23 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Elif Eki

Bediüzzaman ile Muhammed Ali’yi buluşturan kader noktası

AMERİKA — Hizmet haberleri de, “TUR”lar da artarak devam edecek inşâallah.

‘Yeni dünya’daki son haftamızda, sizlere Amerika'dan—bu sefere mahsus olarak—son defa seslenerek, gelecek hafta başında anavatana geri döneceğiz. Bundan sonra da buralara gelip gitmemiz artık eksik olmayacak inşâallah.

“TIR”ımız muhteşem bir finalle Beyazıt Meydanı’nda hizmetini tamamladı Elhamdülillah. Buradan adım adım takip ettik. Yankıları tâ buralara kadar geldi. Camiamızın her bir ferdinin emeği geçen, yepyeni ve orijinal bir hizmet faaliyetiydi bu. Her zaman “yeniliklere” imza atan “Yeni Asya Misyonu”, bir “ilk”e daha imza atarak güzel vatanımızda çok hoş bir heyecan fırtınası estirdi. Emeği geçen herkesi tebrik ediyor, daha nice yeni ve “ilk” hizmetlere diyoruz.

TIR şimdilik hedeflediği rotasını kat edip bir müddet istirahata çekildi. Ama bizim Amerika’da başlattığımız “TUR”umuz Türkiye’de de devam edecek inşâallah. Buradan çok değerli hizmet ve ilim adamı Prof. Dr. Süleyman Kurter ağabeyle birlikte ülkemize dönüyoruz. Döndükten bir gün sonra da, Türkiye içerisinde bir bilgilendirme ve irtibat turu yapacağız. Bu “TUR” esnasında da; onun Amerika’da kırk beş yıllık tecrübesiyle benim otuz beş günlük canlı hatıralarımı ihtivâ eden hizmet haberlerini sizlerle paylaşacağız inşâallah. Bu konudaki planlamayı yaptık ve ilgili illerdeki yetkili ağabey ve arkadaşlarımızla irtibatı sağlayıp, il ve ilçe tesbitleri konusunda mutabakata vardık Elhamdülillah.

20 kadar il ve onlara bağlı olan ilçeleri kapsayacak bu gezimiz, eğer planladığımız gibi olursa, 18 gün devam edecek. Hastalık ve ârızî hallerin olmaması için duâlarınıza çok ihtiyacımız var. Çünkü buradaki uzun geziden sonra hastalanan Süleyman Ağabey, henüz yeni yeni kendisini toparlıyor. Allah razı olsun, büyük bir fedakârlıkla Türkiye’ye benimle gelip bu zahmetlere katlanmayı kendisi tercih etti. Benim de Allah’a şikâyetim yok, şükür, eski hastalığımız son günlerde nüksetti. İnşâallah Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ve sizlerin duâ ve yardımlarıyla kazasız belâsız fazla sıkıntılara dûçâr olmadan hedeflerimize ulaşırız.

Evet, burada gezip geldiğimiz yerlerden, konuşup dertleştiğimiz çok değerli kişilerden aşk ve şevk verici haberler almaya başladık. Yankılar çok iyi geliyor. Elhamdülillah çok ciddî bir hareketlenme başlamış oldu. Bu hafta sonu bulunduğumuz mekânda yapacağımız toplantıdan sonra bu diyarlarda daha da organizeli hizmetlerin olmasını kuvvetle ümit ediyoruz. Bundan sonra buralardaki hizmetlerimizin de bir kesintiye uğramadan çok daha sistemli, planlı, programlı ve anavatanla irtibatlı gitmesine azamî itina göstermemiz lâzımdır.

Şu anda kaldığım bölgede, diğer gezdiğim bölgelere göre en fazla yerli Müslüman Nur Talebeleriyle muhatap oldum. Bunların içerisindeyse en önemli ve çarpıcı olanlardan birisi de; bir zamanlar dünyada bir efsane hâline gelmiş olan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük boksörlerinin başında olan ünlü boksör Muhammed Ali’nin yakın koruması ve şoförlüğünü yapmış olan kardeşimiz K. Hakim’dir. Kendisi Muhammed Ali gibi siyahî bir kişi. Ailece anadan doğma Müslümanlar. Babası İslâmiyeti 1940’larda kabul etmiş.

Şimdi yazımıza seçtiğimiz başlığın sebebini izah etmeye çalışalım. İki meşhur şahsiyet. İkisi de inançlarından dolayı vatanlarında umulmadık muâmelelere maruz kalmış. Birisi bu hayattan çekilmiş, öbürü ise burada ama dünyadan alâkası kesilmiş, yakalandığı hastalıktan dolayı artık konuşamıyor. Şöhretinin zirvesindeyken kullandığı arabayı ve şöhretli hayatını karartmaya çalışanlara karşı yakın korumasına aldığı bir din kardeşi, şu anda Risâle-i Nur ve Bediüzzaman için çok üstün bir mesai harcıyor. İşte o efsane boksörün şoförü ve yakın korumasının kısa ve sağlam karakterinin ana hattından birkaç harika örnek:

Khalim Hakim siyahî ve uzun boylu. Şimdilerde çok sakin. Kur’ân’ı hıfzetmiş. İyi bir hafız. Çok iyi derecede bir tefsir bilgisi var. Adeta bir ihlâs ve samimiyet abidesi. Bu değerli mü’min kardeşimiz, bir zamanlar Muhammed Ali’nin yanında atik, cevval, atak bir “badigart”, yani yakın korumayken bir kazadan sonra gözlerini kaybetmiş. Çok sakin, sessiz, dikkatli. Güzel ahlâkı şahsında yaşayan bir canlı sembol adeta. Kur’ân bülbülü ve hayranı birisi.

Onunla yaptığımız röportajın detaylarını sonraya bırakıp, Risâle-i Nurları nasıl tanıdığına, neler yaptığına ve hedeflerine kısaca bir bakalım istedik.

Muhammed Ali’yle birlikte olduğu o zor günler şimdilerde geride kalmış. İkisi ayrı eyaletlerde, ayrı dünyaları yaşıyorlar. Yıllarca süren o acı ve zor günlerin hatırı için Muhammed Ali kendisine bir vefa borcu olarak 1958 model Mercedes arabasını hediye etmiş. Antika san’atlara düşkünlüğü olan bu kardeşimiz, bu arabayı onun şanına lâyık hâle getirmek için tam 50 kg saf 23 kıratlık altın kullanmış. Böylece patronuna; şöhretin zirvesindeyken “inancını” çekinmeden ilân eden bu çelik yürekli adama yakışacak bir konuma getirmek istemiş. Muhammed Ali’ye yakışacak şekilde süslemiş, her tarafını onun tarihî anılarına lâyık hale getirmiş. Araba değil sanki bir müze! Ve bu harika san’atı manevî hayatının aydınlanmasına sebep olan bir başka harika insanın uğruna abideleştirmek için, onun yolunda hibe etmeyi kafasına koymuş. Bu tarihî esere değer verip almak isteyen dünyadaki hayranlarına ulaştırmak için satmaya karar vermiş.

Arabaya 15 yıl önce bir buçuk milyon dolar teklif edilmiş. Vermemiş. Şimdi Bediüzzaman ve Risâle-i Nur için burada yapılması düşünülen “Külliye” için kullanmaya karar vermiş. Türkiye’den ve dünyanın çeşitli yerlerinden ilgili medya kuruluşu temsilcileri başta olmak üzere bu konuya ilgi duyan her kesimle temas kurulup bu satışın yapılması konusunda buradaki vakıf yetkililerine müracaat edip yardım talep etmiş. Bu konuda da vakıf yönetim kurulunda birlikte karar verdik. Bu “meşhur araba” 2 milyon dolardan aşağı olmamak üzere satışa çıkarılacak. Bu konuda hazırlıklar devam ediyor. 2 milyon dolar ve daha üstüne satılırsa bu miktarın yarısını buradaki vakfa bağışlayacağını vaad etti Elhamdülillah.

