Ali Rıza AYDIN |
|
Hastahane koridorları… |
Hastalar… Hastalarla birlikte hasta olup kalanlar! İnsanların ruh hâleti öylesine dolu ki, yeter ki bir dokun; yeter ki bir söz söyle; ne çok şeyler duyarsın. Hani, “Bir dokun bin ah işit” diye bir söz var ya! Tıpkı öyle bir durum. Gün batıyor, gün bitiyor. Bitmeyen bir tek şey var, o da, ümit yüklü duygular. Burada, bakışlar derin, kirpikler nemli, tekrar tekrar söylenen tevekkül dolu sözler: “Allah’tan ümit kesilmez” ya da, “Ondan gelene razıyız.” Tevekkülün her çeşidi hastahane koridorlarında. Hafta içi günlerde koridorlar tıklım tıklım, dopdolu. Kanepeler kapatılmış önceden gelenlerce. Size bir yer verilmesi sanki büyük bir lütuf. Yavaşça, yorgun bedeninizi yerleştirince oraya, o an, durum kurtulur; Mevlâ kerim, sonraya… Gözlere ilk ilişen hareket dolu sahne: Sağa sola hızla giden sedyeler, sedyelerin peşi sıra sendeleyip gidenler. Her gün tekrar yaşanan bitmek bilmez maraton! Kul olan kul, umuyor, Şâfî-i Hakîkî’den. Gerçek şifayı verecek olandan, dertlere derman ulaştırandan, merhamet sahibi Zât’tan âfiyeti umuyor. Bekliyor! Hastahanede bekliyor, koridorda bekliyor, hasta başında bekliyor. Dahası, hasta bekliyor, hastanın yakını bekliyor, evdekiler bekliyor… Rabbimizin ihsanıyla ulaşacak şifayı bekliyor, canlar. İnceliği fark edenler, mağfireti bekliyor. Mahpushanedekiler, hem hâkim hem de avukat oluverir çıkarlar; hasta yakınları da, tıp tahsili görüyor! Neler işitirsiniz, neler! Lisanınıza ne de çok şey giriyor. Ayak, bacak, kafa göz; ortalıkta bin bir söz. Öylesine çok tedavi konusu, öylesine çok tedavi metodu var ki, gördüğünüz şu insanda, görmediğiniz o, ne de çok ayrıntı olduğunu anlamaya, görülenler yetiyor. Ve, hayret ediş şiddetiniz artıyor. Aman yâ Rabbi! Kudretinin sınırını aklımız idrak etmez. Bu arada hemen: “Ey kulum! Öyle çalış ki, Îsa gibi, bir mevte geçici hayat rengi verebilesin” meâlindeki âyet akla geliyor. Ve, Allah’ın izniyle, hayatı ve memâtı iki eli arasına alabilen, bunlarla yüz yüze gelebilen operatör hekimlere önce hayretiniz, sonra da hayranlığınız artıyor. Yaptıkları iş esnasında, Hâlık-ı Zülcelâlin san’atına şahit oluşlarına ise, gıpta ediyorsunuz. Fakat, fakat… Maharetli ellerin yaptığı ameliyat sonrasında hastanın, maharetsiz ellere, hatta, vasıfsız personele teslim edilişine de şaşırıyorsunuz doğrusu! İman sahibi hastanın, Şâfî-i Hakîkî’nin kapısından başka gideceği yeri yok. Hekim mekim, iğne ilâç sebeplere başvurmak. Takdir, Rabb-i Rahîmin. Bazıları, hastalarına manevî destek maksadıyla bir köşeye çekilmiş, elde Kur’ân, dilde Gufrân, yalvarıyor durmadan. Bir hemşire, boş sedyeyi gösterip “Bırakıp geldim” diyor, ötekine; son derece olağan, son derece rahatça. Merak edip soruyorum: “Ne oldu?” Cevap: “Morga götürdüm geldim.” Kim bilir bu kaçıncı? Burası bir başka dünya… Kimi gelir kimi gider, kalan sağlar sizindir! İnsanların sıkça telâffuz ettikleri bir söz: “Cenâb-ı Hak ne düşürsün, ne de eksik etsin burayı.” Yâ Rabbi! Sabır kahramanı Hz. Eyyüb Aleyhisselâma lütfeylediğin şifalar hürmetine, kabul olunan duâlar hürmetine bütün mü’min kullarının dertlerine deva, hastalıklarına da şifa ihsan eyle.
01.04.2010 E-Posta: [email protected] |