Vehbi HORASANLI |
|
Kardak krizinin aslı neydi? |
Ergenekon Dâvâsı devam ederken 1996 yılı Ocak ayında gerçekleşen “Kardak Krizi” yeniden gündeme geldi. Yargılanan albay, sınıf arkadaşımdı ve bu kriz anında önemli görevlerde bulunmuştu. Gerçi o tarihlerde yaşanılan olaylar “benzin parası” gibi magazin sayılabilecek konulara indirgendi. Mahkemede hâkimin “devletin paranızı ödemeyecek kadar güçsüz olduğunu mu söylüyorsun?” sorusunu sordurdu. Olaylara duygusal ögeler öne çıkarılarak yön verilmeye çalışılıyordu. Her ne ise, biz başlığımızdaki soruya geri dönelim. Kardak krizi olduğunda hâlâ Donanmada görev yapıyordum. Henüz ordudan ayrılmamıştım. Sadece Donanma değil bütün silâhlı kuvvetler krizden etkilenmişti, zira savaş durumuna yakın bir alarm verilmiş dört gözle gelişmeler takip ediliyordu. Peki, Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine kadar getiren bu olayın aslı neydi? Kardak kayalıkları denilen küçücük iki adacık niçin bu kadar önemli hale gelmişti? Yoksa o kayalıklarda korsanların büyük hazineleri mi vardı? Böyle bir yer için neden NATO üyesi iki devlet savaşın eşiğine gelsin ki? Bu soruların en makul cevabını bulmak için o tarihlerdeki ekonomik gelişmelere bir göz atmak gerekiyor. Zira “silâhlanma yarışı” denilen ve ABD’nin hizmet dışına çıkardığı bazı silâhları nasıl pazarladığını anlamamız lâzım. ABD, dünyanın en büyük silâh üreticisidir. Eskiden de öyleydi, şimdi de. Fakat günümüzde bu silâhları pazarlama ve satış şekli biraz değişmiştir o kadar. Körfez savaşlarından önce Amerikan halkında “Vietnam sendromu” adı verilen bir hastalık vardı. “Askerlerimizin dünyanın bir ucunda işi ne?” diye ABD yönetimini sorgulayan halk, yenilgiden sonra askerlerin yaşadığı manevî yıkımdan çok etkilenmişti. Bu sebeple sınır ötesi harekâtlardan uzun süre vazgeçen ordunun elinde hatırı sayılır bir silâh birikmişti. İşin kötüsü teknolojide meydana gelen yenilikler bu silâhların birer birer çöpe atılmasını gerektiriyordu. Böyle bir işlem ise milyarlarca dolarlık büyük bir israf anlamını taşıyordu. Fakat “Coni’ler” çok akıllıydı. Dünyanın en önemli gücü olan silâh endüstrisini ayakta tutmak için bir çeşitli çareler geliştirdiler. Önce “askerî yardım” adı altında bu silâhları dost ve müttefik ülkelere pazarladılar. Daha sonra ise Körfez Savaşlarında olduğu gibi savaşa bizzat kendileri girerek milyarlarca dolarlık yeni silâh üretim projelerine giriştiler. Bu sayede soğuk savaş sonrasında durma noktasına gelen silâh endüstrisi ölümden dönmüştü. Türkiye, Mısır, Yunanistan, Tayvan ve Tayland gibi ülkelere askerî yardım adı altında hurda zamanı yaklaşmış silâhlar verilmeye başlanmıştı. “Paramız yok” denildiğinde “olsun FMS kredisi ile veririz, on yıl para ödemek zorunda kalmazsınız” deniliyordu. Bu kirli paraları sonra da faizi ile birlikte geri aldılar. Tabiî bu arada darbeler dolayısıyla silâh satılan ülkelerden çatlak ses çıkmıyordu. “Yahu biz aç sefil insanlarız bu kadar parayı hurda silâhlara niçin