Buradaki ana gayesi ne biliyor musunuz?

Burada kurulacak “Bediüzzaman Külliyesi” ve “Nurs Köyü” projesine katkıda bulunmak! Evet büyük bir fedakârlık ve büyük bir himmet. Çünkü bu kardeşimiz hayatını karartacak bir çok tuzak, oyun, sıkıntı, dehşet, kandırma ve hilelerden, ilk önce Allah’ın inayetiyle, daha sonra Süleyman Ağabeyin 1974-75 yıllarında verdiği bir küçük risâleyle kurtulmuş.

Kendi düşüncesi ve ifadesine göre maddî gözlerini kaybetmiş, ama manevî dünyası aydınlanmış. Bir vefa borcu kabul ettiği bu hidayet ve istikamette kalma bahtiyarlığı adına işte bu büyük fedakârlığa katlanmak istiyor ve hür iradesini ortaya koyuyor.

İşte iki meşhur şahsiyetin hatıralarının güzelde, Allah yolunda birleştiğine şahadet eden muhteşem bir buluşma. İman kardeşliği ve çizgisi.

K. Hakim tefsir dersi yaparken, başından hiç çıkarmadığı sarığı, siyah derisini adeta şeffaflaştıran tatlı gülümsemesi ve çok şirin ses tonuyla ihlâsın şahane örneğini veren bir dâvâ adamı. Ders yaparken kelimeleri öyle itinalı seçiyor, o kadar dikkatli konuşuyor, o kadar tane tane görüşlerini ifade ediyor ki; sanki sahabelerden, tabiînden birisinin ders yaptığını sanıyor ve hissediyor insan.

Bunca suç unsurunun bulunduğu bu topraklarda ve siyahi olduklarından içinde bulunduğu toplumda hep “ikinci sınıf vatandaş” muâmelesi görmüş bir insanın bu ezikliğini yaşamadan kendini bu kadar mükemmel yetiştirmesi gerçekten takdire şayan. Ders günleri kardeşinin kolunda herkesten önce dershaneye gelmesi. Önümüze geçip imam olup, namaz kıldırması, huşu içinde okuduğu Kur’ân. Namazdan sonra ilk önce Arapça, sonra İngilizce’ye tercüme ettiği duâlar! Her şeyiyle örnek bir şahsiyet, farklı bir karakter. Buradaki akranları ve vatandaşları kadar bizleri de iftihara sevk edecek çok çarpıcı ve olağanüstü bir hâl.

Kendisini Risâle-i Nur’da ve Bediüzzaman’da fani etmiş bambaşka bir karakter ve şahsiyet. Risâleler okunurken bütün dikkatini vererek dinliyor. Ciddiyetini bozmuyor. Aklı devamlı hareket hâlinde olduğu için konu hakkında ya soru soruyor, ya da yorum yapıyor.

Diğer yerli Müslümanlardan adaşı K. Wali’nin daha başka meziyetleri var. O başka dünyalardan, karanlık âlemlerden buralara gelmiş. Onun da ayrı bir hayranlığı, samimiyeti ve hürmeti var Risâle-i Nur’a ve Üstad’a. Ayrıca bu yerli Müslümanların hepsinde “Yeni Asya” ismine karşı acayip bir hayranlık ve sempati var. İleriki yıllarda bunu ülkemize gelip doya doya yaşamak ve hayran oldukları o yerleri ve cemaati bizzat görüp tanışmak için epey istekliler.

Ve benim buralara gelip bu bahtiyar insanlarla tanışmam, kucaklaşmam, dâvâmı paylaşmam şu ana kadar bu camia içinde yaşadığım unutulmaz hatıralardan birisi. Rabbime sonsuz şükürler olsun Elhamdülillah.

Onun için bu Yeni Asya misyonuna gönül verenlere, inanın sevgili dostlar, çok şeyler düşüyor. Böylesi uzak diyarlarda bu şahs-ı maneviye hayran olanları “sukut-u hayale” uğratma gibi bir lüksümüz olamaz. Bundan sonra daha fazla gayretlerimizi arttırarak, birlik, beraberlik, kardeşlik, aşk ve şevkle hizmetlerimize durmaksızın devam etmemiz lâzım İnşâallah.

Aşk, şevk, hareket, ihlâs ve samimiyet dolu hizmetleri yüz yüze serdedip paylaşmak ümit ve temennisiyle okyanus ötesinden şimdilik sizlere tez elden, buradaki dostlara da bir defaki sefere tekrar kavuşmak için elvedâ diyoruz.

Buralardan aşk, şevk, heyecan dolu hisler, yepyeni değerli dostlar edinerek; onlarla çok güzel hizmet projelerini oluşturup en kısa zamanda gerçekleştirme arzu ve ümidiyle anavatanımıza dönüyoruz. Yepyeni ve daha orijinal hizmetlerde buluşmak ümit ve temennisiyle hepinize en kalbi selâm ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Milwaukee, Wisconsin-USA

NEJAT EREN

[email protected]

Şimdiki gençler tam bir çetin ceviz

Ebeveyn yazıları devam ettikçe, ebeveyn telefonları, mailleri de devam ediyor. Her yazı, pek çok ebeveyn dramını canlandırıyor. Ve hatta bazı ebeveyn hakkındaki yazılar bir bir ebeveynlerin hatalarına temas ettikçe, kulağımıza gelen o ki, kendisini hatasız kabul eden bazı ebeveynler, ‘Nereden çıktı bu adam? Sanki içişlerimize müdahale ediyor, gençlerimizi kışkırtıyor gibi; hak-hukuktan bahsederek gençleri anne babalarına karşı bir duruş koymaya sevk ediyor. Bu olacak şey değil, eskiden böyle şeyler mi vardı. Baba, anne ne derse olur, ne yaparsa doğru olurdu. Bu konularda istişare-mistişare olmazdı. Ne güzel yaşayıp gidiyorduk. Öyle gençlere söz hakkı vermekler, gençleri dinlemekler, onları önemsemekler… Alışık olmadığımız kavramlar…’ farklı söylemler gençleri farklı uyandırıyor…’ diyorlar gibi.

Geçenlerde bir dost şaka yollu bir konuyu gündeme getirdi. Genciyle de tanıştığımız dost, eğitim ortamındaki genci ile kendisi arasında biraz küçük çaplı tartışmalar olmuş. Doğrusu baba kendisinin biraz haksız olduğunu kabul etmiş, ama işte biraz da alışkanlığın vermiş olduğu yatkınlıkla ‘haksız da olsam’ diyerek, genciyle tartışmayı devam ettirmiş. Genç de, oldukça olgun bir şekilde babasıyla birebir konuşmuş. Bana da bu cümleleri baba aktarıyor. İşte gencin cümleleri; ‘Evet baba, ben sana saygısızlık edemem. Haksızlık da yapsan ben, katlanırım. ‘Öf bile’ demem. Neticede Rabbimiz bunu emretmiş. Ama siz de bu yaptığınızda mes’ul olursunuz. Evlât da olsak, dinimiz evlât hakkı diye bir kavram koymuş.’ demiş.

