Sami CEBECİ |
|
Vefakârlık |
“Ara sıra sinemaya ibret için gittiği”ni söyleyen muazzez Üstadımız Bediüzzaman gibi, geçtiğimiz Pazar akşamı ibretle bir macera filmi izledim. Olay güney kutbu Antarktika’da yaşanıyordu. Bu kıt'ayı keşif için giden bir doktor, beraberindekiler ve kutup köpekleri bir çok hadiseyi yaşadıktan sonra; doktor bir ayağı kırık bir vaziyette, köpekler tarafından çekilen kızakla diğer arkadaşı tarafından kamp yerine getirilir. Vazifeleri bitip Avustralya’ya dönerlerken, yerleri olmadığı için köpekleri kamp yerinde bırakıp terk ederler. Yiyecekleri insanlar tarafından verilmeye alışmış bu köpekler altı ay boyunca kendi başlarına kalırlar. Hayatta kalmak için buzullar ve karlarla kaplı alanlarda verdikleri mücadele, birbirlerine olan bağlılıkları, buldukları yiyecekleri paylaşmaları, birisi düşerek öldüğü zaman onun başındaki duygusal anları, bir diğeri yaralandığında yanında nöbet tutup yakalanan kuşları ona ikram etmeleri çok ibret vericiydi. Altı ay sonra, onları oraya terk eden ekibin vicdanen rahatsız olup, zor şartlar altında oraya tekrar ulaşarak buluşmaları ânındaki durum görülmeye değerdi. Birbirlerine koşarak âdeta kucaklaşmaları, köpeklerin onların yüzlerini yalamaları, sadâkât ve vefakârlığın duygusal görüntüleriydi. Hele kar aracına alındıkları zaman birisinin binmemesi ve koşarak tepenin arkasına geçip ayağı kırık arkadaşının başını beklemesi, arkasından giden genç adamın yaralı köpeğin başında ağlayarak kucaklayıp araca götürmesi, insanlar ile hayvanlar arasındaki gönül bağının ve vefakârlığın muhteşem bir tablosuydu. Film bittiğinde, bu filmin kutup kâşifleri anısına bir vefâ borcu olarak çekildiği yazıyordu. Ruhumun derinliklerinden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Epey zamandan beri ben bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Kendimi tutamıyordum. Bu hâl bir hayli devam etti. Kendi hâlime ben de şaşırdım. Acaba çok mu duygusal olmuştum? Kutup Macerası filminden uyanarak gerçekler dünyasına döndüm. Üstadımızın “Aziz, sıddık, fedâkâr ve vefâkâr kardeşlerim!” hitabını hatırladım. İnsanlar arasındaki vefâ duygusunun iyice gözden kaybolup gitmesinin acısını hissettim. Hatta, kudsî bir dâvâ etrafında yıllarca beraber çalışan insanların bile, bir takım olaylar sonucunda kendi âlemine dalıp, vefâ duygusunu rafa kaldırmasının derin elemini, ruhumun tâ derinliklerinde hissederek acıyla kıvrandım. Kutup köpeklerinin o vefâlı hareketlerine imrendim. Halbuki, vefâ denilen duygu, insana yakışan yüksek hasletlerin en başlarında gelenidir. Yüksek ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Kâinatın Efendisi (asm) en vefâlı insanların başında gelir. Herkesin kendisini inkâr ettiği bir zamanda ilk iman eden ve bütün malını Allah yolunda harcayan Hazret-i Hatice (ra) validemizi her vesileyle hayırla yâd ederdi. Onun hakkında güzel sözler söylerdi. Onu kıskandığını hissettiren Hz. Ayşe (ra) validemize “Ya Ayşe! Ondan çocuklarım var. Herkesin benden kaçtığı zamanlarda, daima yanımda o vardı” diyordu. Çocukluğunda kendisine süt annelik yapan Halime için, ziyaret maksadıyla yanına geldiğinde cübbesini yere serip oturtuyor ve “Bu benim annemdir” diyerek iltifat ediyordu. Bunlar gibi binler misâl var. O sadece insanlara değil, hayvanlara bile vefâlıydı. Vefâ duygusu Sevgili Peygamberimizde (asm) doruk noktasındaydı. Yeni dünyaya geldiği zaman “Ümmetim! Ümmetim!” dediği işitilen Kâinatın Efendisi (asm), mahşer günü herkesin kendi derdine düştüğü o dehşetli zamanda bile “Ümmetim! Ümmetim! Ümmetimi isterim Ya Rab!” diyerek en yüksek bir şefkat ve vefâkârlık örneği gösterecektir. Onun o yüksek şefkat ve vefâkârlığına vefâ ile mukabele, ancak onun sünnet-i seniyyesine sımsıkı bağlanmak ve yaşamakla olur. Vefâkârlığın asıl erişilmez zirvesi ise, Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Cenâb-ı Hak’tadır. Kâinatı yoktan var eden ve kıyametle harap edecek olan Allah (cc), kâinatın maddesini yokluğa atmayacak ve onların fıtrî tesbihatlarına mükâfat olarak âhiretin bir kısım inşaatında kullanacaktır. Asıl vefâsını ise, mü’min kullarına gösterecektir. Bu dünya misafirhanesine Kânatın Yaratıcısını tanımak ve O’na iman ile ibâdet etmek için gönderildiğini bilen ve ona göre hareket eden mü’minlere, Allah (cc) bu dünyada vefâ ile mukabele ettiği gibi, vaad ettiği cennet ve saadet-i ebediyeyi vermekle en büyük rahmet ve vefâkârlıkla muâmele edecektir. Hatta, cennete aldığı mü’min kullarının kalplerini hoşnut etmek için, onlara, yakınlarından olan ve cehenneme gitmesi gerekenlere şefaat hakkı vererek vefâkârlığın zirvesini gösterecektir. Ya Rab! Bizleri de samimî olarak vefâlı kullarının arasına kat ve ebediyen rızâna nâil olanlardan eyle, âmin... 13.10.2010 E-Posta: [email protected] |