Abdullah ŞAHİN |
|
YOLCULUK NEREYE? |
Yol ve yolculuk hakikati insanlık âleminin vazgeçilmez gerekliliklerinden biridir. Bunun sonucu olarak ‘hayat yolu, yolculuk, doğru yol, yanlış yol, eğri yol, kıvrım kıvrım yollar, uzayan yollar, bitmeyen yollar, kara yolculuğu, hava yolculuğu, deniz yolculuğu, uzay yolculuğu, ahiret yolculuğu… Yollar yürümekle biter, yollar yürümekle aşınmaz’ vb. birçok kelime ve tâbir bizim kültürümüzde ve diğer milletlerin kültüründe yer alır. Dünyevî mânâda bile düşündüğümüzde ömür sermayesinin hatırı sayılır bir kısmının yollarda ve yolculukta geçtiği hayatın bir başka gerçeğidir. Uzak ve bilinmeyen yerleri merak sâikası, insanlık âleminde çok geniş mânâda bir seyahat kültürü ve edebiyatı oluşturmuştur. Bizim kültürümüzde Evliya Çelebi, rivâyetlere göre, ”Şefaat Ya Rasulullah” diyeceği yerde “Seyahat Ya Rasulullah” dediği için, zamanında dünyanın en büyük ve en geniş cihan devleti olan Osmanlı ile birlikte daha birçok ülkeyi gezip intibâlarını Seyahatnamesinde yansıtmıştır. Bunun yanında Piri Reis, Macellan, Kristof Kolomb ve Vasco da Gama gibi ismi bilinen birçok ünlü dünyayı dolaşarak, gezip gördükleri ve yeni keşfettikleri yerler hakkında bilgi vermişlerdir. Günümüzde ise bu merak saikasıyla insanlık gözünü gökyüzüne ve kâinatın derinliklerine çevirmiş, buraları keşfetme ve anlama hususunda kat ettiği mesafe dolayısıyla çağımıza “Uzay Çağı” adı verilmiştir. Madalyonun diğer yüzüyle konuya baktığımızda ise, Güneş etrafında saatte 108 bin km hızla yol alan Dünya gemisine, ezelde “Elest” meclisine çağrılan ruhlardan sırası gelenler, emr-i İlâhî ile, harika bir şekilde binmişler. Yüce Yaratan, Ezelî Hitabı Kur’ân’ın Yasin Sûresi’nde, gezegenimizin de içinde bulunduğu Güneş Sistemi’nin yolculuğunu, “Güneş ve avâneleri kendileri için takdir olunan yere doğru durmaksızın akıp giderler” şeklinde ifade eder. Bu seyahatte Dünya gemisine sırası geldiğinde ruh sür'atinde binenler, geminin “Kimsin? Vazifen ne? Nereye gidiyorsun?” parolalarındaki ayrıntılara uymak zorunda olmakla birlikte; yolculuğun takdir edilen bir kısmında başka bir âleme alınarak, yolculuğun haşre kadar olan kısmını burada geçirirler. Kabir âlemi denilen bu safhada amellere göre karşılaşılacak sefa veya cefa, yolculuğun bir başka veçhesi… Dünyevî ve uhrevî bütün seyahatlerimizde yol göstericimiz olan Kur’ân-ı Hakim ve Yüce Rasûlün (asm) hadislerinden, fen ve din ilimlerini mezcederek yaptığı yorumlarla uzay çağı insanının ufkunu genişleten ve bir pusula görevi yapan Büyük Kur’ân Müfessiri Bediüzzaman ise, tefsirinde, herkesin başına gelen bu büyük yolculuğu, ”İnsan bir yolcudur. Âlem-i ervahtan dünyaya, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder” sözleriyle özetler. Gemi, şu an geri dönmeyecek bir yolculukla çok büyük bir hızla seyir hâlinde, üstündeki ve karnındaki yüz milyarlarca yolcuyu indireceği kâinat okyanusunun Haşir İskelesine yanaşıp yolcularını boşaltmak üzere. Yolculuğun sonuna doğru yaşanacak korkunç durumlar ise, çok endişe ve ürküntü verici. Gemimizin kendisinden milyonlarca büyük gemi ve seyyârelerle çarpışacağı, dağların pamuk yığınları gibi atılacağı, okyanusların yanacağı büyük vaveyla ve gürültüyle, Gemi Sahibinin emriyle İsrafil (as) denen görevli Meleğin boru sesiyle irkilen herkes “Bize ne oluyor?” diyerek, derin uykudan uyanıp son rıhtımda olduğunun farkına varacak. Orada herkes mutlak gerçeğin farkına varıp ”Keşke’”lerin bini bir para olacak. Yolcuların büyük bir kısmı karşılaştıkları durumun şaşkınlığından ve pişmanlıklarından ”…Keşke toprak olsaydım da bunlarla karşılaşmasaydım” (Sûre-i Nebe: 40) diyecek. Yolculardan, Gemi Sahibinin emrine harfiyyen itaat edenleri ise rıhtımda bir sürpriz bekliyor. Yaver-i Ekrem (asm) başta olmak üzere, yaratılış âleminin güneşleri, ayları ve yıldızları olan enbiyâ (as) ve gemi Sahibinin en sevgilileri onları karşılamaya gelmişler. Allahım bu hâl ne muhteşem ve sürur verici bir hâl! Haşir rıhtımından ve Mizan meydanından sonra, aktarmalı olan yolculuğun geri kalan kısmında, gemide 50-60 yıllık sürede kazanılan a’mâl ve rıza-yı İlâhîye göre, Sırat’a uğrayıp oradan Burak’a binerek ruh ve hayal sür'atinde 50 bin senelik bir mesafeyi bir anda katederek Cennet ve Saadet-i Ebediyeye uçmak mümkün. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhameti gereği, Mizan’da yüzünün akıyla hesabını vermiş olanların Sırat Köprüsü başında, yine Rabbin sevgililerinden olan uğurlayıcıları olacak. Yüzleri ayın ondördü gibi parlayan ve ebedî imtihanı kazandığı anlaşılan bu bahtiyarlara, adeta dünyadaki günlük hayatın telâkisindeymiş gibi naz ve niyazla sorulan “Yolculuk nereye?” suâline gülümseyerek ve heyecanla ”İnşaallah, Cennet ve Saadet-i Ebediyyeye” diye cevap vereceklerdir. Burada bu ulvî halleri düşünüp hayal ederken, bunun mutluluk ve heyecanını dünyadayken bize yaşatan Üstad Bediüzzaman’ın “Sizlere Müjde! Ölüm yokluk değil, hiçlik değil... Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalatü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.….. Ey insan, bilir misin nereye gidiyorsun! Dünyanın bin sene mesudane hayatı bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat Rü’yet-i Cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelâl’in ve bir Baki-i Zülkemal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve saadet-i ebediyesi olan Cennete çağrılıyorsunuz. Öyleyse kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz…” müjdelerini kalbimin derinliklerinde hissettim. Zerrât ordusunun tesbihatıyla, şefîimiz Hazret-i Muhammed’in mübarek ağızlarından çıkan hurufât, kelimât, ibâdât ve efkârının esir sahifesindeki intişarıyla çarpımı sayısınca “İnşâallah hepimizin yolu Cennet ve Saadet-i Ebediyyeye gider” diye Yüce Rabbe niyazda bulundum ve ümitlendim…. Bir başka Muhavere’de buluşmak temennisiyle Allah’a emanet olun…
01.04.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları |