Muzaffer KARAHİSAR |
|
Abdi Amca’nın kedileri |
Kuruluşta çalışanlardan, Bayram isimli şirket personelinin annesinin vefat haberi bize ulaşır ulaşmaz, Bayram’la görüşüp, başsağlığı diledik. İhtiyaçlarını karşıladık, iznini verdik ve araçla evine gönderdikten sonra, önümdeki masada evraklar üzerinde, görevli personelle çalışıyoruz. Genel Müdürlük makamı tarafından bizzat aranıp acele cevap verilmesi istenen konuya yoğunlaşmıştık. Gelen ziyaretçilere de çay ısmarlayıp müsaade alarak tekrar çalışmaya koyulduk. Doktor hanım, tedavisi ile meşgul olduğu Musa Amca’nın odasında vefat ettiğini bildirince bir anda üzülüp “Allah Rahmet eylesin” sözü döküldü dudaklarımızdan ve her şey boş, diye düşündük. Onunla ilgili işlemler de öncelik sırasına girdi. Vefat olayı ile ilgili defin raporu düzenlenmesi, yakınlarının haberdar edilmesi, cenazenin kaldırılması... Ve bu arada çeşitli sebepler ve işleyişle ilgili telefonlar, evraklar, işler, imzaların yoğun olduğu bir atmosferde yaşlı Abdi Amca kapıda belirdi, selâm verdi ve sıkıntısını anlatmak istiyordu. Abdi Ulukışla’nın sıkıntıları genelde bakımını yaptığı kedileriyledir. Onun dünyasında başka bir sıkıntı ve stres verebilecek bir konu bulunmadığını bildiğim için, görüşmeyi ertelemek istedim. Ona şu anda cenazemizin olduğunu, onun acilen işlemlerinin yapılması gerektiğini, bu sebeple kendisiyle daha sonra geniş bir zamanda görüşüp, sohbet ederek, sorunları birlikte çözmemizi önerdim. Fakat Abdi Amca cenazeye rahmet diliyor, kapıdan da ayrılmıyor, kendisinin söyleyeceği konunun da önemli ve acil olduğunu ifade ediyordu. Odamda beraber çalıştığımız arkadaşlar da merak ettiler. Acaba cenazeden daha acil, daha önemli ne olabilirdi? Ancak ben durumu tahmin ettiğim için onu kırmadan ikna edip, konuyu başka zamana ertelemek için yöntem düşünüyordum. Telâşlı, heyecanlı ve öfkeli tarzını sakinleştirmek için, yanına varıp durumu sordum. Bana: “Senin gardiyanlar...” dedi. Belli ki perso-nelden şikâyetçiydi. "Allah sabredenleri sever, sabret," dedim. Görüşmeye ikna edip gönderdim. Abdi Amca ertesi gün sabah erkenden odama geldi. Bir gün öncesinin öfkesinden ve telâşından yüzünde eser kalmamıştı. Fırtınalar gitmiş yerini sükûnet almıştı. Şimdi biraz daha konulara ve olaylara objektif bakabilirdik artık. Abdi Amca anlatmaya başladı: -Burada beni kimse sevmiyor, yaşlısı, personeli kedilere bakmamı istemiyorlar. Bahçedeki kulübedeki kedileri sevmenin, ilgilenmenin kime, ne zararı var? Ne olmuş o masum hayvanlara baktıysam, yiyecek verdiysem suç mu işledim? Ben bakmasam onlara kimler bakar, kimler yiyecek verir? Seksen üç yaşımdayım. Kedilere bakıldığı, yiyecek verip ihtiyaçları karşılandığında hiçbir sıkıntım ve hastalığım kalmıyor, dünyalar benim oluyor. Onlara iyi bakılmadığı, yiyecek verilmediği zaman canım hiçbir şey istemiyor, yemek yemiyorum. Ruhum daralıyor, huzursuz oluyorum. Bu işi sevabına yapıyorum. Onlar durmadan zikir ederler, bunun için onlara yirmi beş senemi verdim. Huzurevine girmeden önce evimde çok sayıda kediye baktım, ihtiyaçlarını karşıladım, paramla ciğer alıp, doğrayıp yedirdim. Personele bu kediler idarenin diyorum, sen de öyle söyle yoksa durdurmazlar. Sen burada olduğundan bir şey diyemi-yorlar. Allah korusun sana bir şey olsa bu kedileri buradan atarlar. Her yemek dağıtılıp bittikten sonra aşçılar, yaşlılara sesleniyor: “Fazla yemek isteyen var mı” diye. Biliyorum, fazla yemek artıp kedilere kalmasın diye, yapıyorlar bunu… Abdi Amca’nın sorunlarını ve problemlerini anlatınca yüzü güldü, rahatladı ve neşesi geldi. Hem konuşuyor, hem de çayını karıştırırken eli titrediği için bardak devrildi ve sehpanın üzerine çay döküldü. Takılma sırası bana gelmişti artık: -Konuştuklarının içinde hilaf-ı hakikat mı vardı? Bak çay bardağı devrildi. -Yok yalanım olmaz. Yalan söylesem ben devrilirdim, bardak devrildi. -Çalışan, emek veren, insanlara yardım eden arkadaşlara “Senin gardıyanlar!” tabirini kullandın. -Yirmi sene cezaevinde kaldım. Dilim alışmış. Personel diyeceğim yerde gardiyan demişim. -Sana bir şey olursa, yani ölürsen kediler ne olacak, burada durdurmazlar, dedin. Demek ki bizim, senin yanında kediler kadar değerimiz yok! -Ben öyle demek istemedim. Sen yanlış anlamışsın! -... Bu şekilde sohbetimiz devam etti Abdi Amca ile. Hayatta herkesin kendine göre bir işi, meşguliyeti ve telâşı var. Bizler insanlara değer verip, inancına, düşüncesine saygı duyup zihnindeki sorunlarının çözülmesine yardımcı olmanın mutluluğunu tadarken, o da güler yüzle kapıdan dışarı çıkıyordu. 18.05.2010 E-Posta: [email protected] |