Muzaffer KARAHİSAR |
|
Kırık daldaki çiçekler |
Huzurevi yüksekçe bir tepenin üzerine inşa edilmiş. Eskiden buraya Fikir Tepesi derlermiş. Bu yüksekçe yerden etrafa bakıldığı zaman, her taraf bağlık bahçelik bir yerdir. İlkbaharın gelmesiyle bütün ağaçlar rengârenk çiçek açarlar. Uzaklara doğru bakınca renk cümbüşü içerisinde bahçelerin cezbedici güzellikleri insandaki fikirleri, tefekkürü çağrıştırıp çiçeklerin, renklerin, boyaların, süslemelerin Sahibini, Sanatkârını hatırlatıyor, düşündürüyor. İşte böylesine güzelliklerin baharın gelmesi ile birden, hiçten yoktan çıktığı bir mekânda, huzurevinde, yaşlılar ömürlerinden kalan süreyi geçiriyorlar. Aylar öncesinde bahçedeki ağaçlara bakarken, oradaki bir ağaçta aşağı doğru sarkmış kırık bir dal gözüme çarptı. Kaç seferdir o ağaçtaki kırık dalın budanmasını bahçeye bakan kişiye söylemek istesem de her seferinde unuttum. Aradan zaman geçti. Baharı müjdeleyen çiçekler açmaya; ağaçları süslemeye başladılar. Yine ağaçları ve çiçekleri seyrederken kırık dal gözüme çarptı. Ağacın öteki sağlam dallarıyla yarışırcasına aşağı sarkmış kırık dal da çiçeklere bezenmiş, beyaz çiçeklerle, kırık dal nerdeyse fark edilmeyecek kadar örtülmüştü. Bir süre bakakalmışım. Kendime geldiğimde merak ve hayretimden maşallah, diyebildim. O çiçekler ötekiler gibi elbette meyveye dönüşecekler ve müşterilerine kemali afiyetle rızık olacaklar. Bediüzzaman her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lazım geldiğini anlatırken: “Sekizinci Sözde, bir bahçeye iki adam, biri çıkar, biri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakar, safâ ile istirahat eder. Diğer bedbaht, temizlemek elinden gelmediği halde çirkin, pis şeylere hasr-ı nazar eder, midesini bulandırır, istirahata bedel sıkıntı çeker, çıkar, gider. Şimdi hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin safhaları, hususan Yusufiye medresesi bir bahçe hükmündedir. Hem çirkin, hüm güzel, hem kederli, hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki, ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şekvâ ve merak yerine şükreder, sevinir.”1 Her şeyin güzel cihetine bakınız tavsiyesi üzerine gözümün ve gönlümün uzana bildiği kadar etrafımdaki kırık dalları ve onlardaki renkli ve süslü çiçekleri görmeye ve okumaya çalıştım. O tomurcuklar açtığı zaman ebedî çiçekler ve sonsuz meyveler veriyor. Böyle bir niyet ve nazarla bakılırsa Huzurevinin içini çiçeklerle bezenmiş bir meyve bahçesi olarak görebilirsiniz. Yaşlılığın ve hastalığın insanlara verdiği sıkıntılardan, huzursuzluklardan ve mutsuzluklardan ötelere geçerek onların kırık dalların çiçek açtığı gibi nurlara, sürurlara, mutluluklara ve huzurlara ulaştıklarını görebiliriz. Sebahat Dilek Teyze, yarı felçli bir insan. Vücudunun sadece yarısını kullanabiliyor, tekerlekle sandalye ile hayata tutunuyor, ihtiyaçlarını başkasının desteğiyle giderebiliyor. Onun en önemli vasıfları namazını kılar, mütemadiyen Kur’ân okur, haline şükreder, vefat etmiş olan eşine devamlı duâ eder. Onun kulluğu, ibadetleri, zikirleri, hamdleri, tesbihleri, duaları ve okuduğu Kur’ân’dan her bir harfine Cenab-ı Hakkın bahşettiği sevaplar ebedî olarak açacak çiçeklerin güzelliklerini ve ihtişamını müjdeliyor… Fatma Kara Teyze, gözleri görmeyen yaşlı bir çınar. Yaşlılığın, hastalığın zayıf vücuduna verdiği sıkıntıları, ağrıları ve acılarını kalbinin derinliklerine gömmüş bir bahtiyar. Onun sevgi ve şefkat dolu kalbi Allah’a olan aşkla çarpmakta. O güzellikleri ve çicekleri iç dünyasındaki marifetullah ve muhabbetullah ummanlarında yakalamış. Sabah ezanından sonra sürekli olarak hamdlerle, şükürlerle, tekbirlerle sevgilisini yad eder. Kapısın önünden geçen herkes onun tebessümlü çehresinden nefesindeki terennümlerin musikisini dinleyebilir. Kırık dallardaki çiçeklerin rüzgârın esmesiyle çıkardıkları hışırtılar gibi… “Nasıl ki, Cennet bütün vücut âlemlerinin mahsülatını taşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bakiyane sünbüllendiriyor…”2 18-24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası. Bu hafta boyunca çeşitli etkinlikler, programlar, konuşmalar, toplantılar, yemekler, ikramlar yapılır. Huzurevi ziyaretleri ve ziyaretçileri artar. Bu yıl böyle bir programda Huzurevindeki yaşlıları temsilen Lütfi Amca ile ilin valisini, garnizon komutanını ve belediye başkanını makamlarında ziyaret ettik. Sohbetler edildi, ikramlar yapıldı. Ertesi gün sabah namazını kılan Lütfi Amca seccadesinin yanında, felç olarak öylece kalakalmış. Hastaneye kaldırdık. Sağ tarafı tamamen felç olmuş ve konuşamıyordu. Her onbeş günde bir hatim eden, ibadetlerini hiç aksatmayan Lütfi Amca ile hastanenin odasında, göz göze geldiğimizde elini öptüm ve elimi omzuna koyarak duaya devam dedim, sözümü anladı ve başını sallayarak tasdik etti. Yüzündeki ifadelerden durumundan şikâyetçi olmadığı her halinden belliydi. Vakur ve tevekküllü duruşu, Rahman ve Rahim olan Yüce Yaratıcıya olan teslimiyeti anlatıyordu. Kırık dallarda açmış süslü, kokulu, güzel çiçekleri görerek ruhunuzu ve kalbinizi ferahlatmak isterseniz; hemen en yakındaki huzurevine giderek oralarda güzellikleri müşahede ederek, duâlar, ibretler alarak yeni ve mutlu bir hayat çizgisini yakalamayı kolaylaştırabilirsiniz..
Dipnotlar: 1- Şualar, 14. Şua, s.437 2- Asa-yı Musa, On birinci Mesele
NOT: Manidar bir tevafuk: Yeni Asya Gazetesinin 18 Mart 2010 tarihli sayısını alıp birinci sayfasına bakarsanız, gazetenin sağ üst köşesinde “Çanakkale Zaferinin 95, yılını kutluyoruz. Çanakkale Kahramanı Cevat PAŞA …” başlıklı yazının üstündeki Çanakkale Şehitleri Anıtını ve Savaş Meydanlarının resmini göreceksiniz. O kompozisyonun içinde, Risâle-i Nurun bir şehit kahramanı, iman ve Kur’ân şehidi merhum Hafız Ali’nin resmini bir siluet olarak göreceksiniz. Bu resim özel olarak yapılıp, hazırlanmamış. 2. sayfadaki Mustafa Öztürkçü’nün “Hafız Ali, şehit bir yıldız. Talebeleri Hafız Ali Ağabeyi anlatıyor” başlıklı yazısındaki Hafız Ali’in resmi ön sayfadaki Çanakkale resminin içinde net bir şekilde görünüyor.
06.04.2010 E-Posta: [email protected] |