Muzaffer KARAHİSAR |
|
İnsanlar ve hayvanlar |
Kâinat fabrikası mükemmel ve muazzam bir şekilde işletiliyor. Her bir olay, iş, faaliyet, ürün, mahlûkat ve mevcudat farklı, ayrı ve özel olarak itinayla, özenle yaratılıyor. Hiçbirisinin ihtiyaçları, istekleri ve hayatiyeti için lâzım olan gerekli şartları unutulmadan, hassasiyetle temin ediliyor. Zerrelerden kürelere kadar her şey yerli yerince en güzel şekilde, en ölçülü biçimde, planlı ve programlı olarak yaratılıp kendilerine takdir edilen ömür kadar bu dünya penceresinden görünüp; Allah’ın kendilerinde tecelli etmiş olan güzel isimlerinin modeli ve aynası olarak vazifelerini yapıp sonra kayboluyorlar. Ağaçlar, kuşlar, çiçekler, mevsimler, canlılar… “Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp O’nu tesbih etmesin..”1 gerçeğini varlıkları ve hayatları ile ifade ediyorlar. Allah’ın her bir canlıyı apaçık koruyup kolladığının birçok örneği vardır. Çeşitli hayvanlarla ilgili duyduğumuz ibret verici gerçekleri ifade etmeye çalışalım: İbrahim Sarıçiçek anlatıyor: Sait Evrenkaya ve arkadaşlarına kendi işyerlerinde Kur’ân dersi veriyordum. Ders bitti ve çay içiyorduk. Ağustos ayının en sıcak günlerinden birindeyiz. İçimizden birisi ‘kabir ziyareti yapalım’ diye teklif etti. Bizler de hem okuruz, hem de tefekkür ederiz, diye kabul ettik. Evrenkayaların aile kabrine vardığımızda onların kabrinin yanında yeni kabir yapmak için bir metre kadar derinlikte bir çukur açılmış ve öylece bırakılmış. Bir de baktık ki o çukurun içine dört tane kaplumbağa düşmüş. Sıcağın karşısında aç susuz öylece kalakalmışlar. Hemen onları kurtardık ve yeşilliklerin içerisine bıraktık. Birbirimizin yüzüne bakarak, önceden planlamadan acilen oraya gönderilmemizin sebebini fark ettik. Ahmet Çete anlatıyor: Kendisinin bulunduğu bir sohbet ortamında tanıdığı bir kişinin anlattığı vakıa da şöyle olmuş: Bahçesine giden şahıs, bahçesine zarar veren kaplumbağayı alıp bahçe duvarına sırtını yaslayıp, adeta çarmıha gerer gibi sabitlemiş, ona ceza vermiş. Daha kendisi bahçeden çıkmadan hırsızlar gelmişler, önce kendisini dövmüşler, çarmıha gerer gibi ellerini ağaca bağlamışlar ve iç çamaşırı hariç soymuşlar. Bahçeyi de talan edip öylece bırakıp gitmişler. Bir kişi gelip kurtarıncaya kadar bahçede, elleri bağlı, çıplak vaziyette beklemiş. Bir başka kişi bahçesine girmiş olan kaplumbağayı zarar verdiğini düşünerek cezalandırmak için, bahçe duvarına sırt üstü koyarak kurtulamayacak şekilde üzerine taşlar koyup gitmiş. Bir hafta kadar bir zamandan sonra bahçeye yaklaştığında bir kuşun uzaktan inip çıktığını fark etmiş. Yanına vardığında, o kuşun mağdur ve hapis durumda bulunan kaplumbağaya yiyecek taşıdığını görmüş ve yaptığı yanlışın farkına varmış. Yine Ahmet Beyin kayınvalidesinin tanıdığı bir genç, Hasan Karaağaç kuşları çok sever, sürekli yiyecek verir ve ilgilenirmiş. Daha sonra askere gitmiş ve şehit olmuş. Afyonkarahisar’da bir mahalleye onun ismi verilmiş. Bu şehidin