Saliha FERŞADOĞLU |
|
Hayat dersleri (2) |
Hepimizin vardır önyargıları. Yeni tanıştığımız bir kimseye uzaktan bir bakış atar; görüntüsüne göre değerlendiriveririz hemencecik. Kafamızda peşin hükümler sıralanırken art arda, kalıptan kalıba sokarız jest ve mimiklerini, hal u etvarını. Hakir görürüz bir anda onu o yapan her şeyi. Günlerden bir gün çarşıya gitmek için minibüse binmiştim. Birkaç durak sonra yaşlı bir kadın bindi minibüse. Saçları bakır sarısına boyalıydı. Pembe ruju yapay bir güzellik katıyordu yüzüne. Altmış yaşlarında olmalıydı. Gözüme çarpar çarpmaz, hakkında kötü düşünmeye başladım nedense. Yaşına başına bakmadan nasıl da süslenmiş, diyerek içten içe ayıpladım. Ancak, içeri adımını atan kadıncağızdan gayet sesli bir Besmele duyunca büyük bir şaşkınlığa uğradım. O an hissettiğim tek şey sadece koca bir utançtı! Ben, adımlarını Besmelesiz atan zavallı biriydim; üstüne üstelik farkında olmadan Allah’ın adını kendisine vird edinmiş, O’nun ismine sığınmış, O’nun mülkü olduğunu ilân eden bir kulu beğenmeyerek küçümsüyordum. Yutkundum. Aldığım nefes beni boğuyor gibiydi. O gün bir söz verdim kendime; düşüncelerimle olsa dahi insanları yargılamayacaktım… *** Geçenlerde, liseden bir arkadaşımın üniversiteyi kazandığı haberini aldım. İlk başta büyük bir hayret kapladı bütün benliğimi. Bizler liseden mezun olalı koskoca beş yıl geçmişti. O ise, ilerleyen yaşına ve zamana aldırmadan topladığı cesaret ve özgüveniyle sınava hazırlanmış, nihayetinde muvaffak olmuştu. Montesquieu’nun o güzel sözü geldi aklıma: Dünya üzerinde en güçlü silâh ateşlenmiş insan ruhudur. Hakikaten de, insan gerçekten, ama gerçekten istediğinde, zamanı ve mekânı umursamaksızın her şeyi yapabiliyor. Zaten bu irade ve bilinçle yaratılmış olması, ona bu özelliği kazandırıyor. Bütün esmayı bünyesinde barındırması ve bütün kemalata müstaid olması boşuna değil. Renkli kalemlerle Montesquieu’nun sözünü yazıp odamın duvarıma astım. Gelip geçtikçe okuyor, zihnime nakşediyor ve kalbime güç vermesini diliyorum. *** Kardeşlerim ve ben bir sürpriz yaparak birkaç ay önce anneme bir muhabbet kuşu aldık; ismi Şükür. 3 aylık bir yavru. Haliyle evimizin en küçüğü, neşesi, maskotu oldu... Yanına gidip konuşuyor, sohbet ediyor, gününün nasıl geçtiğini soruyoruz. Onunla muhabbet ederken adeta kendisinden geçiyor, gözlerini açıp açıp kapatıyor, mayışıyor durduğu yerde. Her canlı gibi ilgiden o da anlıyor ve memnun kalıyor. Şükür, gözlerini kırpıştırıp gevşerken, kirpikleri olduğunu fark ettim. İncecik, kısacık ve narin mi narindi. Dikkat edilmediği takdirde hiç anlaşılmayacak bir ayrıntıydı. Dünyaya yeni bir şey kazandırmış gibi heyecanla anneme seslendim: “Annee, Şükür’ün kirpikleri var!” Her mahlûkatı özene bezene yaratan Rabbim san'atını en mükemmel şekilde onun üzerinde de göstermişti. Esma-i İlâhiye sonsuz güzellikleriyle uzanıyordu önümüzde. 27.10.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (20.10.2010) - Hançerlenen hayaller (29.09.2010) - Hey genç! Bi bakar mısın? (22.09.2010) - Hayatımın muhasebesi: Eylül |