Recep TAŞCI |
|
Adalet ve sarayları |
Çağlayan’da... Arada bir önünden geçtiğim bir inşaat. Gün be gün takip ediyorum. Mühendisler, işçiler arı gibi çalışıyor. Kabası bitti, şimdi camları takılıyor. İstanbul modern ve güzel bir yapıya daha kavuştu. Yakında hizmete açılır. Müteahhit firma gururla bir afiş asmış. “Avrupa’nın en büyük adalet sarayı.” Bir an daldım. Faaliyete geçtiğinde kim bilir içinde neler yaşanacak? Koridorları gözyaşlarıyla yıkanacak, haykırışlar duvarlarda yankılanacak, nice trajedilere sahne olacak. Ve adalet dağıtılacak... Adalet... Ülkenin temeli. İş aş tabiî ki önemli. Ama unutulmamalı ki adaletten yoksun toplumlar çürümeye mahkûmdur. Son zamanlarda çok sayıda adliye binası inşa edildi. Çoğu dökülüyordu, gerekliydi. Umarız yenilenen binalarla birlikte adalet mekanizması daha iyi çalışır, Avrupa ile yarışır. Buna ihtiyacımız var. Gazetelerin 3. sahifeleri bunun delili. Cinayet, tecavüz, yaralama, hırsızlık, dolandırıcılık, trafik terörü haberleriyle dolup taşıyor. Failler yakalanıyor. Adalete teslim ediliyor. Sonra... Hak ettikleri cezaya çarptırılıyor mu? Kamu vicdanı rahatlıyor mu? Bu soruların cevaplarına üzülüyor, isyan ediyoruz. Bir kere dâvâlar bitmek bilmiyor. Uzadıkça uzuyor. İçerideki 120 bin kişinin yarısına yakını tutuklu, dâvâların sonuçlanmasını dört gözle bekliyor. Geciken adaletin adaletsizlik olduğu ilkesi çiğneniyor. Bazı dâvâlar ise zamanaşımına uğruyor. Suçlular cezasız kalıyor. Buna karşılık suçsuzlar boş yere mahkeme kapılarında çile çekiyor. Hatta tutuklanıyor. Sonra “pardon” deniliyor, salıveriliyor. Hapiste geçen günlerin hesabı sorulamıyor. Mahkûmiyeti kesinleşmiş olanlar ayrı bir fasıl. Katil... Can almış. Ocak söndürmüş... İndirimdi... Tahrikti... İyi haldi... Aftı... Denerek 3-5 yıl sonra aramızda. Eline bulaşan kan kurumamış bile. Maktulün yakınları ne hisseder, adalet hakkında ne düşünür? Tecavüzcü... Bir insanın hayatını mahvetmiş, ailesi utancından yerin dibine girmiş. Yılına varmadan serbest. Trafik teröristi... Durakta bekleyen masum 5 kişinin canına kıymış... 10 ay sonra tahliye. Adam bankayı hortumlamış, senin benim paramı iç etmiş... Elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşıyor. Müteahhit… Yaptığı çürük bina çökmüş. 85 kişinin ölümüne sebebiyet vermiş. Cezası 3,5 yıl. Öte yandan... Dershane taksitini... Su elektrik faturasını... Ödeyememiş. Hapsi boylamış. Yakınları ise utançtan kendini asmış. Öğrenciler… Parasız eğitim demişler. 7 aydır tutuklular. 15 yılla yargılanıyorlar. Ve fikir suçluları... Hakaret şiddet yok. Sadece fikrini söylemiş, yazmış, çizmiş. Statüye karşı çıkmış, ezberleri bozmuş, iktidara çatmış... Diye hapishanelere konmuş. Bugün itibariyle Türkiye’de 48 gazeteci cezaevinde. 700’ün üzerinde gazetecinin ise hapis istemiyle mahkemeleri sürüyor. Son olarak siyasetçiler... Sanki bir kurala dönüşmüş. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili olmak için illâ ki hapiste deneyim kazanmak gerekiyor. Tarihimizde örneğine bolca rastlıyoruz. Yüzümüz kızarıyor. Ne var ki iktidar ele geçince, geçmiş acılar unutuluyor, demokrasiyle bağdaşmayan bu düzeni değiştirmek için parmaklar kıpırdamıyor. Aksine intikam hissi ağır basıyor, muhaliflerin eziyet çekmesinden gizli bir zevk alınıyor. Özetlersek; Dâvâlar sür'atlenmeli. Tutukluluk hali cezaya dönüşmemeli. Masumiyet ilkesi esas olmalı. Suçlulara verilecek cezalar mağdur yakınlarını ve kamuoyunu tatmin etmeli. Fikir suçu kavramı yasadan çıkarılmalı. Böylece; “Saray” adını taktığımız adliye binalarında gerçekten adalet dağıtılabilsin, Türkiye’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde sürekli mahkûm olmaktan kurtulabilsin. 18.10.2010 E-Posta: [email protected] |