Sami CEBECİ |
|
Barla günleri |
Yağmurlu bir gündü. Sağanak hâlinde yağan yağmurlar, Barla sokaklarını çamur deryasına döndürmüştü. Birkaç tane Barlalı köylü, bir saçağın altına sığınmış yağmurun dinmesini bekliyordu. Aşağı taraftan başında sarığı, sırtında cübbesiyle Bediüzzaman Said Nursî’nin geldiğini gördüler. Bir elinde, çamurda yürürken çıkan lâstik ayakkabısını tutuyordu. Bir ayağında lâstik, diğer ayağında yün çorabıyla evine doğru yürüyen bu asil adama yaklaşmaya kimse cesaret edemiyordu. Çünkü sürgündü ve göz hapsi altındaydı. Barlalı köylüler ihtiyarlığa ayak basmış bu orta yaşlı hocaya acıyarak baktılar. Yağan yağmur bütün hızıyla devam ediyordu. Nihayet içlerinden biri dayanamadı ve koşarak hocaya doğru yaklaştı. “Hocam! Müsaade buyurun size yardım edeyim” dedi. Bu zât, daha sonra Said Nursî’ye sekiz buçuk sene hiç gücendirmeden hizmet edecek olan sıddık lâkaplı Süleyman Kervancı’dan başkası değildi. Bediüzzaman “Olur kardaşım, gel” dedi. Sıddık Süleyman, Bediüzzaman’ın koluna girdi ve birlikte yürüyerek Çınar Ağacının gölgelediği ilk Nur medresesine girdiler. Barlalı köylüler onların arkasından bakakaldı. Ehl-i dünya, Bediüzzaman Hazretlerini zulmen sürgün etmişti. Hiçbir suçu yoktu. Şeyh Said İsyanı bahanesiyle Doğunun ileri gelenlerini sürdükleri gibi, onu da nefyetmişlerdi. Fakat bu sürgünde çok hikmetler saklıydı. Bediüzzaman mânen vazifeliydi. Bin seneden beri Kur’ân’ın bayrağını Asya, Avrupa ve Afrika kıt'alarında şan ve şerefle dalgalandıran necip bir milletin evlât ve torunlarını Kur’ân’dan soğutmak ve din ile olan bağlarını koparmak için uğraşan ve devletin gücünü Batılı bir toplum oluşturmak yolunda kullanan bir zihniyetin yaptığı tahribâtı tamir etmek vazifesi onun omuzlarındaydı. O da bunun farkındaydı. Telif ettiği Nur Risâleleri için ara sıra diyordu: “Bir zaman gelecek, ben bu risâleleri bütün dünyaya okutturacağım.” Barla’da ilk telif ettiği eser Haşir Risâlesi olmuştu. Âhirete inanmayı suç sayacak bir kanun çıkarmayı plânlayan hâkim zihniyetin hevesi, bu risâleyle kursaklarında kaldı ve niyetlerinden vazgeçtiler. Ondan sonra telif edilen diğer risâleler, dehşetli dinsizlik ve dalâlet cereyanlarına karşı, Çin Seddi gibi bir sedd-i Kur’ânî oluşturdu. Zamanla altı bin sayfayı aşan Nur Risâleleri, dinsizliğin bel kemiğinin kırılmasına ve ehl-i imanın imanını muhafazasına hizmet etti. Dinsizlik cereyanı geriledi, iman ve İslâm cereyanı gittikçe ilerledi. Nur Risâleleri elliden fazla dünya diline tercüme edildi. Onun adına binlerce İnternet siteleri kuruldu. Radyo ve televizyonlardan okunur hâle geldi. Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu risâleleri bütün dünyaya okutturacağım” ideâli gerçek oldu. 2004 yılından beri yedi senedir düzenli Barla’ya gidiyoruz. Türkiye’nin değişik illerinden gelen ailelerle bir haftalık okuma programları yapıyoruz. Ne zaman Barla yollarına düşsem, içimi sanki öz vatanıma gidiyormuşum gibi ulvî hisler kaplar. Heyecanım doruk noktasına çıkar. Çünkü orada, asrın mânevî sahibi ve son müceddid olan Bediüzzaman Hazretlerinin ayak izleri vardır. “Bu menzilleri Yıldız Sarayına değişmem” dediği menzilleri vardır. Barla’da, insanı sanki her köşeden Bediüzzaman çıkıverecekmiş gibi bir his kaplar. 1 Ağustos 2010 Pazar günü, yine aynı duyguların eşliğinde Barla’ya yaklaşırken, mavi ve yeşilin farklı tonlarıyla renklenen Eğirdir Gölü, bir kartpostal gibi arz-ı endam ediyordu. Göl kenarından kıvrım kıvrım uzanıp giden yolları geçerek Yeni Asya Sosyal Tesislerine ulaştık. Gülümseyen çehresiyle tesis müdürümüz Niyazi Bey ve diğer görevliler bizi karşıladı. Bavullarımızı taşıyıp yerleştikten sonra, ikindi namazını müteakip okuma programımız başladı. Bir hafta boyunca, öğle namazı öncesi bir buçuk saat ilk defa Bediüzzaman tarafından izahı yapılmış ve mânevî keşif hükmündeki imanî konulardan dersler yaptık. İkindi namazından sonra, Zübeyr Gündüzalp çizgisi ve onun Nurculuk anlayışını müzâkere ettik. Yeni Asya grubunun misyonunu izah ettik. Akşamla yatsı arasında yine imanî derslerimiz vardı. Diğer namazların arkasından Hizmet Rehberi takip ediliyordu. Günlük toplam dört buçuk saat müzakereli derslerimiz oluyordu. Üstadın evi, Cennet Bahçesi, Karakavak, Barla Kabristanı, Çam Dağı ve Isparta’daki Üstadın kaldığı müze olan ev ziyaret ettiğimiz yerlerdi. Bir hafta bitip, Pazar sabahı dönüş başladığında, seneye tekrar buluşmak dileğiyle dostlarımızla vedalaştığımız zaman, gönlümüz hâlâ Barla’da kalmıştı. 11.08.2010 E-Posta: [email protected] |