Evet, ne gençler eski gençler, ne de yaşananlar eskiden yaşananlar. Zaman beraberinde pek çok yenilikleri de taşıyor. Bu değişim ve yenileşmeye de dinin özü olan esastan taviz vermemek kaydıyla, ölçüsü içerisinde ayak uydurmak gerekiyor. Hazret-i Ali Efendimizin; çocuklarınızı, sizin yaşadığınız döneme göre değil, onların yaşayacakları dönemin şartlarına göre hazırlayınız, ifadesi bunu telkin ediyor olsa gerek.

Görüyorsunuz, artık gençlerin farklı bilgilere hemen ulaşma ve kafaya takılan konularla ilgili hemen bilgi alma imkânı çok daha yüksek. Neticede günümüzde “GOOGLE abi” diye bir kavram var. Ne sorsan, evet, zaman zaman sunduğu bilgileri ayıklamak gerekse de, ama doğrular da var içinde.

Hatta kıymetli dostun ifade ettikleri bununla da bitmiyor.

Yirmili yaşlar aşamasında olan evlâdı, babayı biraz da şaka yollu tehdit etmiş. Demiş ki, ‘Baba, istersen bu aramızda geçen konuyu Pozitif Pencere’ye yazayım, Sebahattin Abi de cevap versin, var mısın?’ demiş.

Baba, durumun iyiye gitmediğini fark edince, ‘tamam tamam’ diyerek konuyu tek taraflı kapatmış.

Ama kendi ifadesiyle de, bu gençlerle artık baş edilecek gibi değil. Yani ya o seni ikna edecek ya da sen onu ikna edeceksin. İkna etmek için ise, onlara onların anlayacakları bilgi ve donanımla ulaşmak en sağlıklısı diyor.

Hemen söyleyelim ki, zaman sürekli bir değişim içerisindedir.

Özellikle de gençler bu değişim sürecinde zamana daha çabuk ayak uyduruyorlar. Onun için büyükler gençlere çokça kulak vermek durumunda kalıyorlar. Çünkü gençlerin olaylara, teknolojiye, zamanın bilgilerine intibakları çok daha kolay. Bu büyüklerin derin tecrübelerinin göz ardı edilmesi anlamına gelmiyor. Çünkü Peygamber Efendimizin de (asm) attığı bazı adımlar ve uygulamalar, sadece yaşın öncelenmesini uygun bulmuyor. Yaşın, bilgi ve beceri ile desteklenmesi durumunda anlamı yükseliyor.

Bir de, artık herkes her şeyi çok yönlü bilir hale geldi.

Eskiden her şeyi büyükler bilirdi.

Dolayısıyla büyük ne derse o doğru kabul edilirdi.

Öyle teknoloji-meknoloji de yoktu.

Kitle iletişim vasıtaları diye bir şey de yoktu.

Yani en son şehre kim gidip gelmişse, köyde konuşan, sözü dinlenen o olurdu. Bu da daha çok ağalar olduğundan ağaların sözü geçer ve ağalar dinlenirdi. Onun için de, ‘ağam bilir’ anlayışı had safhada idi.

Bediüzzaman Hazretleri de, zamanında, Güneydoğu’da çiftçilere sorduğu sorulara, çiftçiler, ‘ağamız bilir’ deyince, onlara, ‘O zaman ben de sizin ağanızın cebindeki aklınıza hitap ediyorum’ diyerek, yaşanan duruma dikkatleri çekmişti.

Bediüzzaman, büyüklüğün tevazuda olduğuna işaretle, eğer büyükleriniz haksızlık, adaletsizlik, baskı ve zulüm yapıyorlarsa, onları büyük tanımayınız diyerek, bireysel bir duruş sergilemenin yolunu göstermiş olmaktaydı.

Tabiî bütün bu adımlarda, hiçbir zaman, her iki tarafın tavırlarının iletişimde saygısızlık boyutlarına varmamasına özen göstermek gerekiyor. Bir de değişim ve davranışlarda adım atmak çok da öyle hemen olacak bir şey değildir. Hele hele büyüklerde adım atmak çok daha zordur. Bu durumu da dikkatlerden kaçırmamak gerekiyor. Yani yaş ilerledikçe değişime olan direnç artar.

Ama teknoloji çağı dediğimiz günümüzde, artık herkes, her türlü bilgiye, her türlü şekilde ulaşabiliyor. Büyükler bilir, ağam bilir, başkaları düşünsün gibi cehaleti çağrıştıran yaklaşımlar artık gerilerde kaldı.

O zaman, evet bilmek iyidir, hoştur; ama bir o kadar da o bildiklerini önce bireysel dünyanda, sonra da aile ve çevre hayatında yaşamak aranan özellik olmaya başlamış bulunmaktadır.

Büyüklerinin çok defa gençlere verdikleri nasihatlerini kendilerinin yaşamadıklarına dikkatleri çeken gençler, şunu söylüyorlar; ‘Yaşanmayan bir şeyin yaşansın diye söylenmesi’ pek etkili olmuyor. Bu sefer daha kötü bir şey oluyor, o da, babamızın, annemizin, büyüklerimizin yanında ayrı bir tavır içerisinde oluyoruz, onlardan uzaklarda veya onların görünmedikleri yerlerde daha ayrı bir dünya içerisinde oluyoruz. Bu da pek sağlıklı değil. İnsanı ikiyüzlülüğe itiyor. Oysa her türlü konu oturup güzelce, saygı ve sevgi ölçüleri içerisinde konuşulsa, çok daha verimli olacak ve güzel neticeler alınacak.’

Görüldüğü üzere maillere yansıyan veya bizzat zaman zaman kendi cümleleriyle görüştüğümüz gençlerin ortaya koydukları tavırlar ve cümleler çok makul. Yani gençler doğrusu makul ve mantıklı açıklamalara, uygulamalara açıklar. Ama mantıklı olmayan, akla hitap etmeyen ve kalbi de tatmin etmeyen yaklaşım ve cümleler çok da isabetli olmadığı gibi, böyle cümleler ve davranışlar gençlere de hitap ediyor değil.

Tam da bu konuyu konuştuğumuz günlerde, odamıza zaman zaman uğrayan bir genç kardeşimizin konuyla ilgili bir görüşüne başvurmak istedim. Bana aynı durumun kendi çalıştığı iş yerinde de olduğunu, patronun çok şeyler söylediğini, ama doğrusu, artık kendilerinin onun konuşmalarından yüzde elli fire verdiklerini söylüyor. Ve genç çok yerinde, tam kitabın orta yerinden bir nasihatle konuyu noktalıyor, “İnsanlar helâk olur; ancak, bilenler hariç. Bilenler de helâk olur; ancak, bildiklerini yaşayanlar hariç. Bildiklerini yaşayanlar da helâk olur; ancak, ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. (Keşfü’l-Hafa, 2: 312)”

Evet, görüyorsunuz gençler, karşılaştığı problemlere karşı âyetlerle, hadislerle cevap veriyorlar. Öyle, kuru kuru itiraz da, kuru kuru kabul de yok. Müzakere var.

Gençler, ‘Bizi ikna ederseniz, dinleriz’ diyorlar. Bu, gençlerle muhatap olanların biraz daha derslerine çalışmalarını gerekli kılacak.

Gençler haklı.

Büyüklere, büyük davranışlar yakışır. Büyüklerde büyük davranışlar yoksa, sadece yaşına hürmet edilir, ama sözlerine, davranışlarına büyüklük atfedilmez. Ama tabiî ki saygısızlık da yapılmaz.

Büyükler, yaşlarının da getirdiği davranışlarıyla büyüktür.

