Muzaffer KARAHİSAR |
|
Ölüm gerçeği |
Hayatı da, ölümü de veren O’dur. Dünyaya gelerek gördüklerimiz, yaşadıklarımız, ihsanlara ve lütuflara mazhar olduğumuz binlerce nimet saymakla bitmez. Gözümüz, gönlümüz, kalbimiz, midemiz ve azalarımıza envai çeşit güzellikler seçilerek, tercih edilerek ve planlanarak en uygun tarzda verilmiş. İtina ile sanatlı olarak ve en güzel bir şekilde yaratılmış insanlara hazinesinden ikram edilmiş. Yediğimiz meyvelerdeki tatlar, renkler, kokular, şekiller ve taşıdığı sanatların her birisi insanlardaki cihazatlarda karşılığını buluyor. Bizi bilen, gören, yaratan Rabbim, bizim ihtiyaçlarımızı, rızkımızı, soluduğumuz havayı, ayı, güneşi bütün mevcudatı, mahlûkatı bizlere seferber etmiş. Bütün bunların şükrünü eda etmekten, tefekkür ve tasavvur etmekten aciziz. Aciz olduğumuzu fark etmekten, idrak etmekten de aciziz. Hayatın ve olayların seyri içersinde karşılaştığımız güçlükler ve sıkıntılar karşısında feveran etmekten ziyade; O’na olan bağlılığımızın, sadakatimizin ve tevekkülümüzün artması gerekir. Hep iyiliklerle, güzelliklerle, rahat ve huzur içersinde yaşamak isteyen insanlar, musibete duçar olunca da ondaki hikmeti, rahmeti, bereketi görerek, anlayarak sabır içersinde şükretmesi gerekir. Sabredenler, teslim olanlar ve karşılığındaki mükâfatları bilenlerin hep kazandıklarını Sevgili Peygamberimiz ve yüce kitabımız bizlere müjdelemiştir. Bizler de bazen yaşadığımız hayatın içerisinde ölüm gerçeğinin, sekarat ânının seyrine şahit oluyoruz. Bu atmosferde kendimize ders çıkarabileceğimiz, ibret alabileceğimiz bazı emareleri bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız tecrübelerle anlayıp fark etmeye çalışıyoruz. Bazen genç bir insanın arkasından Fatihalar okuyarak bakıp kalıyoruz; bazen de asırlık, yaşlı bir çınarın devrilişine şahit olarak, ölüm gerçeğinin anlatmak istediği hakikatlerin sırlarına Risâle-i Nurlardan aldığımız derslerle vâkıf olma yönünde adımlar atıyoruz. Dokuz sene hiç aralıksız yatağından çıkmadan felçli olarak yatan Safiye teyzenin hali ve çektiği sıkıntılar; inşallah günahlarına keffaret, affına vesile ve derecesinin artmasına vesile olmuştur. O, konuşamayan, meramını ifade edemeyen, derdini anlatamayan bir deri-bir kemik, masum bir insandı. Her ziyaretimde sağlam olan eliyle duâ ve selâm işareti yapardı. Sekerat ânında tüm bakıcılarla işaretleşip vedalaşmış. Hepsinin bir arada olduğu anda güleryüzle onu gelin çıkarır gibi, duâlar ile uğurlamışlar. İçinde bulunduğu sıkıntılardan ve hastalıklardan ima ve işaretle dahi hiç şikâyet etmeden tam tamına dokuz sene sabırla, şükürle tahammül eden yaşlı bir piri faninin kârlı, kazançlı ve sürûrlu bir şekilde ahiret âlemlerine, ebed memleketlerine uçup gitmesi bizlere ölüm gerçeğini bir daha hatırlattı. Mehmet Aslan’ın hasta olan kardeşi Ömer’in hastalığını ve ölümünü anlatan “Sekerat Anı” başlıklı yazısını okudum: “Kardeşim Ömer amansız bir derde giriftar oldu. Hastalığı biraz zordu. Çenesi alınmıştı. Bir sene boyunca göbekten midesine bağlanan hortumla mama verilerek besleniyordu. Boğazından da delinip dışarıdan nefes almaya çalışıyordu. 5-10 dakikada bir boğazı aspre edilip temizleniyordu. Fakat çok sıkıntı çekiyordu.” Gülay Atasoy da “Ölümün Güzel Yüzü” isimli kitabında kanser hastalığına giriftar olmuş annesinin çektiği sıkıntıları, ıstırapları görerek, duyarak ve hissederek anlatıyor. Her iki vakıada da yazarlar bir kardeş, bir evlât olarak hastaların çektikleri bütün sıkıntıları, ağrıları ve sancıları görerek kendi yüreklerinde hissetmişler. Onlara teselli vermişler, destek olmuşlar ve Bediüzzaman’ın hastalıklarla ilgili reçetelerini sunmuşlar; Allah’a sığınmanın, O’na dayanıp güvenmenin faziletinden, ölümden, kabirden, ahiret gününde sevdiklerimizle tekrar kavuşmanın, ebedi cennet saadetinin müjdelerinden bahsetmişler. Her iki hastanın ölüme gülerek, sürurla ve vedalaşarak gittiğini anlatıyorlar. Gülay Hanım, annesinin vefatını şöyle anlatıyor: “O, ak güvercinlerin kanadına takılıp ebed semasına nazlı bir eda ile süzülüp gitti…” Bu yazıyı hazırlarken sevdiğimiz ve birlikte Risâle-i Nur’un rahle-i tedrisinde irfan dersi aldığımız; genç, faziletli ve ihlâslı kardeşimiz Ali Asmakaya’nın ölüm haberi geldi. Kısa bir süre önce ziyaretimize gelmiş huzurevi yaşlılarına ölümden, kabirden, ahretten ve oraya gitmek için hazırlıklardan bahsetmişti. O, bizlere (eğer ibret alabilirsek) ölüm gerçeğini ve hazırlığını fiilen göstermiş oldu. Rabbimin huzuruna vasıl oldu. Allah rahmet eylesin. Üstadın müjdesine kulak verelim: “Sizlere müjde! Mevt, idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil…”1
Dipnot: 1. Mektubat. 20. Mektup. 26.10.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (13.10.2010) - Sen dönerken aramıza (12.10.2010) - Sonbaharın hatırlattıkları (14.09.2010) - Ali Bey’in not defterinden |