Ahmet DURSUN |
|
Aziz üstadım |
Aziz üstadım! Sensizliğin ellinci yılındayız. Sensiz, koca yarım asır… Hasretinle kavrulan yalnız ben değilim; koca bir âlemdir. Dün yine seni andık; andık da, neler neler andık. Sana hizmetkâr olabilmenin bahtiyarlığını tada tada andık. Bize bıraktıklarını okuya okuya, Nurlarına doya doya, hatırana kana kana andık. Âlemin dört bir yanından gelenlerle, sevinçle, yaşadığımız müjdelerinle andık. Aziz üstadım! Seni yirmi sekiz yıl boyunca zindanlardan zindanlara sürükleyenler, her türlü şenaatlerle aziz ismini karalamak isteyenler; seninle birlikte, uğruna kendini feda ettiğin milleti zehirlemek isteyenler başaramadılar, bu milletin imanla bağını koparamadılar, bizi senden ayıramadılar. Nur-u Muhammediye’yi bu topraklardan silmek isteyenler, feyzini Kur’ân’dan alan Risale-i Nurlar karşısında ebkem kesildiler. Bunalan milletin afakına aydınlık bir sabah isteyen dualara Nur oldun, dertlere derman oldun, yıkılanları onardın, bizi bize hatırlattın, asırlara mührünü bastın. Aziz üstadım! Bir belâya daldım, bir fenaya kandım, “Dünya bir zevktir, her çeşit lezzetini tadalım” diyenlere aldandım. Yandım, yandım, yandım!” diyen biçarelere, heva yolunda tükenen ömürlere ebediyet çiçeği uzattın, fenaya beka kattın. Tıkanmış yollarda kalanların yolunu açtın. “Ben kimim?”i cevapladın, ruhları ferahlattın. Sana müştakız üstadım! Kur’ân’a adanan bir ömür sen, o ömrün bir nefesi olabilme aşkıyla yanan ben. Susamış gönüllere yağan yağmur sen, o rahmetin bir damlası olma hevesiyle tutuşan ben. Alevleri göklere yükselen ateşin içine atılan sen, o ateşler içinde kavrulan ben. Ümmetin selâmeti uğrunda kendini feda eden sen, yolunda sana feda olan ben. Aziz üstadım! Seni yalnız sananlar, dün çok şaşırdılar, şaşakaldılar, afalladılar. Seni anlamak istemeyenlere, seni skolastik bataklığına saplanmış medrese hocası zannedenlere, seni nisyan çukurlarına gömmek isteyenlere, seni kabrinde rahat bırakmayanlara rağmen varsın. Ülkemin fezalarından yâd-ı Mevlâ’yı silmek; milletimin kalbinden Kur’ân’ın nurunu kazımak isteyenlere, “seni istemiyoruz” diyenlere rağmen varsın. Sen varsan, biz de varız; sana zulmedenlere inat varız, kutlu davanın aşkına varız. Biz Nurlarına muhtacız, susamışız üstadım! Mevlâ’ya susayan ben, susuzluğumu gideren sen. Aziz üstadım! “Din de neymiş” diyenler vardı, on yılda on beş milyon genç yaratanlar vardı, sefahati kutsayıp ahlâksızlığa methiye düzenler vardı, “istibdad-ı mutlak”a cumhuriyet adını verip “irtidad-ı mutlak”ı rejim altına alanlar vardı, “tek bir medeniyet vardır, o da Batı medeniyetidir” deyip sefaheti işaret edenler ve bununla övünenler vardı, “Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter” diyenler vardı. Yalnız başlarını yemediler, bizi bize yedirdiler. Eşikte kaldık üstadım, Niyazi-i Mısrî gibi söyleşir olduk. “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş/Bürhan sorardım aslıma, aslım bana bürhan imiş.” Derdime derman arayan ben, dermanı sunan sen; aslıma delil arayan ben, Tevhid’i gösteren sen. Eşikte kalan ben, yolumu tarif eden sen. Aziz üstadım! Seni başkalarının andığı gibi anmayacağım. Sana methiyeler düzüp sonra işime bakmayacağım. Yolunu kaybedenler yol arıyorlar, adını unutanlar ad bekliyorlar, yitik nesiller ruhlarını soruyorlar. Sensizliğinin ellinci yılında, sana muhtaç gönüllere Risâle-i Nurlarla koşacağım. Açılımlara Risâle-i Nur hakikatlerini yazdıracağım, adınla yaşayacağım. Kim bilir, belki beni de, hiç olmazsa dostluğuna kabul edersin.
30.03.2010 E-Posta: [email protected] |