Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Dikkat edin! Dünyadayken lezzetli yemek yiyen ve süslü elbise giyen nice kimseler vardır ki, Kıyamet günü aç ve çıplaktırlar. Dünyada nice karnı aç ve çıplak kimseler vardır ki, âhirette lezzetler ve güzel elbiseler içerisindedirler.
Câmiü's-Sağîr, No: 1566 |
23.10.2010 |
İslâmiyet en büyük insaniyettir Hakikat-i İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur. İnsaniyet-i suğrâ denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Mâlumdur ki, insanda müdebbir-i galip, ya akıl veya basardır. Tâbir-i diğerle, ya efkâr veya hissiyattır. Veyahut ya haktır veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyûlât-ı kalbiyedir veya temayülât-ı akliyedir. Veyahut ya hevâ veya hüdâdır. Buna binaen görüyoruz ki: Ebnâ-yı mazinin bir derece safî olan ahlâk ve halis olan hissiyatları galebe çalarak gayr-ı münevver olan efkârlarını istihdam ederek şahsiyat ve ihtilâfat meydanı aldı. Fakat ebnâ-yı müstakbelin bir derece münevver olan efkârları, heves ve şehvetle muzlim olan hissiyatlarına galebe ederek emrine musahhar eylediğinden, hukuk-u umumiyenin hükümferma olacağı muhakkak oldu. İnsaniyet bir derece tecellî etti. Beşaret veriyor ki: Asıl insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır. Vakta ki mazi derelerinde hükümferma olan garaz ve husumet ve meylü’t-tefevvuku tevlid eden hissiyât ve müyûlât ve kuvvet idi. O zamanın ehlini irşad için iknaiyat-i hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatı okşayan ve müyûlâta tesir ettiren, müddeâyı müzeyyene ve şâşaalandırmak veyahut hâile veya kuvve-i belâgatle hayale me’nus kılmak, bürhanın yerini tutardı. Fakat bizi onlara kıyas etmek, hareket-i ric’iye ile o zamanın köşelerine sokmak demektir. Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz; tasvir-i müddeâ ile aldanmayız. (...) Ey ihvân-ı Müslimîn!.. Hâl, lisan-ı halle bize beşaret veriyor ki: Sırr-ı “Kad câe’l-hakku ve zeheka’l-bâtıl” (De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. / İsrâ Sûresi, 17: 81) boynunu kaldırmış, elle istikbale işaret edip, yüksek sesle ilân ediyor ki: Dehre ve tabâyi-i beşere, dâmen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecellî ve timsali olan hakikat-i İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur. İnsaniyet-i suğrâ denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Görülmüyor mu ki: Telâhuktan neşet eden tenevvür-ü efkârla toprağa benzeyen evham ve hayalâtı, hakaik-i İslâmiyenin omuzu üzerinden hafifleştirmiştir. Bu hal gösteriyor ki, nücûm-u semâ-yı hidayet olan o hakaik tamamen inkişaf ve tele’lü’ ve lem’a-nisar olacaktır. “Düşmanların engellemelerine rağmen.” Eğer istersen, istikbal içine gir, bak: Hakikatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezaret ve murakabesinde, teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hakla mücehhez ve seyf-i bürhanla mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse, nasıl birden mağlûp ve münhezim oluyor! Muhakemat, s. 31-33 *** İslâmiyet ise, insaniyet-i kübrâ; ve şeriat ise, medeniyet-i fuzla (en faziletli) olduğundan, âlem-i İslâmiyet, medine-i fazilet-i Eflâtuniye olmaya sezâdır.
Divan-ı Harb-i Örfi, s. 47
LÜGATÇE
âlem-i kevn: Varlık âlemi. basar: Kalp gözü. beşaret: Müjde. cinan: Cennetler. dâmen-i kıyamet: Kıyametin eteği. dehr: Zaman, çağ, devir. ebnâ-yı mazi: Mâzinin insanları. ebnâ-yı müstakbel: Geleceğin insanları. gayr-ı münevver: Aydınlanmamış. hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyet’in hakikati. hüdâ: Doğruluk, hidâyet. hukuk-u umumiye: Genel hukuk. hükümferma: Hüküm süren. ihvan-ı Müslimîn: Müslüman kardeşler. insaniyet-i kübrâ: En büyük insanlık. insaniyet-i suğrâ: Küçük insanlık. lisan-ı hal: Hal dili. medeniyet-i fuzla: En faziletli medeniyet. medine-i fazilet-i Eflâtuniye: Eflatun’un “Faziletli Şehir”i. mehâsin-i medeniyet: Medeniyetin fayda ve güzellikleri. müdebbir-i galip: Galip, baskın olarak iş gören. musahhar: Boyun eğen. müyûlât-ı kalbiye: Kalbî yönelişler. muzlim: Karanlık. pertev-efşan: Işık saçan. sema-i müstakbel: İstikbal seması. sezâ: Münâsip, lâyık. tabâyi-i beşer: İnsanların tabiat ve mizaçları. temayülât-ı akliye: Aklî yönelişler. |
23.10.2010 |