SEBAHATTİN YAŞAR

[email protected]

Abdullah bin Zeyd

İlk olarak Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ile başladığımız maneviyât büyüklerimizi rahmetle yad etmeye Abdullah bin Zeyd ile devam ediyoruz. Bir çok maneviyat büyüğümüzü yazılardan, duyduklarımızdan az çok tanır olduk. Şahsım adına sizlerle birlikte ben de, tanımadığımız, duyup okumadığımız ya da unutmuş olduğumuz o güzel hayatları, kutlu şahsiyetleri tanımaya/hatırlamaya çalışacağım. İnanıyorum ki, biz onları yad etmeye çalıştıkça, onlar da himmetleriyle, sevgileriyle bizlerle olacaktır. Duâmız budur. Buyrun Abdullah bin Zeyd’i tanıyalım:

Tabiîn devri velilerinden. İsmi Abdullah bin Zeyd bin Amr el-Cevmi. Künyesi Ebu Kilabe’dir. Basra’da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektir. 722 (H. 104) senesinde Şam’da vefat etti. Abdullah bin Zeyd, Ashab-ı Kiramdan Sabid bin Kays, Enes bin Malik ve tabiînden büyük âlim Katade’den ders alıp ilimde yükseldi. Hadis-i şerif ilminde Sika, sağlam, güvenilir bir zat oldu. Bir hadis-i şerifi öğrenmek için uzun süre seyahat ederdi. Hadis-i şeriflerin toplanıp yazılması için uğraşırdı. Abdullah bin Zeyd helâl kazanmaya tevşvik etmiş bir zattı. Bir gün Eyyub-i Şahtiyani’ye “Çarşıya git, iş ara. Zira en büyük huzur insanlara muhtaç olmamaktır” buyurdu. Pek çok nasihat ve sözleri vardır.

* Bir gün “Hem dünya hem de ahirette yaşayan kimseye ne saadet” buyurunca; “Ahirette nasıl yaşandığı?” kendisine soruldu. Cevabında; “Böyle bir insan dünyada Allahu Teâlâ’yı hatırından çıkarmadı, daima O’na yalvardı ve bu sayede ahirette O’nun rahmetine mazhar oldu” buyurdu.

* “Kimlerden uzak duralım?” diye soruldu. Cevaben “Arzu ve istekleri peşinden koşanlarla beraber oturup kalkmayınız. Onlarla konuşmayınız. Çünkü sizi kendi sapıklıklarına düşürmelerinden, zihninizi karıştırmalarından korkuyorum” dedi.

* İlim sahipleri sorulduğunda;

“Âlimler üç kısımdır. Bir kısmı, ilmi ile amel eder. Diğer bir kısmı, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez. Üçüncü kısım ise ilmiyle kendisi amel etmediği gibi insanlar da amel etmez” buyurdu. Rahmetullâhi aleyh.

Kaynak: Türkiye gazetesi Evliyalar Ansiklopedisi, c. 1, s. 185

ARZU KONAN

İyi birer örnek...

Gündemin gölgesinde kalan, uzmanlarca “yüzyılın felâketi” diye adlandırılan kardeş ülke Pakistan’da yaşanan sel felâketi var...

Bilindiği üzere; Pakistan’ı vuran sel felâketinin yaraları hâlâ sarılamadı. Sel suları 15 milyon kişiyi etkileyip, 2 bini aşkın kişinin ölümüne sebep oldu. Bölgede temiz içme suyu, ilâç, doktor ve barınma yeri sıkıntısı yaşanıyor.

Bu kötü şartları düzeltmek için, dünyanın bir çok yerinden, özellikle de İslâm coğrafyasından bölgeye yardımlar devam etmekte. Türkiye olarak bizim de, kardeş Pakistan halkına maddî-manevî yardımlarımız devam ediyor. Bütün bu yardımlar, tarihimize şeref katmakta...

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Pakistan halkının temiz içme suyuna kavuşması için iki arıtma tesisini faaliyete geçirmiş. (Yeni Asya, 12.10.10) Bir başka hayırlı hizmet de, Kocaeli Sağlık Mensupları Derneği (KOSADER) ile Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığınca hayata geçirilmekte. 18 gönüllü doktorun oluşturduğu bir heyet, 10 gün boyunca sağlık taraması yapmak üzere Çad’a gidiyor. Çad’ın 11 milyon nüfusa sahip olduğunu, fakat yalnızca 345 doktorun görev yapabildiğini belirten KOSADER Başkanı Dr. İsmail Pehlivan; “Çocuk ölümlerini azaltmak için eğitim ve yardım çalışması yapacağız” demiş. (Yeni Asya, 12.10.10)

Bu hayırlı hizmetlerden dolayı çok memnun olduğumuzu belirtmek isteriz. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, KOSADER ile TİKİB’e “komşusu aç iken tok yatmayan”lardan oldukları için teşekkür ederiz. Allah hayırlı çalışmalarınızda muvaffak eylesin İnşallah.

M. YASİN AYDIN

[email protected]

Hesap lütfen!

Geçen gün Uluslararası İlişkiler bölümünde okuyan arkadaşım Ebru’yla çarşıda buluştuk. Sımsıkı sarıldı bana. Gözlerinin içi gülüyordu mutluluktan. “Hayırdır?” dedim. Bir haber aldım dedi. ’Artık üniversiteye başörtümüzle girebilecekmişiz!’

Bu cümle çok farklı anlamlar taşıyordu koynunda. Demekti ki artık Türkiye’de insan hakları suçu işlenmeyecek. Demokrasinin inanç boyutu uygulanacak. Çünkü bu; mini etek tercihine ‘özgürlük’ adına karışmayan, ama örtünmeye gelince o kavramı görmezden gelen zihniyetin düşüşüdür. Her türlü özgürlüğü sağlayıp, insanların kendi kişilikleri ve tercihleriyle eğitim almasını hedefleyen üniversitelerin kuruluş gayesine ulaştığının resmidir.

Peki nasıl oldu bu iş? Yıllardır çözülemeyen bu insanlık ayıbı nasıl halledildi? Madem herşey bu kadar basitti, neden milyonlarca kız öğrenci, yıllarca istemedikleri bölümde okumak zorunda kaldılar?

Ya başlarını açmayı tercih edip istedikleri bölüme giden, ama vicdan azabından, aldıkları eğitimden zerre kadar haz alamayan genç kızların sıkıntıları?

Şimdi bu kızlar sevinçten ağlayıp, eğitimlerini tamamlamaya koşarken istemedikleri bölümde okuyanların girdiği araf sancısı....

Onlar şimdi araftalar... Okulu bırakıp hayallerindeki meslek için tekrar üniversiteye hazırlanmalı mı? Bu zamana kadar verdikleri emek ve ailelerinin muhatap olduğu maddî manevî sıkıntılar akıllara geliyor. Bütün bunları olmamış saymak mümkün mü? Onları bu ‘araf’tan kim kurtaracak? Bu yasakların sorumluları, verdikleri kalıcı rahatsızlıktan(!) dolayı özür dileyip maddî-manevî masrafları karşılayacaklar mı?

Kim ödeyecek bunun bedelini? Kim?

MERVE NUR FERŞADOĞLU

Bediüzzaman ve Abdülhamid

Yakın tarihimizin en çok tartışılan ve en çok konuşulan devlet adamlarından birisi de şüphesiz Sultan II. Abdülhamid Han’dır.

Geçende bir yazar, Bediüzzaman Hazretleri hakkında kendisine sorulan soruları cevaplarken, Abdülhamid Han hakkındaki görüşlerini tam mânâsıyla anlayamadığını ifade etmiştir.

