisi” olarak nitelendirilip, adeta “zafer kazanmış komutanlar” edası verilerek Türkiye’ye gönderilmelerinde, farklı birkaç yönden endişeleri davet eden hususlar vardı. Bunlardan biri, DTP-PKK cephesinin, olayı, “Zaferi biz kazandık” havasında takdim ederek, tertiplediği coşkulu karşılama törenlerinde yeni provokasyonlara zemin hazırlaması ihtimaliydi. Çok şükür ki, öyle olmadı. DTP’nin organize ettiği ve on binlerce kişinin katıldığı karşılama mitinginde böyle tezgâhlara meydan verilmedi. Her ne kadar Erbil’deki buluşma ile başlayıp sınırı geçerek Türk güvenlik güçlerine teslim olma aşamasına kadarki seyahat serüveninde, işin şov ve gösteriye çevrilmek istendiğini düşündüren bazı görüntüler oluştu ise de, sürecin tümüne bakıldığında, korkulanın olmadığı görüldü. Bunda, hadiseyi canlı yayınlarla takip eden TV kanalları başta olmak üzere, medyanın sergilediği sakin ve sağduyulu tavır da etkili oldu. Diğer bir endişe konusu, gelenlerin “devlet” tarafından ne şekilde ve nasıl karşılanacağıydı. O cenahta da “Nasıl tıpış tıpış geldiniz; burnunuzu iyice sürtelim de görün bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu; şehitlerin kanını yerde bırakmayıp, yaptıklarınızı burnunuzdan fitil fitil getireceğiz” gibisinden haşin bir tutum ve uygulamaya tevessül edilmesi riski söz konusuydu. Neyse ki, öyle olmadı ve orada da hukuk devletine yakışan dengeli bir tavır ortaya konuldu. Gelenleri teslim alıp sağlık kontrolünden geçirme ve sorgulama aşamalarında gayet dikkatli davranıldı. Hem kurallar uygulandı, hem de karga tulumba görüntülerine meydan verilmedi. İfade ve işlemleri tamamlandıktan sonra kısa sürede serbest bırakılmaları, oluşan olumlu havayı pekiştirdi. Böylece, kalan diğerlerini de dönüş için teşvik edecek bir atmosfer oluşturuldu. Sonuçta, eve dönüş sürecindeki ilk adım ve denemenin hayli başarılı olduğu ve bundan sonraki aşamaların daha rahat ve kolay şekilde devam edebileceği bir ortamın doğduğu söylenebilir. Şu anda dağda bulunanların yüzde 90’ının, bir çatışma ve eyleme katılmadıkları için, inip döndükleri takdirde, sorgularını müteakip serbest kalabilecek durumda olduklarına ilişkin “istihbarat raporları”ndan söz edilmesi, bu teşvikkâr ortamı daha da güçlendirmeyi amaçlıyor olmalı. Eğer öyle ise ve gizli temaslarla bu mesaj dağdakilere iletildiyse, dönüşler hızlanarak sürebilir. Bunun güçlendireceği olumlu ortam ve yumuşama iklimi, bir sonraki aşamada, örgütün yönetici kadroları için öngörülen formülleri hayata geçirmenin şartlarını da olgunlaştırabilir. Ve nihaî aşamada, örgüt dağılır, terör biter. Tabiî, daha öncesindeki birikim ve tortuları saymazsak, çeyrek asırdır Türkiye’yi uğraştıran ve hepimize büyük acılar yaşatan dehşetli bir fitnenin tamamen tarihe gömüleceği o noktaya bir günde ve çok kolay bir şekilde ulaşılması beklenemez. Her türlü provokasyona açık, çetin ve zorlu bir sürecin henüz başlarında bulunuluyor. Örgütü tasfiye edip terörü bitirmeye yönelik dış konjonktürü ya kavrayamayan ya da direnen iç aktörlerin siyaset, medya ve toplum içindeki uzantıları, eski söylemleri devam ettirerek, şehit ailelerinin acılarını kullanarak ve komplo teorilerine sığınarak, süreci sabote etmeye çalışabilirler. Terörün devamından rant devşirme esasına dayalı bazı karanlık yapılanmaların muhtemel provokasyon girişimleri de gündeme gelebilir. Bütün bunlara karşı, artık kanın durmasını, barış ve kardeşliğin hakim olmasını, kucaklaşma ve dayanışmayı, yekvücut halde sorunları çözüp her alanda hep birlikte gelişmeyi ve ilerlemeyi samimiyetle arzu eden herkesin, çok farklı bir duyarlılık, dikkat, temkin, sorumluluk, sağduyu ve sabırla çözüm sürecini teşvik etmesi lâzım. Bunun için şart olan toplumsal şuur ve sağduyunun halkımızda mevcut olduğuna inanıyoruz. 22.10.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (18.10.2009) - Yolculuk hızlanıyor (15.10.2009) - Şüpheli ölümler (14.10.2009) - Afganistan ve İsrail |