cenazesi kabre götürülürken Ahmet Beyin kayınvalidesi, Şehit Hasan Karaağaç’ın tabutunun üzerinde kabre kadar uçarak takip eden kuşları görmüş. Yine Ahmet Beye sohbet esnasında bahçesi, ağaçları bulunan ölmüş bir şahsın yakınları anlatmışlar. O zat bahçede meyveleri toplatırken “en üstte, uçlarda olan meyveler kuşların hakkı” der toplatmazmış. Cenazesi esnasında onunda tabutunun üstünde uçuşan kuşlar kabre kadar eşlik etmişler. Sandıklı Sorkun kasabasından Bayram Amca vardı. Rahmetli olmadan önce anılarını anlatırdı. Ömrü çobanlıkla geçmiş. Akdağ diye büyük bir yayla varmış. Orada Yılkı yani vahşileşmiş atlar sürü halinde yaz-kış her türlü tehlike ve iklim şartlarına rağmen yaşarlarmış. Ayrıca geyikler ve çeşitli vahşi hayvanlar varmış. Bayram Amcanın koyunları ve iki tane de eğitimli, güçlü köpekleri varmış. Bir gün, Akdağ’da koyun güderken kayalıktan bir çukura düşüp, ayağını kırmış. Köpekleri onu bulup, çukura inmişler. Dişleri ile Bayram Amcanın elbisesinden tutarak çukurdan çekerek dışarıya çıkarıp kurtarmışlar. Bayram Amca “Oradan çıkarmasalardı, kimse beni görüp yardım etmezdi” diye anlatırmış. Emirdağ Lâhikasında Sandıklı Alamescit Köyü imamı olarak yer alan İbrahim Edhem, Nur’un postacılığını yaptığı zamanlarda başından geçen bir hatırayı talebesi olan Hasan Hüseyin Erol’a anlatmış: İbrahim Edhem, heybesine koyduğu Risâleleri Üstad’ın söylediği adrese vermek üzere Isparta’dan trene binip, Balıkesir’e varmış. Gece yarısı ve soğuk bir kış günü, her taraf karanlık; gecenin bir saatinde adresi soracak kimse bulamamış. O şiddetli baskı döneminde, istasyonun resmî görevlilerine ve bekçilere de sorma imkânı olmadığı için, bir kedi görmüş ve onu takip etmiş. Kediyi bahane ederek zile basıp ev sahibine adres sormayı düşünmüş. Zile basmış ve çıkan şahsa: “Kediniz dışarıda kalmış, üşümesin hayvancık demiş.” Bu arada kedi de içeriye girmiş. Evdeki şahıs teşekkür edip kapıyı kapatırken elindeki adresi sormuş. Bu sefer kapıyı açan şahıs, gülümseyerek sorduğu adresin bulundukları yer olduğunu söylemiş. Son olarak da kendi başımdan geçen bir hatıra ile yazımızı bitirelim. Zonguldak Kazköy’de büyük bir bahçede okuma programına katılmıştım. Yaz dönemi, her taraf yeşillik, ağaçlık, meyvelik bir yerdi. Okumak ve tefekkür etmek için son derece güzel bir mekândı. Öğle namazı sonrası herkes ağaçların, yeşilliklerin içerisine gider, sessizlik içerisinde kitabını okurdu. Ben Sözler’i okuyordum. Aniden bulunduğum yerde, fundalıkların arasından büyük bir yılanın bana doğru akıp geldiğini gördüm. Hemen ayağa kalktım. Aramızdaki mesafe yarım metre kadardı. Birbirimize bakıştık! Korku ve dehşet içerisinde o an aklıma geldiği gibi söyledim. “Bediüzzaman’ın hürmetine sana dön ve git diyorum” deyiverdim. O büyük yılan tam ters istikamete, yani geldiği tarafa dönerek kıvrıla kıvrıla gitti. Arkasından bakakaldım ve tekrar kitabımı okumaya devam ettim.
Dipnot: 1. İsra Suresi.
30.03.2010 E-Posta: [email protected] |