Nedense bizde farklı düşünceyi anlama ve tahammül kültürü hâlâ oluşmamıştır. Bir yöneticiye yaptığınız küçük bir ikaz bile ne kadar dostça olursa olsun, hemen karşı saflarda sayılmanız için yeterli gelebiliyor.

Şüphesiz devlet adamları da hatasız ve kusursuz değildir. Doğruları takdir ederken, yanlışın da yanlış olduğunu bir şekilde ifade etmek ve hakikatı incitmemek gerekiyor. Çünkü yöneticilerin ve sorumluluk sahibi kişilerin yanlışları, bazı gerekçelerle doğru kabul edildiğinde, benzer yanlışlar yapılmaya devam edecektir. Tarihten ibret alabilmek için mutlaka doğru şekilde ve objektif olarak bakmak gerekiyor. Bizden olup olmaması bakış açısını değiştirmemeli.

Sahabe de tenkitleri dikkate almış, en şiddetli olanlarından bile rahatsız olmamış, istifade etmeye çalışmıştır. Koca İslâm dünyasının sorumluluğunu sırtlarında hissederek, hesap gününün şiddetinden kurtaracak ikazlar olarak görmüşlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri ile Sultan Abdülhamid Han’ın hayatlarının çakışan kısımları zannedildiği kadar fazla değildir. Abdülhamid dönemi Bediüzzaman Hazretleri için, neredeyse “bir önceki dönemdir.” Onun dünyaya geldiği yıllar, Abdülhamid’in iktidarını pekiştirip meclisi süresiz tatil ettiği yıllara denk gelir. Bilindiği gibi, Bediüzzaman Hazretleri 1907’de, Şark’ta bir üniversite açmak için padişahtan destek istemek maksadıyla İstanbul’a gelir. 1908’de Meşrûtiyet ilân edilerek, Sultan Abdülhamid’in yetkileri kısıtlanır. 1909’da ise meşhur 31 Mart hadisesiyle tahtından indirilir.

Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’a gelinceye kadar zaten İstanbul siyaseti ile ilgilenmemiştir. Ondan sonraki bir yıllık dönem ise, Şekerci Hanı’ndaki, kapıya astığı “Her suale cevap verilir” yazısıyla meşhur ilmî faaliyetleri ve üniversite ideâli için padişahtan görüşme talebi ve en nihayetinde meşhur Toptaşı macerasıyla geçer. Bu kısa süre içerisinde bizzat kendisinin büyük mağduriyet yaşamasına rağmen, yine de doğrudan Abdülhamid’i suçlamamış, görüşememesinin sebebini özel kalem müdürüne ve Toptaşı’na gönderilmesini de padişahın etrafını kuşatan liyakatsız devlet erkânına vermiştir. Aslında Tahir Paşa’dan referansı olmasına ve ilmî şöhretine rağmen maruz kaldığı bu muâmele bile devletin ne halde olduğunun bir göstergesidir. Mehmet Âkif ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin Abdülhamid’e şiddetli muhalefetinin sebeplerini de anlamak mümkün hale geliyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin, bu kısa dönem içerisinde Abdülhamid’e karşı menfî bir faaliyetine rastlanmamaktadır. O “Eski Said” dönemi dâhil, hayatının her devresinde müsbet hareketi şiâr edinmiştir. Ancak ikaz etmek ve hakkı teslim etmek maksadıyla “hafiye sistemi” ve hususî ilgi duyduğu eğitim sistemi gibi bu dönemin eksikliklerini de ifade etmekten kaçınmamıştır.

Bediüzzaman Hazretleri, meşrûtiyete geçildikten sonra, güya İslâm adına hâlâ Meclis-i Mebusan’ı ve hürriyet anlayışını kabullenemeyenlere ve eskinin hasretini çekenlere ise, eski dönemin “istibdat” olduğunu hatırlatarak “eski hâl, muhal” diyerek onları da ikaz edip yanlıştan kurtarmaya çalışmıştır.

Bugün kendisini “çağdaş” kabul edenlerin de demokrasiye mesafeli durmalarında, sorgusuz-suâlsiz kabullendikleri geçmişteki liderlerinin antidemokratik uygulamalarının önemli bir payı vardır. Yanlışa bir türlü yanlış diyemedikleri için bugünün doğrusunu bulamıyorlar ve milletle bir araya gelemiyorlar. Evet, onların istibdadıyla kıyas bile mümkün değildir; ancak biri diğerinin mazereti olmamalı ve aynı hataya düşmemek gerekiyor. Bir kısım dindar insanların demokrasiyi bu kadar geç fark etmelerinde bu hakikatın payı büyüktür.

Sultan Abdülhamid, otuz üç sene, büyük bir muvaffakiyetle memleketi ayakta tutmuş. Mısır, Tunus ve Balkan ve Kafkas topraklarının da kısmen kaybedilmesini iktidarının ilk yıllarına rast geldiği için hariç tutarsak sınırları büyük ölçüde muhafaza etmiştir. Deha derecesinde bir kabiliyetle ve dirayetle kan dökmeden devleti idare etmiştir. Memleketin her tarafına okullar açmış, modernleştirme faaliyetlerinde bulunmuştur. İçte ve dışta dengeleri muhafaza ederek “hasta adamı” kurtlar sofrasında ayakta tutmuştur.

Ancak bütün bunlara rağmen, şahsî deha ve kabiliyetler ne kadar büyük olursa olsun, altı asır dünyaya hükmeden koca Osmanlı’yı ayakta tutmaya yetmemiştir. Ciddî bir sistem kurulamadığı ve müesseseler ıslâh ya da yenilenemediği için çöküş kaçınılmaz olmuştur. Şahsî kabiliyetler ve gayretler çöküşü önleyememiş, sadece geciktirmiştir.

Aslında konu sadece Abdülhamid değildir. Asırların biriktirdiği ve çözemediği hâdiseler ve problemlerdir. Tarihçe-i Hayat’tan hatırlanacak olursa, Bediüzzaman Hazretlerinin gençlik yıllarında okuduğu gazetede İngiliz Müstemlekât Nâzırı, Kur’ân-ı Kerim hakkında planlarını anlatıyordu.

Müstemlekât Nâzırı bu konuşmasını mecliste yapmıştı. Kendi meclisinde hesap veriyordu. Başbakanlık da yapmış ve seçim kazanmış birisiydi… Osmanlıyı yıkan devletin yapısı bu… Bizde ise seçilen meclis süresiz tatilde… Evet, İngiltere’de seçimler bizden farklı olarak sadece adada yapılıyordu. Ancak sistemin emniyeti için onlardaki Lordlar Kamarasına karşılık bizde de bir nevî senato olan Âyan Meclisi vardı. Kim ne derse desin, açılan bir meclisin süresiz tatil edilmesi ve mebusların memleketlerine eli boş dönüşleri iyi olmamıştır. İstanbul’a bağlılık yara almıştır.

Rusya 1905’te, İran 1906’da meşrûtiyeti ilân etmişti. Avrupa’nın ortasında ve her köşesinde Batılılar tarafından açılmış, adedi resmî rakamlara göre altı yüzü geçen kolejlerin binlerce mezun verdiği koca bir devlet, meşrûtiyete daha ne kadar diretebilirdi. Rakipleri iyi tanımak ve dünyayı iyi okumak gerekiyor.

