Muzaffer KARAHİSAR |
|
Barla’da herşey güzel |
18 Temmuz 2010 günü Barla’ya yapılacak seyahatin heyecanıyla sabahın erken saatinde kadın-erkek, çoluk-çocuk yola koyulduk. Herkesin yüzü gülüyor; herkes neşeli ve sürurlu. Arabanın içinde Kur’an-ı Kerim tilaveti, dualarla, sohbetlerle yolculuk feyizli ve bereketli bir şekilde devam ederken; yaz dönemi, hasat mevsiminde yol kenarlarına baktıkça mukaddes el emeği ve alınteri ile helal rızkını Allah’ın rahmet hazinesinden çalışıp, üretip, toplayan köylüleri görüyoruz. Afyonkarahisar’dan Barla’ya ve Eğirdir Gölüne kadar bütün tarlalar ayva sarısı renge bürünmüş, yol kenarlarındaki yabani dikenlerin arasında açmış çeşitli renk, desen ve motiflerdeki çiçeklerin haricinde gözlerimizi cezbeden ve tefekküre sevk eden başka renkleri göremiyoruz. Ancak Senirkent yolundan Barla’ya yöneldiğimizde Kayaağzı denilen yerde dağlardan gelen ve kayanın altından olanca haşmetiyle akan soğuksuya ulaştığımızda her şey birden değişmeye başlıyor. Eğirdir Gölü’nün mavi sularını gördüğümüzde her taraftan birden hayat emareleri, canlılıklar, yeşillikler, çiçekler, meyveler, gölün üzerinde yavru çıkarmış yaban ördekleri, martılar, balıklar ve sayamayacağımız kadar envai çeşit nimetler, güzellikler ve bereketi görüp hissediyoruz. Barla’ya yaklaştıkça bu saydığımız nimetlere, rahmete ve berekete manevi zenginlikleri de ekleyince gerçekten ruhumuzla, kalbimizle, aklımızla ve bütün latifelerimizle hissedebildiğimiz ve tarifi mümkün olmayan bir huzur ve saadet iklimi içersine girdiğimizi fark edebiliyoruz. Baktığımız, gördüğümüz, duyduğumuz ve hissettiğimiz her şey bizleri etkiliyor, gölün kenarında ılıkça esen rüzgârı bile bizleri ferahlatmaya yetiyordu. Bediüzzaman Filminin çekimi nedeniyle Feza Film tarafından Üstadın Barla’daki evinde son restore edilmiş hali kamufle edilerek elli-altmış sene öncenin görünümünü yansıtacak düzenlemeler yapılmış. Bu düzenlemeler ve tarihi görüntülerin izleri o sokaktaki tüm evlerin dış duvarlarına da uygulanmış. O haliyle Üstadın evi ve çevresi bizleri hayalen yıllar öncesine alıp götürdü. Birçok yoklukların, kıtlıkların ve mahrumiyetlerin içerisinde azimle, metanetle, gayretle, sabır ve sadakatle yapılan çalışmaların karşılığı olarak Cenab-ı Hak, Risale-i Nurları beşeriyetin ufkuna bu helâket ve felaket asrında bir Kur’an tefsiri, bir hakikat güneşi olarak doğmasına müsaade etmiştir. Bu hakikatlerin yansımasını Yeni Asya Sosyal tesislerinde Nihat Derindere’nin sohbetinde tattık. Bahçedeki kamelyanın altında dinlediğimiz dersten o kadar çok istifade ettik ki, oradan ayrılırken Risale-i Nurların insanları hayrette bırakan, akılları ve ruhları mest eden ilmî bir iksir olduğunu herkes birbirine anlatıyordu. Bediüzzaman’ın evinin önünde çilekeş, vefalı ve güler yüzlü Barlalı yaşlı kadın ve erkeklerin bağlarından, bahçelerinden getirdikleri meyveleri, yiyecekleri, hediyelik eşyaları satmaları; o beldenin bolluk, bereket ve ucuzluk içersinde insanlara ikramlar yaptıklarını gösteriyordu. Barla insanlarını hep güleryüzlü, tatlı dilli ve misafirperver olduklarını anlamak için onlara selam vermeniz yeterli. “Hoca efendi” diye ifade ettikleri Bediüzzaman’a sonsuz saygı ve hürmetleri var. Bu nedenle ziyarete gelen herkese iyi davranırlar, yardımcı olurlar ve onun kitaplarını okuyup ilimlerini arttırmışlardır, diye hürmet gösterirler. Herkesin az çok Üstad’la bir hatırası vardır. Barla’ya girişteki caminin şadırvanında abdest alırken yaşlı olduğu fazla belli olmayan bir kimsenin tebessümlü, hürmetli bakışı dikkatimi çekti. Buralı olup olmadığını sorduğumda, iftiharla ve kendinden emin bir ifade ile “Buranın yerlisiyim” dedi. Kaç yaşında olduğunu ve Üstad’ı tanıyıp tanımadığını sordum. Yaşının seksen üç olduğunu söyleyince inanmak istemedim. O da bana sırrını söyledi. İsminin Hasan Hüseyin Kaya olduğunu, Sıddık Süleyman Kervancı’nın yeğeni olduğunu, söyledi. Amcası vesilesiyle Üstadın hizmetinde bulunduğunu, eserleri zaman zaman aramalarda götürüp kendi evinde sakladığını anlattı. Üstad, Hasan Hüseyin Kaya’nın hizmetinden memnun olduğu için alnından öpmüş, sırtını sıvazlamış, bolluk ve bereket duası etmiş ve uzun ömürler, dilemiş. Bunları neşe ve sevinç içinde güleryüzle anlattıktan sonra bana dönerek: “Şimdi anladın mı? Benim genç olmamın, delikanlı kalmamın sırrını, diye latife etti. Bütün güzelliği ve cazibesi ile insanları cezbeden Barla’ya veda etmek çok zor. “Mümkün olsa kalacaktım, bir ömür boyu Barla’da” diyen şair, yüreğindeki aşkı ve ateşi bu şekilde terennüm etmiştir. Daha sonra göl kenarında Boyalı Köyünden seksen üç yaşındaki Süleyman Amcanın sahildeki ahşaptan, derme çatma ağaçlardan yapmış olduğu, yerden iki metre yüksekteki, yirmibeş metrekarelik köşküne misafir olduk. Bizim gurubun göl kenarına inmesi ile oranın manevi havası ve şekli birden değişti. Köşkte okunan ikindi ezanı, cemaatle kılınan namaz, namaz tesbihatı ve arkasından Sünnet-i Seniyye ile ilgili okunan ders herkesi mest etti. Cemaate çevredeki piknik yapanlar da katıldı. Köşkün sahibi Süleyman amcanın neşesine diyecek yoktu. Havası, suyu, bereketi, maddi ve manevi güzellikleri ile değil, Barla; belki Süleyman Amca’nın derme çatma barakası bile İstanbul’un Yıldız Saraylarına değişilmez. Gönül huzuru, ruh ferahı ve kalp rahatı içersinde ziyaretimizi bitirdik, güneş batarken ufuklardaki kızıllıklarla birlikte evlerimize dönmek için yola revan olduk, aklımızı Barla’nın güzelliklerine hayran bırakarak… 20.07.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (06.07.2010) - Ülfetsiz bir nebze tefekkür (29.06.2010) - Hastalara şifalar (08.06.2010) - Dost acı söyler (25.05.2010) - Sabrın ve tahammülün meyvesi |