Banu YAŞAR |
|
Anne saati geldi mi? |
Dört yaşlarında anaokuluna alışmaya çalışan, sarı saçlı bir erkek çocuğu gözlerimin içine bakarak, ‘Anne saati geldi mi?’ diye bana seslendi. Küçücük elleriyle elimi tutarken, gözleriyle de yüreğimi yoklarcasına sormuştu bu soruyu… Bazı soruları herkese sormak istediğin zamanlar olur, belki bir tanesi istediğin cevabı verir diye… O da kendini hem okula alıştırmaya çalışırken, hem de annesinin geldiği saate ne kadar kaldığını da öğrenmek istiyordu. Öyle ya, her şeyin bir saati vardı; yemek saati, oyun saati, faaliyet saati, uyku saati ve… ‘Anne Saati’ Kandırılmamış, annesi babası tarafından doğru söylenerek büyütülen çocuklar, onların verdiği söze daha kolay inanır. Okula başlayan, kandırılmadan büyütülen bir çocuğa annesi akşam gelip onu alacağını söylediğinde ona inanır ve bekler. Kendini iyi hissetmese bile annesinin ona verdiği sözü tutacağını bilir ve ‘anne saatini’ bekler. Peki hiç düşündünüz mü? Sizin anne saatiniz ne zaman gelir? Ne zaman kendinizi anne saatini bekleyen bir çocuk kadar yalnız hissedersiniz? Kaç yaşında olursak olalım, Ve ne kadar büyürsek büyüyelim, Hep çocuk kalan, çocukça hisseden ve bir çocuk kadar incinen bir tarafımız var ya, işte o tarafımız konuşmaya başlayınca, yanımızdaki en yetişkin gibi görünen kişiye dönüp, yüreğimizin istediği cevabı vermesini istercesine sorarız; ‘Anne saati geldi mi?’ Ne zamanki hayat yorsa ve savrulsak uzaklara, Bütün tanıdıklarımıza ve şahitlik ettiklerimize rağmen Kalabalıkların içinde yalnız bir bakışın sahibi olsak, Bütün öğrendiklerimize rağmen, her şeyin yabancısı gibi hissetsek, Ve yuva sıcaklığında bir bakış, Emniyetli bir dokunuş arasak… İçimizden sessizce bağırmak gelir, ‘Anne saati geldi mi?’ diye… En masum ve en iddiasız tarafımız da bu yönümüzdür aslında… Ve en iddiasız olduğumuz zamanlar, en iddialı ve en güçlü olduğumuz anlardır… Şişmiş benliğin çıkarılıp atıldığı, Öfkenin ve hırsın fırlatıldığı zamanlarda gerçek kendimizle yüz yüze geliriz… En sıcak ve en samimî tarafımızla tanışmanın, masum olmanın lezzetini fark ederiz… İçimizdeki hiç büyümeden kalan ve sürekli kandırdığımız o tarafımızı, o masum tarafımızı tekrar hatırlasak bugün… İncinmekten, kırılmaktan ve savrulmaktan korktuğumuz için ördüğümüz sahte, kalın duvarlardan bir kapı açsak ve içerideki çocuğa, ‘Anne saati geldi’ diyebilsek… Ve bu saati bekleyen ve bir şifacı arayan herkes için gerçek teselli edenin, bırakıp da gitmeyenin, her saat, her saniye ve her an yanında olanın gerçek ebeveynliğine sığınsak, gerçek güvenliğine bıraksak kendimizi… Ne güzel olurdu… 24.10.2010 E-Posta: [email protected] |