Sistem işletilebilseydi, yumuşak bir geçişle çöküş belki de önlenebilirdi. Yasaklar ve baskı her zaman olduğu gibi sadece meşrû hareket edenleri ve memleketin esas sahiplerini etkilemiştir. Diğerleri zaten bir şekilde yolunu bulup dışarıyla işbirliği yaparak teşkilâtlanmış, güçlenmiş ve en nihayet de sür’atle devletin tepesine çökmüşlerdir.

Bütün bunlara rağmen Bediüzzaman Hazretleri, Abdülhamid’in iyi niyetini, dehasını, devlete ve İslâm’a sadakat ve olağanüstü gayretini takdir etmiş, ölçüsüz tenkidlerden rahatsız olarak “veli ve şefkatli padişah” şeklinde yâd etmiştir. Elbette otuz üç sene gibi uzun ve tarihin en çalkantılı bir döneminde yönetimde bulunan bir padişahın hataları olacaktır. Doğrularından istifade edildiği gibi hataları da yaşanmış bir tecrübe olarak yerli yerine koymak gerekiyor.

HASAN GÜNEŞ

[email protected]

ÇOCUKLARINIZA EŞİT DAVRANIN

Bir adam, Sevgili Peygamberimiz’in (asm) yanında otururken oğullarından biri geldi. Adam, çocuğunu öptü ve dizinin üstüne oturttu. Az sonra, aynı adamın küçük kızcağızı çıkıp geldi. Adam, onu öpmeden tutup, önüne oturttu.

Bunun üzerine Allah’ın Resûlü (asm) şöyle buyurdu:

“Aralarında eşit davranmıyor musun?”

Bir başka gün, Allah’ın Resûlü (asm), Hz. Ali’nin evini ziyarete gitmişti. O gece orada misafir oldu.

Sevgili torunları Hasan ile Hüseyin uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi.

Derhal kalkan Resulûllah Aleyhisselâm su kırbasından bardağa su doldurdu.

Hasan’a vermek için getirmişti ki, o sırada Hüseyin de uyandı ve suyu görünce o da içmek istedi. Peygamber Efendimiz (asm) ona vermeyip, önce Hasan’a verdi.

Bunun üzerine Fatıma annemiz:

“Hasan’ı Hüseyin’den daha çok seviyor gibisiniz” dedi.

Resulûllah Efendimiz (asm):

“Hayır, fakat ilk defa o istedi,” cevabını verdi.

(S. Gündüzalp, Bir Gül Demeti, s. 157)

İYİLİK VE İBADETİN EN ÜSTÜNÜ

Ukbe b. Amr, Medine otlaklarında koyun güden bir çoban idi. Peygamber Aleyhisselâm’ın hicret ettiğini duyduğu bir gün, koyunlarını öylece bırakıp onun yanına koştu.

Onu dinledi, onu sevdi, hem de her şeyden daha çok..

Ukbe, Resûlullah’ın sohbetinde bulunmaktan öyle büyük bir zevk alırdı ki, dünyaları ona verseler, o huzur-u saadette bir an geçirmekten ve Allah’ın Elçisi’nin dudaklarından dökülecek tek bir nurlu kelimeyi işitmekten vazgeçmezdi.

Ukbe, bilmediği veyahut merak ettiği bir şeyi, Peygamber Aleyhisselâm’a sormaktan hiç çekinmezdi. Bir gün:

“Yâ Resulallah!” dedi. “İyilik ve ibadetin en üstün olanı hangisidir?” diye sordu.

Peygamber Aleyhisselâm ona şöyle cevap verdi:

“Senin hâlini sormayanın halini sorman, sana bir şey vermeyene bir şey vermen, sana haksızlık edeni affetmendir!”

GÜNAH İŞLEYENLERİN EN HAYIRLISI

Bütün insanlar günah işler, fakat günah işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir.

Hadis-i şerif

İNSANLARIN EN

CÖMERDİ VE ASİLİ

İnsanların en cömerdi, istemeden veren; en asili de intikam gücü yeterken bağışlayandır.

Hz. Hüseyin (ra)

ŞAİRDEN DUÂ

Yâ Rab! Bizi kahretme, helâk eyleme!

Tâ ibret olup kalmayalım âleme…

Mehmet Âkif Ersoy

MANEN

CEHENNEMDE OLMAK

Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zâhiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir.

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Sekizinci Söz, 43

SUSMAK VE

KONUŞMAK...

Bir adam, bir hikmet ehline:

“Ne zaman konuşayım?” diye sorunca, “Susmak istediğin zaman” diye cevap verdi.

“Peki, ne zaman susayım?” diye sorunca da, “Konuşmak istediğin zaman” diye cevap verdi.

HAZIR CEVAP

Voltaire’ye “Opera nedir?” diye sormuşlar.

“Konuşmaya bile değmeyen şeylerin şarkıya dökülmüş şeklidir.”

İBADETLE MEŞGUL

OLMALI

Pers kralı Hüsrev’in veziri Büzürg Mihr’e sormuşlar: “Her zaman için en uygun olan şey nedir?” “Gençlikte ibadetle beraber ilim öğrenmek, yaşlılıkta ibadetle meşgul olarak gelecek nesillere iyi örnek olmaktır.”

ATASÖZÜ

İyiliğe karşı iyilik, her kişinin kârı; kötülüğe karşı iyilik er kişinin kârı.

ÇOCUĞA KİTAP

Çocuklarınızın yarın söz sahibi olmasını istiyorsanız, daha bugünden onlara iyi kitaplar hediye ediniz.

Hz. Ali (ra)

ÂYET-İ KERİME

“(Ey Muhammed!) Kullarıma benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.”

Hicr Sûresi, 49.

AZİM

Bir adamda azim olmazsa, bilgisi ölüdür. Goethe

VECİZ KONUŞMAK

Veciz konuşmanın sırrı, fuzulî sözleri terk etmektir.

Hz. Ebubekir (ra)

ÖLÜME HAZIRLIK

Ölüme kudretinizin yettiği en hayırlı amellerle hazırlanın.

Hazret-i Osman (ra)

GÖZYAŞI

Gözyaşıyla yıkanan bir yüzden daha temiz bir yüz olamaz.

Shakespeare

ÇOCUK TERBİYESİ

Şu muhakkak ki, çocuğa kendiliğinden bir şey yapma hürriyetini vermemekle, onu korkak bir köle hâline sokuyoruz.

Montaigne

KÖTÜLÜĞÜN DÖNÜŞÜ

Her kim başkası için kötü bir şey düşünürse, bu ona mutlaka geri döner.

Pausanias

KENDİNİ ZAPT ETMEK

İnsan dünyayı zapt eder, ama ağzını zapt edemez.

Hz. Mevlânâ

GÖNLÜN SAĞLAMSA

Güzellik hâle, hâl gönle bağlıdır. Gönlün sağlamsa, her şeyin güzel olur.

Ataullah İskenderî

KALP

Kalp yumuşadıkça sağlamlaşır.

Sezai Karakoç

KÖTÜLERİ ŞAŞIRTAN

Kötüler, iyilerin akıllı olabileceğini gördüklerinde hep şaşırırlar.

Marquis de Vauvenargues

48 yaşında hafız olan Dursun İnal: ‘11 ay değil, 11 yıl sürse de hafız olacağım İnşâallah’ diyerek n

Azimle çıkılan, sebatla sürdürülen yoldan kim semeresiz dönmüş? Gayretin himmetle buluşması büyük başarılar, yüksek sonuçlar, âlî hizmetler olarak geri dönmüş; dönmekle kalmamış sirayet ve in’ikâs ederek genişleyerek açılmış, açıldıkça da meyve vermiş.

