M. Latif SALİHOĞLU |
|
Bağrışmayın; konuşun |
Siyasî parti liderleri, adeta "Kim daha çok bağırıyor? Kimin sesi daha yüksek çıkıyor?" yarışına girmişcesine konuşuyorlar. Hele bir grup PKK'cının tam da teslim olduğu günlerde... Hele de MHP lideri Devlet Bahçeli ve yakın arkadaşlarının o barut gibi sözleri. Sinirden küplere binmişler; ateş gibi yakıcı sözlerde topluluğa hitap ediyorlar. Yükselen ses tonu itibariyle, Bahçeli'yi Erdoğan, Baykal ve Ahmet Türk takip ediyor. Diyalog kurma yolunu tıkamışlar; bağırıp çağırmada amansız ve eminsiz bir yarışa tutuşmuşlar. Herbiri kendi tabanına, kendi tribününe oynama rolünü üstlenmişcesine konuşuyor. Birbiriyle konuşmuyorlar. Ama, her biri çıktığı kürsüden, önündeki mikrofondan avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bir korku filminde rol almışcasına bağrışıp duruyorlar; çocukları korkuttuklarının farkında olmayarak... Filmin konusu "Kürt açılım"ından "demokratik açılım"a, oradan da "millî birlik projesi"ne doğru sürüklenip gelen sosyal (kimine göre siyasî, kimine göre haricî) bir mesele... Aynı zamanda, kan ve gözyaşına bulanmış, düğüm üstüne düğüm bağlamış asırlık bir mesele... Beyler! Bu düğümler öyle bağrışarak, sinirlenerek, volümü yükselterek değil, sakin sakin konuşarak çözülür. O halde, lütfen siz de konuşun; ama, bağrışmadan, tahrik ve tezyif etmeden... Sayın Erdoğan! Siz Başbakansınız. "Devlet projesi" de olsa, siz bu meselenin şimdilik katalizörü durumundasınız. Şurada burada bağırarak konuşmak, problemin çözümünü asla kolaylaştırmaz, daha da zorlaştırır. Sayın Baykal! Size ne oldu böyle? Kan ve gözyaşı selinin durdurulması yönünde niçin bir çaba göstermiyor, niçin bir katkıda bulunmaya çalışmıyorsunuz? Sayın Bahçeli! Neden bu derece hırçınlaştınız? Ağzınızdan ateş kıvılcımları çıkıyor. Bu yaptığınızın "siyasî zemin kaybetme korkusu" anlamına geldiği şeklindeki kanaat gittikçe yaygınlık kazanıyor. Sayın Türk! Öyle iki de bir İmralı'yı adres göstermekle, yahut terör örgütünü referans vermekle, ateşe körükle gittiğinizin farkında mısınız? Yapmayın ve lütfen daha temkinli davranmaya gayret edin. Temenni ediyoruz ki, ismini zikrettiğimiz bu liderler, bundan böyle bağrışmayı bırakırlar da, gerilimi azaltıcı, tansiyonu düşürücü bir üslûpla konuşma ve birbiriyle diyalog kurma eğilimine girerler. Aksi halde, kendileri kaybettiği gibi, huzur, barış ve sükûnete susamış olan milletin hukukunu da çiğnemiş olurlar.
Ortalık hırsız, dolandırıcı kaynıyor
Dolandırma vak'aları o derece çoğalmaya başladı ki, kamuoyunda neredeyse kanıksanır bir hale geldi. Öyle ki, artık polise bile gına geldi; yapılan şikâyetleri fazla dikkate almıyor. Mağdur vatandaşlar, aradıkları en yakın karakoldaki kimi polislerden şu tarz nasihatlerle yetinmek zorunda kalıyor: "Bunlar adî vak'alardır. Pek ilgilenmiyoruz. Üzerine gittiğimizde de, kesin bir netice alamıyoruz. İş uzayıp gidiyor. İyisi mi, kendiniz tedbirli olun, dolandırıcıların tuzağına düşmemeye gayret edin..." Dolandırılanların ekseriyetini ev hanımları teşkil ediyor. Ya telefonla arayan kişinin lâf cambazlığına kanıyor, ya da kapıya gelen öğrenci veya satış–pazarlamacı kılıklı kişinin sahici rolüne aldanıyor. Bazı dolandırıcılar da, tanınmış itibarlı şirketlerin ismini kullanarak maksadına ulaşmaya çalışıyor. Ne yazık ki, önce ahlâkî zâfiyet, sonra da işsizliğin artması sebebiyle, ortalık hırsız, soyguncu ve dolandırıcı kaynıyor. Dolayısıyla, bunlara karşı son derece tedbirli, dikkatli davranmak gerekiyor. İşin emniyet ve adâlet safhalarından da maalesef (en azından şimdilik) umulan netice alınamıyor. Hatta, daha çok zarara uğrama, sıkıntıya girme ihtimali var. Başına gelenlerden bizi haberdar eden bazı vatandaşlar, karakoldaki görevli bir polise şikâyetini bildirdiğine de, bildireceğine de bin pişman olduğunu belirtiyor. Polislerin ekseriyetini tenzih ederiz. Ancak, her meslekte olduğu gibi, o "güvenlik" mesleğini de lekedâr edecek davranışlarda bulunanlar var. Mağdur vatandaş, bu gibi şahıslarla muhatap olmakla ikinci bir mağduriyeti yaşayabiliyor. İşte, bütün bu hususları hesaba katarak, bir kat daha dikkatli olmakta fayda var.
Tarihin yorumu 24 Ekim 1967
Bâbıâli'de İttihad'ın doğuşu
Bediüzzaman Hazretlerinin "sadâkatli" talebesi Zübeyir Gündüzalp'in mânevî destek ve teşvikleriyle kurulan haftalık İttihad gazetesi, 24 Ekim 1967 tarihi itibariyle yayın hayatına başladı. Kısa zamanda tirajı 40 binin üzerine çıkan İttihad'ın başyazarlığını Nezihî Mustafa Polat üstlendi. Yazar–çizer kadrosunda yer alan diğer bazı isimler ise şunlardı: Av. Bekir Berk, Dr. Sadullah Nutku, Hekimoğlu İsmail, Ahmed Şahin, Şule Yüksel Şenler, Zeynep Münteha Polat, A. Tevfik Paksu (şiir), Abdurrahim Karakoç (şiir), Vehip Sinan Gürbüz Azak Ali Ulvi Kurucu. Ses getiren yazıları ve manşet haberleriyle Türkiye'nin dinî tandanslı en etkili gazetesi haline gelen İttihad, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında kurulan sıkıyönetim idaresi tarafından kapatıldı. (7 Haziran 1971) Bu arada 21 Şubat 1970'te kurulan ve aynı çizgide yayın yapan günlük Yeni Asya gazetesi yayın hayatına devam ediyordu. Muhtıracıları hayli rahatsız eden Yeni Asya da, bu ara rejim döneminde birtakım baskı ve tehditlere maruz kaldı. Ancak, "tavizsiz istikrar çizgi"sini sürdürmekten yine de geri kalmadı. Risâle–i Nur'un nâşir–i efkârı olabilmeyi en büyük şeref addeden Yeni Asya'nın yayın çizgisi, 1960'ların tâ ilk yıllarından itibaren neşredilmeye başlanan haftalık Zülfikâr, Uhuvvet ve İttihad gazetesiyle tam bir paralellik arz ediyor. 24.10.2009 E-Posta: [email protected] |