Sami CEBECİ |
|
Gökadaları |
“Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işâret eden pek çok deliller vardır. Onlar ki, ayakta iken de, otururken de, yatarken de, daima Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. ‘Bunları boş yere yaratmadın, ey Rabbimiz,’ derler. Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinden koru.”
(Âl-i İmran Sûresi: 190-191)
Bulutsuz bir gecede gökler âlemine baktığımız zaman, ruhumuzun tâ derinliklerine kadar nüfuz eden ve heyecan ve hayranlık duygularına sebep olan güzel levhaları görürüz. Süreyya Takım Yıldızından burçlara, parlak yıldızlardan semânın bir başından diğer başına uzanan bulut şeklindeki, Arapça Kehkeşan, Türkçe Samanyolu denilen galaksiye kadar görünen gök cisimleri, şâirâne bir ruh taşıyan insanlara şarkılar ve şiirler yazdırır. İnanan ya da inanmayan her insan bu muhteşem tablo karşısında âdetâ kendinden geçer. Nihayetsiz ilmiyle uçsuz bucaksız kâinatın plân ve programını çizen ve sonsuz kudretiyle o plânı hayata geçirip âlemi yoktan var eden Cenâb-ı Hak, iktibas ettiğimiz âyetler gibi nice âyetlerle nazarımızı onlara çevirmekte ve ibret nazarıyla bakıp kudret ve azametini anlamaya bizleri dâvet etmektedir. Bir gün Sevgili Peygamberimize (asm) “Allah’ın ilk yarattığı şey nedir?” diye soruldu. Cevabında “Rabbimin ilk yarattığı şey benim nurumdur” dedi. İşte o nurdan, dev bir kozmik çorbayı andıran macun gibi bir maddeyi yaratan Cenâb-ı Hak, Celâl ile tecellî ederek yedi kat gökleri ve yeri yarattı. Önce bitişik halde olan yer ve göğü birbirinden ayırt etti. “Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden ayırdık” (Enbiya Sûresi:30) âyeti bu hakikati beyan eder. 1970 yılının başlarında ortaya atılan ve hâlen geçerliliğini koruyan “Büyük Patlama” teorisi, fenlerin îzahıyla dinimizin açıklamasının birbiriyle örtüştüğünü göstermektedir. O büyük patlamayla birbirinden uzaklaşan kâinatın maddesi, kâinatın da sürekli genişlediğinin ifâdesidir. “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz onu genişletiriz” (Zâriyât Sûresi: 47) meâlindeki âyet bu hakikate işâret eder. Gökler âleminin en büyük cisimleri, milyarlarca yıldızdan meydana gelen gökadalarıdır. İngilizce’de bunlara galaksi denilmektedir. Kâinatta yaklaşık 125 milyar galaksi olduğu tahmin edilmektedir. Galaksilerin büyüklüğü binlerle ışık yılı olarak hesaplanmaktadır. Meselâ, güneş sisteminin dâhil olduğu bir gökadası olan Samanyolu’nun uzunluğu yüz bin, eni elli bin ışık yılıdır. Spiral bir galaksidir. Genellikle düzenli galaksiler spiral, elips, küre veya mercek şeklindedir. Karmaşık galaksilerin ise, simetrik bir yapısı yoktur. Ancak, her insana özel bir sima veren Yüce Kudret, galaksilere de her birine mahsus bir sûret ve şekil vermiştir. Uydu galaksiler de vardır. Meselâ, Samanyolu galaksisine bağlı olan ve Macellan Bulutları olarak isimlendirilen iki küçük galaksiden birisinin çapı 26 bin, diğerinin çapı 33 bin ışık yılıdır. Samanyolu galaksisinin en yakın komşusu Andromeda gökadasıdır. Mesafesi ise, iki milyon iki yüz bin ışık yılı uzaklıktadır. Ona da bağlı küçük bir uydu galaksi vardır. Atomun etrafında elektronların, güneşin etrafında seyyar yıldızların döndüğü gibi, üç yüz milyar yıldızı olduğu hesap edilen Andromeda gökadası da çekirdeği etrafında süper bir hızla dönmektedir. Akıl ve hayali durduracak büyüklükte olan ve 125 milyar galaksiyi içinde bulundurduğu tahmin edilen kâinatta, galaksiler arası genel bir çekim gücü kanunu olduğu ifâde edilmektedir. Aslında, genel çekim olarak söylenen bu kanun, Allah’ın Kayyum ism-i âzâmının, âzâmî tecellisinden başka bir şey değildir. Allah’ın bu kâinatla münâsebeti kanûniyet şeklindedir. Yani, kanunlar perdesinde icraatını yapar. Allah’ın büyüklüğü ve vücut mertebesi yanında, kâinat bir gölge hükmünde kalır. İşte, “Allahüekber” diyerek, böylesine sonsuz bir kudrete sahip olan Allah’ın huzuruna durulduğunda ve secdeye varıldığında, bedenimizle birlikte ruhumuz da secde etmeli ve bütün dünya işlerinden sıyrılarak, o Yüce Yaratıcının her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olduğu düşünülerek takdis edilmelidir. Zira, hadis-i şerife göre “Kulun, Allah’a en yakın olduğu an, secdede olduğu ânıdır.” Secde, insanı en yüksek arştan daha ziyade Allah’a yakın eder. Uçsuz bucaksız kâinatın içinde bir toz zerresi kadar yer tutmayan insan, Allah için böyle bir namaz kılabilirse, bu durumda o namaz hiçbir şeyle değişilmez. 29.09.2010 E-Posta: [email protected] |