Bunun o kadar örnekleri, o kadar yaşanmışlıkları var ki; yakın planda bunları görmek şevk arttırıyor, neşve veriyor, gayret atını mahmuzlatıyor.

Kitaplardan okumak, birilerinden dinlemek etkili elbet; birinci ağızdan duymak, yaşanmışlığa şahit olmak, bizatihî görmek, daha bir hislendirici, daha bir etkileyici. Hayat böyle nice güzellikle, örneklikle, yaşanmışlıkla dolu; bunlardan biri de Dursun İnal.

Okuduğu bir haberden etkilenerek “11 yıl sürse de hafız olacağım” diyerek yola çıkıyor. Azığı azim, yâranı sebat, atı gayret ve himmet. Sonunda 5 yılda hafız oluyor. Tevafuklar, cesaretlendirici hadiseler, aşikâre bereket; yolun doğru yol, gidilmesi gerekli yol olduğunu gösteriyor. Kendi kendine günde 6 saat çalışmakla mutlu sonuca ulaşıyor.

Dükkânını adeta ders salonuna, kurs ortamına çeviriyor; dünya işleri ile ilgili planları bıraktığı halde, bu 5 yıl içinde işlerde hiçbir aksama ve aksilik olmuyor.

Hedefi ahiret olanın dünyası da mamur olur, dünya hedefli yaşayanın ahireti mamur olmaz dersini düşündürüyor bu tavrı.

Böylesine ciddî ve ahireti hedefleyen hedefler koymak, o hedefe göre yoğunlaşmak ve yaşamak, bunun dışındakileri ikinci, üçüncü derecede görmek, malayani şeyleri hepten terk etmek... Evet, böyle bir hedefimiz ve hedefe doğru adımlarımız var mı? Yoksa zamanımız ziyanda, zihnimiz hezeyanda, aklımız zikzaklarda, duygularımız dağınık, kalbimiz karışıktır.

“Yaşım ilerledi, bu saatten sonra bir şey olmaz, vaktim yok, işim çok, ihtiyaçlar var” gibi mazeret zincirini kırmak kolay bir şey değil elbet. Zorluğun başı, kolaylığın sonu bu halkaları birbirinden koparmak, hedef belirleyip o hedefe fedakârlıkla yürümek, ciddî, disiplinli, programlı çalışmak… Görülecektir ki, olmaz denenler olacak, mümkün değil denilenler mümkün olacak, başkalarına da örnek teşkil ederek dalga dalga yayılacaktır.

Sözü daha fazla uzatmadan Dursun İnal’la yaptığım röportajla baş başa bırakıyorum sizi.

nKur’ân’a muhatabiyetiniz nasıl başladı?

İlkokul beşinci sınıfta (1974) yazın cami hocasına giderek Kur’ân okumaya başladım. Hatim etmiştim, fakat daha sonraki yıllar düzenli okumadığım için zamanla biraz unuttum. Babam 89 yılında Hac’dan gelirken hatim seti getirmişti, kasetleri dinleyerek tekrar Kur’ân’la hemhâl olmaya başladım. Böyle ayda bir -bir nev’î mukabele- hatim yapıyordum, yanlış hatırlamıyorsam 6 hatim tamamlamıştım.

nHafız olma düşüncesi nasıl oluştu?

Bir dergide okuduğum haber beni tetikledi. Elli yaşlarında bir inşaat mühendisi, oğlu ile beraber aynı sırada ezber çalışıyorlardı fotoğrafta. Akhisar’daki Hilâliye Kur’ân kursunda geçiyordu bu hadise. Hacca niyetlenen o beyefendi, Resûl-i Ekrem’e (asm) hediye olarak ne götüreyim diye düşünürken; “Kur’ân-ı Kerim sana nazil oldu, öyleyse ben de onu gönlüme nakşedeyim, hafız olarak geleyim senin huzuruna” der ve 11 ayda hafız olmayı hedefler.

11 ay değil 11 yıl sürse de hafız olacağım İnşâallah, diyerek niyetlendim ve zihnen kendimi buna kabullendirdim.

nTeşvik edenler oldu mu?

İlk önce hanıma söyledim, heyecanla karşıladı, bunu benim yapabileceğimi ve yapmam gerektiğini söyledi. İşaretler doğru adreste olduğumu gösteriyordu; kaderin bir tevafuku ki, Akhisar’da imamlık yapan, Hilâliye Kursu müdavimlerinden Ahmet Duman Hoca ile tanıştım. Ahmet Hoca emekli olunca Bursa’ya yerleşiyor. Niyete girdiğimden 3 ay sonra Ahmet Hoca ile tanışmam ve onun bana yardımcı olmak için her gün işyerime gelmesi doğrusu cesaretimi ve şevkimi arttırdı. Bu Akhisar, Hilâliye, rahmetli Şahin Yılmaz Hoca ile yollarımızın Kur’ân’la kesişen ikinci halkasıydı.

n Engellerle karşılaştınız mı?

Karşılaştım, fakat bunlar engelleyen değil, beni daha da gayrete getiren, kamçılayan şeylerdi. Telefonun çalması, dükkâna oyalayan müşterinin gelmesi buna benzer küçük şeyler. Bir an evvel bitse de çalışmama geri dönsem diye hırs yapardım. Dolayısıyla daha çok çalışır, daha fazla derse, ezbere yoğunlaşırdım. Bunlar beni engellemez, hedefime daha da yoğunlaştırırdı.

nBu süreçte nelerle karşılaştınız; hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?

Çok şey değişti. Dünya işleri ile ilgili plan program yapmama rağmen işlerim daha bir düzene girdi. Rızıkta bereket, evde huzuru belirgin bir şekilde hissettik. Daha önceleri bulunduğum şehirden dışarı çıkmazken, dünyayı dolaşmaya başladım. Gürcistan’a gittim meselâ. Bediüzzaman’ın “Bitlis-Tiflis kardeştir” dediği Şahsenem (Şeyh San’an) Tepesinde o dersi okudum. Orada üniversitenin kurulması Üstadın ne büyük hedefler koyduğu, nedenli geleceği kuşatan bir bakış ve görüşe sahip olduğunu bizzat görmem doğrusu büyük bir bahtiyarlıktı benim için. Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniyenin büyüklüğünü müşahedem, şevk arttıran bir unsur oldu. Ertesi yıl Bosna Hersek’e gittim ve Umre yaptım. Daha sonraki yıl Arnavutluk’a gitmem ve Hac farizasını yapmam nasip oldu. Bir yıl aradan sonra Kırgızistan gezim oldu. Bütün bunlar hafızlık yapmaya başlamamın kısa bir süre sonrasında başladı. Maddî beklenti, dünyaya dönük dönüşüm düşünmediğim halde bütün bunların olması Rabbimin Kur’ân hürmetine ihsanı olarak algılıyorum. Yaşadığım olumlu değişiklikleri yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemesi için daha fazla teferruâtlı anlatmıyorum.

Kerîm Kur’ân; ona samimî yönelenler için tükenmez bir hazine ve bereket.

nGünlük yaşantınızı, iş hayatınızı etkiledi mi çalışmanız?

İş hayatımda noksanlık, eksiklik olmadı. Biraz önce belirttiğim gibi rızıkta genişlik ve bereket gördüm. Tekrar etmekte fayda var; bunlar Rabb-i Rahim’in lütfuyla olan şeyler, bizim gibi günahkârlara Rahman’ın acımasıyla verdiği ihsanlar.

Sorunuza dönecek olursak, iş hayatımda enteresan diyebileceğim çok değişiklikler oldu. Beni Kur’ân okurken görenler saygılı davranıyor, dükkândan içeri adım atarken besmele çekiyor, hürmetkâr ifadelerde bulunuyorlar. Hâlbuki bulunduğumuz muhit dinî duyguların zayıf olduğu bir yer.

Bir defasında, unutmam, dükkânların kepenklerini yağlayan içkili bir adam vardı sokağımızda, işini bitirince esnaf üç-beş ne verirse alırdı. Baktım, benim kepenkleri yağlıyor, hiç oralı olmadan okumaya devam ettim. Yağlama işi bitince dükkânıma girdi, tam orta yere gelince Kur’ân’ı gördü. Zınk diye durdu, askerin komutanına selâm vermesi gibi saygılı bir hâle büründü. Hürmetkâr sözlerden sonra “Ben senden para almam” dedi, arkasından gittim parayı güçlükle verebildim. Bazı şeyler göründüğü gibi değil, insanımız yine de Kur’ân’a saygılı.

nGünlük kaç saat çalışmakla başardınız?

Sabah dükkânda 2, öğleden sonra 2, akşam evde 2, toplam 6 saat çalışarak. İnsanız tabiî, bazı gün aksattığım oldu, fakat sonrasında aradaki boşluğu daha çok çalışarak telâfi ettim. Genel itibariyle programa uydum diyebilirim. Kursa, hocaya gitmeden kendi kendime çalıştım.

nİlk başlarken kaç yılda hafız olmayı hedeflediniz?

11 yıl sürse de bitireceğim, dedim. Sonrasında bir fakülte öğrenimi gibi saydım, 4 yıl hedefledim, nihayetinde 5 yılda bitirdim. 1 yıl da uzatma sayılır o da normaldir sanırım. 2005 Temmuzunda başladığımda yaşım 43’tü, bitirdiğim 2005 Temmuzunda 48. Diyanetin hafızlık imtihanına girerek de hafızlık belgemi aldım.

n Hafız olmak nasıl bir duygu?

Hafız olanlar bilir diyebilirim. Camide mukabele okurken gözünüzü kapatıyorsunuz, sayfalar önünüzde bir bir açılıyor. Siz okurken cemaat takip ediyor… Tarifi zor bir huzur, anlatımda kelimeler yetersiz kalır. Camiden çıkınca ayaklarım yere değmiyor sanki öylesine mutlu oluyorum.

nHafız olmazdan önce ve sonrası hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Daha önceleri de okuyan birisiydim,—Risâle, Cevşen, diğer kitaplar—Kur’ân üzerine yoğunlaşınca o okumalarım biraz aksadı. Şimdi tekrar okumalara başlayacağım. Yeni program yaparak Kur’ân merkezli bütünlüklü bir okuma yapacağım.

nSizce Kur’ân-ı Kerim’i yeterince öğreniyor ve okuyor muyuz?

Bilenler yeterince okumuyor, bundan önce bilmeler de yetersiz. Hafız olunca yanlışlıkları daha çok görür olduğum için böyle söylüyorum. Yazın birkaç hafta camiye, kursa giderek öğrenmek elbette güzel. Ama asıl güzel olan bunu devamlı kılmak, düzenli olarak okumayı sürdürmek.

Genel olarak hürmet konusunda iyiyiz, hürmeti onu okumak, anlamak ve amel etmekle süslesek daha iyi olacak. Günde en az 1-2 sayfa da olsa devamlı okumalıyız. Bazıları bunu 5 yapar, bazıları 1 cüz, o kişiye kalmış. Lâfzen okuma yanında mânâsını düşünmek, açıklayıcı tefsirleri takip etmek; Kur’ân’ı anlamıyla hayatımıza taşımada önemli gayretler. Bu konuda çok eksiğimiz olduğunu görüyorum, kesrette boğulmuşluk hâlinden kurtulmamız gerekiyor. Az ömürde, öz işler yaparak hayatımızı hikmetle buluşturmalıyız.

nBenden geçti veya vaktim yok diyenlere söyleyeceğiniz bir şeyler var mı?

Hiçbir şey için geç değil. Planlı ve sistemli bir okuma ile çok şeyleri başarabiliriz. Az da olsa devamlılık önemli olan. Damlaların devamlılığı mermeri delmesi gibi her gün ayıracağımız okuma ile bir zaman sonra çok mesafe kat ettiğimizi göreceğiz.

Günün bir kısmını “Kur’ân saati” olarak ayırırsak, o saat diğer saatlere de sirayet edecektir. O kadar boş şeylerle vaktimizi harcıyoruz ki, hayırlı işlere gelince zaman kalmıyor. TV, internette, lüzumsuz sohbetlerden vs. kısacağımız vakitlerle çok hayırlı işler yapabiliriz.

Bir de zamanı iyi kullanmasını bilmeli, günlük yaşantımızı ona göre düzenlemeliyiz.

nŞimdiki hedefiniz ne?

Okumalara aksatmadan, ara vermeden devam. Her gün okumasam bir müddet sonra unutmalar başlar. Ezberi kuvvetlendirme yanında tecvid, talim ve usul ile okumayı geliştireceğim. Ramazan’da teravihi hatimle kıldırmak, camide mukabele okumak gibi düşüncelerim var. Yakında bir camide başlayacağım.

Hafızlıkla hizmet etmeyi düşünüyorum. 7 kişiye Kur’ân okumayı öğrettim, 2 ay gibi bir sürede öğreniyorlar. Bunu geliştirerek sürdürmeyi düşünüyorum. Dinî duyguları zayıf bir ailenin çocuğuna Kur’ân okumasını öğrettim, evlerinde küçük bir cemiyet yaptık, o güzelliğin kalbe hiffet, ruha inbisat vermesi dünya ve içindekilerden çok değerli. Kur’ân merkezli bir hayat sürdürmeyi düşünüyorum kısacası.

nGençlere, kendini genç hissedenlere ne söylemek istersiniz?

Zaman durmak dinlenmeksizin akıp gidiyor. Boş şeylerle onu harcamak yerine iyi değerlendirerek hayatı hayırla doldurmak mümkün. Hedef, plan, sistemli çalışma ve de ara vermeden gayret. Gayret olmadan bir şey olmuyor. Bu işin başı niyet, sonrası gayret; gayret himmetle buluşursa gerisi kolay. Az önce söylediğim gibi malayani şeyleri terkle çokça vakit kazanacak; o vakitle de hedefimiz ne ise, ona yaklaşma adına çok şeyler yapacağız.

Son olarak, kimdir Dursun İnal? 1962 Sivas doğumluyum. İlk, orta, lise tahsilimi Sivas’ta tamamladım, 1986’da Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirdim. Halen Bursa’da yaşıyor, ayakkabı dükkânı işletiyorum.

HÜSEYİN EREN

23.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Elif Eki

  (16.10.2010) - Ömür takvimi

  (09.10.2010) - Yasakçının mumu yatsıya kadar

  (02.10.2010) - Dil ve bin yıllık birlik

  (25.09.2010) - Akdamar Adası

  (18.09.2010) - Rûh ve san’at

  (07.08.2010) - Ramazan’ı beklerken

  (31.07.2010) - NEVŞEHİR’İN NURLU ŞAHSİYETİ, ÇOCUKLARIN “BİSMİLLAH DEDE”Sİ SON ŞAHİTLERDEN

  (24.07.2010) - Bir haber ve düşündürdükleri

  (17.07.2010) - Onlar İslâma hizmet ettiler

  (11.07.2010) - Almanya’da Risâle-i Nur fütuhatı yaşanıyor


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.