veriyoruz?” diyen insanlar rejim karşıtı suçlaması ile derhal bertaraf ediliyorlardı. Türkiye ve Yunanistan Ege adaları yüzünden defalarca karşı karşıya getiriliyor çıkabilecek muhtemel bir savaşta üstünlük kurabilmek için şiddetle silâhlanmaya zorlanıyorlardı. Özellikle 50 yaşındaki savaş gemilerini satmak için büyük bir baskı uygulanıyordu. İşte “Kardak Krizi” adı verilen krizlerden sadece bir tanesi olan bu gerginliklerin esas sebebi budur. Gerginlik üretmek ve sonunda hurdaya çıkacak silâhları bu ülkelere satmak. Bu strateji yıllarca başarı ile uygulandı. Türkiye ve benzeri ülkeler oltaya takılmış, ekonomik gelişmelerini tamamlayamadan büyük borçlar altına sokulmuşlardı. Biz gariban askerler ise hiçbir şeyin farkında olmadan vazifemizi yapmaya çalışıyorduk. Allah selâmet versin, savaş gemilerinde çalışırken çok zeki bir çarkçıbaşımız vardı. Bize bu kirli ticaretin ayrıntılarını tek tek anlatmıştı. Bütün bu gerginlik ve çatışma olaylarının altında yatan en önemli gerçek “para” idi. ABD, hurda silâhları sattığı ülkelerin zaman içinde yapılan işgüzarlığın farkına vardığını görünce çok sert tedbirler aldı. Hatta tatbikat esnasında “TCG Muavenet” gemisinin vurulmasına varacak kadar acımasız ve canice hareket etti. Sonunda eski silâhlarını tamamen temizlemişti. Şimdi yeni silâhlar ile savaşabilir silâh fabrikalarına milyarlarca dolarlık siparişler verebilirdi. Sonunda Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ile Körfez’i ve Irak’ı yakıp yıktı. Yetmedi Afganistan’a girdi. Fakat bu savaşlar bile silâh endüstrisinin karnını doyurmuyordu. Savaş ve kan, bu “cani Coni’lerin” kanlarına işlemişti, bir kere. O noktaya varmışlardı ki bin dolar bile etmeyen külüstür bir kulübeyi vurmak için bazen 300 milyon dolarlık bir Tomahawk füzesini kullanmaktan sakınmıyorlardı. Sonunda belâlarını buldular. Savaş endüstrisi ve sanal bankacılık öyle büyük bir yıkıma yol açtı ki ABD ekonomik krize girdi. Bir daha toparlanmaları güç gibi görünüyor. İşte başta “Kardak Krizi” olmak üzere komşumuz Yunanistan ile karşı karşıya gelmemizin en önemli sebebi, bu bir türlü tok olmak nedir bilmeyen savaş endüstrisidir. Böylesine ahmakça yarıştan kurtulmanın yegâne çaresi de profesyonel askerliktir. Bu sayede ülkenin zaten sınırlı olan kaynakları israf edilmeyecek, etkili ve vuruş gücü yüksek bir ordu meydana getirilecektir. Tabiî bu iş sadece sınırlı sayıdaki komandoların ve sınır birliklerinin profesyonelleşmesi ile olmaz. Geniş çaplı bir modernleşmeye ihtiyaç vardır. Dünya aya giderken yaya kalmak ayıptır, günahtır. Zorunlu (mükellef) askerlik sistemi derhal kaldırılmalı, bunun yerine harekât kabiliyeti son derece yüksek, sayısı 300 bini geçmeyen bir ordu kurulmalıdır. Profesyonelleşmeye karşı çıkanlar lütfen ABD’nin yukarıda anlatmaya çalıştığım kirli stratejilerini bir düşünsünler. Karşı çıktıkları profesyonel ordunun ne derece doğru ve yerinde olduğunu anlamaya yetecektir, vesselâm… 22.07.2010 E-Posta: [email protected] |