Ali FERŞADOĞLU |
|
“Yaratılan” için “yarattı” denilemez |
“YaratIlan” için asla “yarattı” kelimesi kullanılamaz. Bu, itikadımızı sarsan bir kelimedir. Ancak, “meydana getirdi, oluşturdu, teşekkül ettirdi, sebep oldu” gibi mefhumlar istimal edilebilir. Bu vesileyle 23. Lem’a’daki ilk paragrafları nazara verelim. Bediüzzaman, burada, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmâm eden ve ehl-i îmanın bilmeyerek istimâl ettiği kelimelerin en mühimlerinden üç tanesini beyân eder. Bu kâinatı ve varlığı: * Ya tabiat yaptı, * Ya sebepler icâd ediyor, * Ya kendi kendisine oluyor. Bu üç yol aklen muhal ve imkânsız olduğu ispat edildiğinde, geriye kalan zorunlu şıkkı ise—bilmânâ—şöyle ifade ediyor: * Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, sonsuz, kudret, sonsuz isim ve sıfat sahibi Allah yaratıyor. İlk üç maddeye birkaç tane daha ilâve edilebilir. Ancak, diğerleri bunların versiyonları veya başka disiplinler üslûbunda ifadeleridir. Eğer ilk üç iddiânın yanlış olduğu, “tabiat ve sebeplerin” bir şey yaratamayıp hiçbir şeyin “kendi kendine” olmasının mümkün olmadığı aklen, ilmen, mantıken ispat edilse, dördüncü yol olan “Her şeyi yaratan isim ve sıfatları sonsuz olan Allah’tır” gerçeği zarûrî ve kesin olarak kabul edilecektir. Bu üç dehşetli kelimenin açtığı üç yolu, en az doksan muhali içinde barındıran üçer muhâlden dokuz muhâl ile tamamen kapayarak, dördüncü yol olan “tarîk-ı Vahdâniyet” (birlik yolu) ile, mevcudâtın bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretiyle vücut bulduğunu, hakikî ve letâfetli temsilleriyle ispat eder.1 Sathî bir nazarla baktığımızda bile her birinin üstünde, “kudret sikkesi, terbiye mührü ve kaleminin nakışları”nın inceliklerini, parıltılarını görebilir, okuyabiliriz. Zaten, fiziğinden kimyasına, astronomisinden biyolojisine, botaniğinden zoolojisine, tıbbından jeolojisine kadar bütün fen ilimlerinin her biri; kâinat kitabının incelik ve güzelliklerini okuma-anlama-anlatma çabası değil mi? Elbette bu kitapların bir yazanı varsa, bunların anlatmaya çalıştığı sayısız kitapları barındıran kitab-ı kebir-i kâinatın da bir yazarı olmalı. Şöyle de düşünebiliriz: Müzenin, fuârın bir düzenleyicisi, teşhircisi; binanın bir ustası, resmin ressamı; san'at eserinin bir san'atkârı, bir kitabın kâtibi-yazarı olması, aklın zarûrî olarak kabul ettiği hususlardandır. Öyle ise katrilyonlarca bölümlü bir müze gibi kâinatın, 600 ciltlik bir kütüphane gibi mini minnacık DNA’nın da bir mimarı, bir kâtibi olması gerekir. Aslında Kadir-i Mutlak’ın varlığına, aklını kullananlar için, atomdan galaksilere kadar kâinattaki eserler adedince belgeler; bu varlıkların birbiriyle bağlantıları adedince deliller var ve her bir zerre, Cenâb-ı Hakk’ı zâtıyla, sıfâtıyla târif ve ispat eder.
Dipnot:
1- Lem’alar, YAN, s. 422. 24.10.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |